3 Aralık 2024’te Güney Kore Cumhurbaşkanı Yoon Suk Yeol, sıkıyönetim ilan ederek muhalefeti bastırmayı amaçlayan bir hamlede bulundu. Yoon, sıkıyönetim gerekçesi olarak “Kuzey Kore tehdidini” ve “devlet karşıtı unsurlar”ı hedef aldı. Ancak bu unsurlar arasında ılımlı muhalefet partisi Kore Demokrat Partisi de yer aldı. Parlamento tarafından hızla veto edilen karar, Yoon’un geri adım atmasına ve sıkıyönetimi sonlandırmasına neden oldu. Bu süreçte halk ve muhalefet, Yoon’un istifasını talep etmeye başladı. Cumhurbaşkanı Yoon’un düşük onay oranları ve yönetim skandalları nedeniyle sıkıştığı bir dönemde gerçekleşen bu adım, siyasi çalkantıyı derinleştirdi. Güney Kore’deki ABD askeri varlığı ve Washington’un ülke siyasetindeki geçmiş müdahaleleri göz önüne alındığında, ABD’nin olaylarda dolaylı bir etkisi olabileceği tartışılıyor. Gazeteci ve yazar Thomas Fazi, Güney Kore’deki son krizi, ülkenin jeopolitik pozisyonu çerçevesinde ele alıyor. ABD’nin Asya-Pasifik stratejisi kapsamında Güney Kore, Çin’e karşı önemli bir askeri üs konumunda.
Muhtemelen duymuşsunuzdur; dün Güney Kore’de tarihin en kısa süren darbelerinden biri yaşandı. İşte olayların kısa bir özeti:
Dün yerel saatle 22.30 civarında (Avrupa’da öğle saatleri), Güney Kore Cumhurbaşkanı Yoon Suk Yeol, 2022’den bu yana iktidarda olan muhafazakâr Halkın Gücü Partisi’nin lideri, televizyondan canlı yayınlanan konuşmasında sıkıyönetim ilan etti.
Bu kararını açıklarken kullandığı ifadeler, 1980’lerin kötü bir Hollywood filminden alınmış gibiydi. Cumhurbaşkanı, “Kuzey Kore’nin komünist güçlerinin tehditlerine karşı liberal Güney Kore’yi korumak ve devlet karşıtı unsurları ortadan kaldırmak” amacıyla böyle bir adım attığını söyledi.
Bu “devlet karşıtı unsurlar” ifadesiyle açıkça, 2020’den bu yana Meclis’te çoğunluğu elinde bulunduran liberal-merkezci (yani komünist olmayan) Kore Demokrat Partisi’ni hedef alıyordu. Bu hamle kapsamında tüm siyasi faaliyetler yasaklandı, medya kontrol altına alındı ve sıkıyönetim kararını uygulamak için ordu devreye sokuldu.
Cumhurbaşkanı’nın duyurusunun ardından Parlamento kapatıldı ve ordunun çeşitli kollarından generaller acil bir toplantıya çağrıldı.
Başkent Seul, askeri araçlarla doldu; helikopterler de konuşlandırıldı. Yerel saatle 23.30 civarında, Ulusal Meclis güvenlik görevlileri ve polis, sadece Meclis Sekreterliği personeli ve yardımcılarını içeri almak üzere Meclis binasının etrafında konuşlandırıldı.
İlk başta polis milletvekillerinin binaya girişini engelledi, ancak milletvekilleri sonunda binaya girmeyi başardı. Çok geçmeden askerler ve özel kuvvetler de Meclis binasına girerek girişleri mühürledi ve dışarıda toplanan göstericilerin içeri girmesini önledi. Bina dışında tansiyon yükseldi, bir arbede çıktı ve birkaç protestocu gözaltına alındı.
Güney Kore Anayasası, savaş veya olağanüstü hâl durumunda asayişi sağlamak ya da askeri bir gereklilik doğduğunda Cumhurbaşkanı’na sıkıyönetim ilan etme yetkisi tanıyor. Fakat sıkıyönetim, anayasa gereği Parlamento tarafından onaylanmak zorunda.
