Türk askerinin “iyilik ve merhametini” anlatan Türkiye’nin Oscar adayı “Ayla” filmi, ister istemez insana, Ceylan Önkol, Cemile Çağırga, Uğur Kaymaz ve Enes Ata’yı hatırlatıyor.
Son günlerde yaşadığımız “polis gazeteci kovalamacasının” yarattığı stresi dağıtmak, OHAL koşullarında normal yaşam akışına karışmak için sinemaya gittiğimizde böylesi bir sürpriz ile karşılaşacağımı tahmin bile etmemiştim. 1990’lı yıllarda köyleri yakılmış, o karanlık dönemin bütün zulmünü yaşamış eşimle sinemaya gittiğimizde komedi türü bir film düşünüyorduk. Bilet kuyruğuna da o amaçla girmiş ve her zamanki gibi yutturabilirsem birkaç TL daha ucuza getirmek için öğrenci bileti almayı amaçlamıştım. Tabii ki eşimin “Bizi rezil mi edeceksin, ben seninle bir daha gelmeyeceğim, seninle o salona girmeyeceğim” fırçalarını yemeyi peşinen kabullenerek… Bu kez bilet satan arkadaşlar da işi sıkı tutuyor, öğrenci bileti isteyenlere daha önceki alışkanlıklarının aksine öğrenci kimliği soruyordu. Bu, öğrencilik hayatı yarım kalmış benim gibi birine sinemaya gitmekten daha fazla haz yaşatan “salona öğrenci biletiyle girme” arzusuna karşı kurulmuş bir komploydu!
SİNEMA SALONUNDAKİ KALABALIK
Elbette yeterince fırsat ve imkanım olmadığı için iyi bir sinema izleyicisi değilim; ama sinema salonu önünde yaşanan kalabalığı ve heyecanı görünce şaşırmıştım. Kimi salonların tam kapasite dolup boşalması aslında özel bir esere duyulan ilgiyi de resmediyordu. Uzun bilet kuyruğu sinir bozucu olsa da amaç stres dağıtmak olduğu için kendimi o bilet kuyruğunun sarhoş akışına bıraktım. Mesleki deformasyondan kaynaklı olsa gerek yine her zamanki gibi etrafta konuşulanlar dikkatimi çekmeye başladı…
AYLA’YA YÖNLENDİREN MAHALLE BASKISI!
“Abi çok iyiydi ya film, uzun süredir böyle bir film izlememiştim” diyen bir grup gencin sözleri, şen kahkahalar atarak başka bir filmden çıkmış ve izledikleri ortak filmi sanki sadece kendisi izlemiş gibi anlatan genç kadınların anlatımları kesiyordu. Bütün bunlar arasındaki denklemi ve anlam karmaşasını ayıklamaya çalışırken, bilet sırasının önünde yer alan 50 yaş üzeri çiftin tatlı didişmeleri çekti beni. Adamın kendi kendine söylenmelerini anlayışla karşılayan yanındaki kadın, arkasında bulunan gençlere dönerek, “Bu adamı 30 yıl sonra zorla sinemaya getirdim, şimdi de huysuzluk ediyor” diyerek tatlı tatlı şikayetine gençler de anında karşılık veriyordu: “Abla sen onu Ayla filmine götür kendisine gelsin.” Teyze, gençlerin isteğini ikiletmedi, biletini aldığı gibi yanında söylenen adamı da kendisiyle birlikte içeriye sürükledi.
BİR AYLA LÜTFEN!
Hemen arkasında, bakışı kendisinden 20 yaş daha genç ve gözleri her daim gülen bir kişi geldi ve “Bir çay lütfen” der gibi “Bir Ayla lütfen” dedi. Son derece ciddi duran gişeci de “bir Ayla”dan “bir bilet” kesmesi gerektiğini anlayarak bileti kesti. Ayla ile ben de öyle tanıştım. Eşime sormadan ve de “öğrenci bileti” teklifini dahi aklımdan geçirmeden iki bilet aldım.
GÜÇLÜ OYUNCU KADROSU
Salonda da aynı havayı görünce, merak ettim Ayla’yı. Üstelik tümden de gözü kapalı girmedik filme. Babam ve Oğlum filminde devleşen Çetin Tekindor, Milano Uluslararası Film Festivali’nden “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü alan oyuncu Damla Sönmez’in yanı sıra İsmail Hacıoğlu, Altan Erkekli, Murat Yıldırım, Erkan Petekkaya gibi Türk sinemasının önemli isimleri ile Eric Robert gibi birçok uluslararası sinema karakterine hayat vermiş yabancı oyuncuların yer aldığı güçlü oyuncu kadrosuyla zaten bir albenisi ve çekiciliği var filmin.
KOMÜNİZM İLE MÜCADELE İTKİSİ
Cuma günü vizyona giren ve Türkiye adına 90’ıncı Oscar Ödülleri için aday olan film, gerçek bir yaşam hikayesine dayanıyor. “Komünizm ile mücadele” kapsamında Kore’ye gönderilen Türk askeri birliğinin yaşadıklarını Süleyman Dilbirliği’nin katliama uğramış bir köyde tek başına kurtulan küçük bir Koreli Kız çocuğuyla kurduğu ilişki üzerinden ele alan film, iddialı bir yapım olarak öne çıkıyor. Aynı zamanda Oscar Akademisinin, “yabancı dilde en iyi film” aday adayı olan filmde, esas olarak Hollywood esintilerini yakalamak mümkün. Komünizmin kötü, Kore’ye gönderilen güçlerin de “iyiliksever ve kurtarıcı” gibi resmedildiği, “Karıncayı bile incitmeyen Türk askerinin iyilikseverliği ve kahramanlığının” ön planda tutulduğu film, çekimleri, kurgusu, sinemasal değerlerle iştah kabartıyor. İnce mizahi karakterler ve diyaloglarla son derece sert olan drama filmini yumuşatma açısından önemli bir başarı sağlayan eser, zaman zaman mizahı doruğa çıkardığında, sert yön değiştirmelerle seyircinin kahkahasını yüzünde yarım bırakarak, duygularını tersi yönde bir akışa çevirmeyi başarıyor.
