Atama rektörlü üniversite olmaz! Olmaz diyoruz ama oluyor, daha önce de oldu ve üniversiteler zaten uzun zamandır içi boşaltılmış bir kabuktan ibaret. Her darbe döneminde üniversite bileşenleri sindirilerek adım adım kabuğun içi kururken, 2016 darbe girişimi ardından binlerce akademisyenin üniversitelerden ihracı ile sindirme harekatı tamamlandı ve siyasi otorite kendisine alabildiğine geniş bir hareket alanı açtı.
Üniversitelere rektör atanması tanıklık ettiğim tarihi içinde 12 Eylül 1980 darbesinden sonra 1981’de, 2547 sayılı Yasa ile düzenlenmişti. Böylece 35 yıldır uygulanmış olan rektörlük seçimleri kaldırıldı. Üniversiteye başladığım yıllarda hâlâ 1946’da kabul edilen kanun geçerliydi ve rektörlerin seçimle görev başına gelmesi öngörülüyordu. Atananlar yok muydu, elbette vardı. O dönemde de sıkıyönetimin olanakları kullanılarak atamalar yapıldı. Hasan Tan ve ODTÜ atama rektör ve üniversite direnişinin simgelerinden. Darbe üniversiteleri baskı altına almak için fırsatını yarattı ve Yükseköğretim Kurulu (YÖK) gibi buyurucu, tek tipleştirici, merkeziyetçi bir kurul ile sınırlar çizildi, 1402’likler diye andığımız en yetkin insanlar üniversiteden uzaklaştırıldı. Kısmi de olsa 1992’de rektörlerin belirlenme sürecini düzenleyen kanun maddesi değişti ve seçimler geri getirildi. Getirildi ama koşulları vardı. Seçim yalnız öğretim üyelerinin katılımı ile yapılıyor, 6 kişilik liste YÖK’e sunuluyor, YÖK bu 6 isimden bazen en fazla oyu alan, bazen de dönemin siyasi koşullarını gözeterek eleme yapıp belirlediği üç ismi Cumhurbaşkanına gönderiyor, dönemin Cumhurbaşkanları da YÖK’ün yöntemiyle bazen en az oyu alanı dahi rektör atayabiliyordu. Buna seçim denemeyeceği çok açıktı ama AKP iktidarına bu dahi yetmemiş olacak ki 2/7/2018 tarihinde bir kanun hükmünde kararname ile tüm yetkileri olduğu gibi rektör belirleme işini de tek elde topladı ve 703 numaralı KHK ile “Devlet ve vakıf üniversitelerine rektör, Cumhurbaşkanınca atanır” deyiverdi.
Boğaziçi Üniversitesinde atanan rektörün hikayesi de AKP’nin daha 2016 yılında getirdiği yasa teklifiyle başlayan, tepkilerle tamamlanamamış ama 2018’de başka bir darbe girişiminin olanakları kullanılarak KHK ile yetkileri tek elde toplamış Cumhurbaşkanlığı sisteminin ürünü.
Öğrenciler ile öğretim üyelerinin demokratik yollarla üniversite içinde tepkilerini dile getirmeleri en temel hakları, bakmayın siz o “terörist” yaftalamalarına! Bu hakkın kullanımını ne üniversite girişlerine kelepçe vurarak ne de ihraç ettikleri akademisyenleri içini boşaltmaya üstün gayret sarf ettikleri üniversitelere sokmamak için cüppelerini çiğneyerek engelleyebilirler öğrencileri kapıları kırarak gözaltına almak, çıplak arama işkencesiyle sindirmek de ancak gerçek yüzlerini teşhir eder.
Üniversitelere tepeden inme rektör atamaları kurumsal değerleri, ihtiyaçları ve tüm bileşenlerinin iradesini yok saymaktır. 12 Eylül ürünü antidemokratik yasaları fırsat bilinip sonunda tek adama indirgenen keyfi dayatmalara imkan vermiş bu atama yöntemi; akademik özgürlüğü ve kurumsal özerkliği ortadan kaldırarak üniversiteleri bilimsel üretimden uzaklaştırmış, her geçen gün daha da uzaklaştırmaktadır.
Öğretim üyelerinin özgürlüğüne şerh koyan, araştırma görevlilerinin ve çalışanların iş güvencesinin yok edildiği, öğrencisinden akademisyenine herkesin polis ve özel güvenlik baskısı altında olduğu bir üniversite bilim üretemez. Bilim özgürlüğe, bilim bağımsızlığa ihtiyaç duyar. Üniversiteler siyasi otoritenin aracı olarak kullanıldığı sürece bilimden yana bir gelişmenin olması mümkün değil, ancak yönetim organlarını “tüm” bileşenlerinin dahil edildiği katılımcı süreçlerle oluşturduğu koşullarda ve disiplin adı altında fişlemelerden vazgeçtiğinde bilimselliğin de yolu açılır. Lakhesis hayat perisini seçme özgürlüğü verir insanlara, Spinoza da özgür insanı aklın buyruğunda diye tanımlar. Hayat perimizi akılla seçme özgürlüğümüzü elimizden almalarına izin vermeyelim.