Nitekim, milletvekilleri dün gece geç saatlerde oybirliğiyle sıkıyönetim kararını veto etti. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Yoon, bu sabah erken saatlerde (yerel saatle) sıkıyönetim kararını geri çekti, askerleri geri çekti ve Parlamento’nun kararıyla yenilgiyi kabul etti.
Sıkıyönetim kararının geri çekilmesinin ardından, Cumhurbaşkanı Yoon Suk Yeol’un istifası ya da azledilmesi yönündeki çağrılar giderek artıyor. Muhalefet partileri, azil sürecini başlatmak için harekete geçti ve bu durum ülkedeki siyasi istikrarsızlığı daha da derinleştirirken, olası yeni huzursuzlukların habercisi olabilir.
Peki, Cumhurbaşkanı Yoon’u böyle bir adım atmaya iten neydi? Haberlere göre, bu durum düşük onay oranları, artan skandallar, kurumsal engellemeler ve önceden gelen azil çağrılarıyla baş etmeye çalışan bir politikacının çaresiz bir tepkisinden ibaretti. Ancak bu kadarla sınırlı olabilir mi? Ve bu olaylarda ABD’nin bir rolü var mıydı?
Bu, cevabı araştırılmaya değer bir soru. Zira Güney Kore, tüm pratiklerde bir ABD himayesi olarak görülüyor. ABD’nin Güney Kore’de, Kara Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri ve Deniz Piyadeleri dâhil olmak üzere çeşitli birimlere bağlı yaklaşık 28 bin 500 aktif görevli askeri personeli bulunuyor.
Resmî açıklamalara göre, bu askerî varlığın amacı Kuzey Kore’den gelebilecek olası tehditleri caydırmak. Fakat gerçekte, bu varlık ABD’nin Asya-Pasifik bölgesindeki gücünü Çin’e karşı projekte etmesinde kritik bir rol oynuyor.
Bu durum, ABD’ye Güney Kore siyaseti üzerinde önemli bir etki alanı sağlıyor. Tarihsel olarak bakıldığında, ABD’nin 1961 ve 1980 darbelerinde kilit bir rol oynadığı ve bu darbelerin ortaya çıkardığı baskıcı ve otoriter “anti-komünist” rejimleri desteklediği biliniyor.
ABD’nin Güney Kore politikalarının her zaman temel bir amacı oldu: Kuzey Kore (Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti) ile barışı engellemek. Çünkü Güney ve Kuzey arasındaki gerginlikler ve askeri ilişkiler, ABD’nin Güney Kore’deki askeri varlığını meşrulaştıran temel gerekçe.
Son yıllarda ABD’nin giderek artan Çin karşıtı tutumu ve Asya-Pasifik bölgesinin bir NATO gibi yeniden yapılandırılması girişimi, Güney Kore’nin stratejik önemini daha da artırdı.
Güney Kore, Japonya ile birlikte ABD’nin bölgedeki ana askeri üslerinden biri olmasının yanı sıra, Çin’e olan coğrafi yakınlığıyla da kritik bir pozisyonda bulunuyor.
Birkaç ay önce yazdığım bir makalede bu durumu şöyle özetlemiştim:
“Geçtiğimiz yarım yüzyıl boyunca ABD ve Asya-Pasifik’teki müttefikleri, bölgede NATO benzeri bir kolektif güvenlik yaklaşımından uzak durarak, sözde bir ‘merkez ve çubuklar sistemi’ [hub-and-spokes system] uygulamayı tercih etti. Bu sistemde ABD, merkez rolünü üstlenirken, çeşitli ikili ve çok taraflı ittifaklar güvenlik tekerleğinin çubukları işlevi görüyordu. Ancak son yıllarda, Pekin ile artan gerilimler arasında, bu girişimler çoğaldı ve siyasi, askeri ve iktisadi anlaşmalarla Çin’in çevresinde, The Economist’in tabiriyle, ‘giderek kalınlaşan bir ağ’ oluşturuldu. ABD, şimdi ise bu yaklaşımı bir adım ileri götürmeye kararlı görünüyor: Parça parça düzenlemelerden oluşan bu sistemi tam teşekküllü bir askeri ittifaka, bir Asya NATO’suna dönüştürmek.”