Ayrıca baş karakter olan Süleyman’ın gençliğini canlandıran İsmail Hacıoğlu ile onun ileri yaşlarını canlandıran Çetin Tekindor, arasında duygu ve karakter akışının sağlanması açısından da eser başarılı bir yapıma dönüşmüş. Ancak aşkın yarım yamalak resmedildiği, Marliyn Monroe karakterinin az biraz karikatürize kaldığı film, eksisi ve artısıyla birçok açıdan değerlendirmeyi hak ediyor.
Bütün bunlar elbette filmi, Türk sineması içerisinde bir parça yukarılara taşısa da Türkiye sinemasının baş yapıtları olarak kabul edilen Eşkiya, Babam ve Oğlum gibi eserlerin çıtasının altında kalıyor. Ancak filmdeki “yardımseverlik” esas olarak “Süleyman” karakterinin bireysel çabası ve hatta kendi üslerine rağmen çocuğu sahiplenme girişimi öne çıkarılmasına rağmen, filmi izleyen ahalinin genel olarak “milliyetçi” duygular üzerinde bunu “Türk askerinin merhameti ve iyilikseverliği” olarak algıladığı, film sonrası yapılan “ayaküstü kritiklere ve sohbetlere” yansıyor. Film biter bitmez, bu yönlü etkilenmelere de açık bir şekilde tanıklık ettik. Filmden hemen sonra ayağa kalkan bir grup kadın kendinden geçmiş ve huşu içerisinde eseri alkışlarken aynı sohbeti dışarıda da sürdürüyorlardı.
Biri diğerlerine filme ilişkin sosyal medyada yaptığı paylaşımı okuyordu: “Ayla’yı izleyince bir kez daha Türk olduğum için gurur duydum. Sakın sinemaya peçetesiz gelmeyin, gözyaşlarınıza hakim olamazsınız. Türk askerinin merhameti sizi sarıp sarmalayacak.” Bütün bu olup biteni ve filmin verdiği mesajları değerlendirirken ister istemez, “hakikat bu mudur” sorusunu beliriyor insanın beyninde.
AYLA’YI İZLEYİNCE CEYLAN’IN GÖZLERİ ÜZERİNİZDE
Sadece “kuşkucu ve iflah olmaz bir muhalif” olarak değil, aynı zamanda bu ülkede yaşayan bir yurttaş olarak gerçek adı Kim Soel olan daha sonra Ayla’laştırılan, Türkçe öğretilen ve Ankara Marşı okumasının neredeyse bir “ulviyet” içerisinde verildiği filmdeki “küçük çocukları kurtaran ve sahiplenen asker” imajına inanmak istiyor insan. Ama yaklaşık 8 bin kilometre uzaklıktaki Ayla’yı kurtarmak için gösterilen çaba, insanın aklına, son yıllarda Türkiye’de yaşanan çatışmalarda hayatını kaybeden Kürt çocuklarını getiriyor.
Filmin bende bıraktığı etki, yanı başındaki insanlarla apayrı anlamlar ve duygu dünyaları içerisinde aynı şeye bakıyor olmanın huzursuzluğu oldu. Birilerinin “Türk askerinin merhametini” gördüğü filmde, ben eser boyunca Ayla’nın ay yüzünde Ceylan’ın o donmuş gözlerini gördüm. Çok değil aylar öncesinde Cizre’de öldürüldüğünde cenazesi bozulmasın diye buzdolabında tutulan Cemile’yi, 12 yaşında olmasına rağmen 13 kurşunla öldürülen Uğur’u, Diyarbakır’da öldürülen Enes’i, Abdullah’ı, ekmek almaya giderken vurulan Berkin’i düşündüm…
AYLA MI, DENİZ İLE HEJAR MI?
Ya da yine Çetin Tekindor’un önemli bir karakter olarak yer aldığı “Babam ve Oğlum”daki “Deniz”in, “Büyük Adam Küçük Aşk” filminde hayat bulan “Hejar”ın hikayelerini hatırladım. Hangisi gerçek bunların diye düşündüm. Belki de bütün bunlar Türkiye gerçeğini anlatıyor ve insanın içinden geçen tek şey, çocukların merhamete muhtaç kalmayacakları savaşsız bir dünyaya ve kötülüklere tanık olmadan yaşamaları arzusu…
‘ÇOCUKLAR ÖLMESİN’ DİYEN ÖĞRETMEN
Hepimizle birlikte o salonda Ceylan’ın ve Cemile’nin ruhu olduğuna da inandım. Eminim ki Ceylan da o salondaki herkesi gördü ve onların “Türk askerinin merhametine” akıttıkları gözyaşlarına tanıklık etti. Ceylan’ın bu insanların “bir başka coğrafyada çocuklara gösterilen merhametin ulviyetini alkışlarken ve de kendinden geçerken”, yanı başlarında çocukların öldürülmesine karşı yaşadıkları duygusuzluğu gördü. “Çocuklar ölmesin” dediği için cezalandırılan bir öğretmenin bir kaç ay öncesinde bir hakikat olarak önümüzde durmasına rağmen bu sahte duyguyu yüzlerine vurmak istedi.
MA / Kenan Kırkaya