ABD’nin Güney Kore’deki tarihsel etkisi ve son dönem stratejik hedefleri göz önüne alındığında, Cumhurbaşkanı Yoon’un sıkıyönetim hamlesinde ABD’nin dolaylı ya da dolaysız bir etkisinin bulunup bulunmadığı sorusu haklı bir şekilde gündeme geliyor.
Cumhurbaşkanı Yoon Suk Yeol, 2022’de göreve gelmesinden bu yana, Güney Kore’nin dış politikasını daha belirgin bir şekilde ABD yanlısı bir çizgiye oturtarak önemli bir rol oynadı.
Seong-hyon Lee, George HW Bush ABD-Çin İlişkileri Vakfı Kıdemli Üyesi ve Harvard Üniversitesi Asya Merkezi Misafir Araştırmacısı, geçen yıl bu konuda oldukça ilginç bir makale kaleme aldı:
“Yoon —dış politika deneyiminden yoksun biri olarak— 2022’de Güney Kore Cumhurbaşkanlığı görevini devraldı. Genel kanı, onun iç meselelere odaklanacağı yönündeydi. Fakat Yoon, Güney Kore’nin yakın geçmişinden belirgin şekilde farklı bir dış politika rotası çizerek, ABD’ye doğru net bir eğilim gösterdi.”
Yoon’un dış politikası, selefi eski Cumhurbaşkanı Moon Jae-in’in yaklaşımından keskin bir şekilde ayrılıyor.
Yoon, Moon’u açıkça “Çin yanlısı” olarak nitelendirmiş ve bir konuşmasında şu ifadeyi kullanmıştı: “Çoğu Güney Koreli, özellikle de gençler, Çin’i sevmiyor; buna rağmen Moon’un yönetimi Çin yanlısı politikalar izledi.”
Yoon, Eylül 2022’de New York Times’a yaptığı açıklamada, Güney Kore’nin ABD-Çin ilişkilerinde daha net bir duruş sergileyeceğini ifade ederek pozisyonunu açıkça ortaya koymuştu.
Cumhurbaşkanı Yoon, yakın zamanda düzenlenen ABD-Japonya-Güney Kore üçlü zirvesinin mimarlarından biri olarak dikkat çekti. Bu zirve, Güney Kore’nin eski sömürgeci gücü olan Japonya ile ilişkilerin yeniden iyileştirilmesini hedefleyen Yoon’un çabaları olmadan pek mümkün görünmüyordu.
Zirve, resmi bir askeri ittifak oluşturmaktan uzak kalsa da NATO’nun 5. Maddesi’nin ruhunu yansıtan bir anlayışla dikkat çekti: “Birine yapılan saldırı, hepsine yapılmış sayılır” prensibi yerine, “tehdit” kavramı üzerinden ortak güvenlik anlayışı vurgulandı.
Bazı gözlemciler, bu yeni güvenlik ortaklığının, AUKUS Paktı’ndan bile daha tarihi bir öneme sahip olabileceğini öne sürdü. Öte yandan, Çin’in devlet gazetesi Global Times, Camp David zirvesini “Yeni bir Soğuk Savaş’ın başlangıç düdüğü” olarak nitelendirdi.
Cumhurbaşkanı Yoon’un dış politikası, demokratik değerlere dayanıyor ve ortak ideallere dayalı ittifaklar savunuyor. Japonya’yı “evrensel değerleri paylaşan bir ortak” olarak tanımlayan Yoon, Kuzey Kore’nin insan hakları ihlallerini ve Çin’in Kuzey Koreli mültecileri zorla iade etmesini açık bir şekilde eleştirdi.
Yoon’un liderliğinde, Güney Kore ilk kez bir NATO zirvesine katıldı ve Kuzey Kore’ye karşı caydırıcı bir tedbir olarak ABD’nin nükleer denizaltılarının Güney Kore limanlarında periyodik olarak konuşlanmasına onay verdi.
Ayrıca Güney Kore, Camp David’de imzalanan ortak bildiriyi destekleyerek, Çin’i Güney Çin Denizi’ndeki “tehlikeli ve saldırgan tutumları” nedeniyle açıkça eleştirdi ve Tayvan konusundaki tutumunu net bir şekilde ortaya koydu.
Cumhurbaşkanı Yoon’un dış politikası, Güney Kore’yi küresel arenada yalnızca ABD’nin güçlü bir müttefiki olarak konumlandırmakla kalmıyor; aynı zamanda bölgedeki güvenlik düzenini yeniden şekillendirecek bir aktör olarak öne çıkarıyor.
Fakat bu strateji, Güney Kore’yi Çin ile karşı karşıya getirme ve Kuzey Kore ile gerilimi artırma riskini de beraberinde getiriyor.
Cumhurbaşkanı Yoon Suk Yeol, ABD ile iktisadi bağları da derinleştirdi. Geçen yıl ABD Başkanı Joe Biden’ın Seul ziyaretinde, Yoon yönetimi ABD liderliğindeki Hint-Pasifik Ekonomik Çerçevesini (Indo-Pacific Economic Framework-IPEF) resmen benimsedi.
Ayrıca Güney Kore’nin önde gelen şirketlerinden Samsung ve Hyundai Motor, ABD’de yarı iletken ve elektrikli araç bataryası üretim tesisleri kurmak için milyarlarca dolarlık yatırımlar yapmayı taahhüt etti.
Fakat, Yoon’un ABD yanlısı politikaları, özellikle de Japonya ile daha yakın ilişkiler geliştirme konusundaki desteği, halk desteğini kayda değer ölçüde kaybetmesine neden oldu.
Lee Seong-hyon, Yoon’un bu politikasının onu Güney Kore’de izole ederken, ABD’nin Çin karşıtı agresif duruşuna verdiği destekle Washington’da birçok dost kazandırdığına dikkat çekiyor. Bu bağlamda, dünkü olaylarda Washington’un hiçbir rol oynamadığını varsaymak ne kadar gerçekçi?
ABD’nin dış politika çevrelerinde, Yoon’un olası halefi olan Lee Jae-myung’un —60 yaşındaki Demokrat Parti lideri— Çin’e karşı daha uzlaşmacı bir yaklaşım benimsemesinin beklendiği ve bunun ciddi endişelere yol açtığı biliniyor. Bu durum, dünkü olaylarda ABD’nin tutumunu daha da dikkat çekici kılıyor. Arnaud Bertrand, sosyal medya platformu X’te şunları yazdı:
“[Bu durum] oldukça düşündürücü; ABD’nin Seul Büyükelçiliğinin Yoon’un darbe girişimini hiçbir noktada kınamaması ya da eleştirmemesi dikkat çekici. Darbe sırasında yalnızca ‘durumu yakından izlediklerini’ yazdılar ve darbenin başarısız olmasının ardından Yoon’un sıkıyönetimi sonlandırma kararını ‘önemli bir adım’ olarak övdüler. Hepsi bu.”
ABD Büyükelçiliğinin bu pasif tutumu, Washington’un dünkü olaylara yönelik tavrını sorgulayanlar için daha fazla soru işareti yaratıyor.
Olayların perde arkasında tam olarak ne olduğunu belki hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Fakat açık olan bir şey var: ABD’nin giderek artan agresif askeri duruşu, yalnızca resmi düşmanlarını değil, aynı zamanda müttefik müşteri devletlerini de hem Avrupa’da hem de Asya’da, derinden istikrarsızlaştıran bir güç haline geliyor.
ABD, bu ülkeler üzerindeki egemenliğini sürdürmek için —demokratik süreçleri baskı altına almak ya da halkın iradesini görmezden gelmek pahasına dahi olsa— her türlü yolu denemeye hazır görünüyor. Güney Kore’deki son olaylar, bu eğilimin bir başka örneği olarak okunabilir. Vasal olmanın bedeli hiç bu kadar ağır olmamıştı.
Çeviri: YDH