ABD’nin ‘küreselci hegemonya’yı yeniden tesis edeceği beklentisiyle seçilen başkanı Biden, geçen hafta Amerikalılara seslenirken, çatışmaların (İsrail’in Filistin halkına yönelik katliamlarını kast ediyor) kendilerinden çok uzakta gerçekleşmesinin önemli olmadığını söyleyerek, “İsrail ve Ukrayna’nın başarılı olmasını sağlamak, Amerika’nın ulusal güvenliği açısından hayati önem taşıyor” demişti. İsrail’in işlediği suçların arkasında hizalanan emperyalist güçlerin ağa-devleti, hem kendi halkına telkinde bulunuyor hem de başlayacak kara operasyonunun dökeceği kan için koruma şemsiyesi açıyordu.
Önceki gün CNN yayınında, Cebaliye mülteci kampını içinde sivillerin olduğunu bildikleri halde vurduklarını soğukkanlılıkla kabul eden İsrail ordu sözcüsü, yüzyıllar içinde oluşmuş kimi evrensel ilkelerin bile tanınmadığı, katliamların açıktan savunulduğu bir ‘yeni dönem’in içinden konuşuyor. Önümüzdeki tablo açık: Küresel emperyalizm artık tartışmalı hale gelmiş olan hegemonyasını kanla sınayacak ve bu ‘yeni dönem’i kural haline getirmeye çalışacak.
Peki Türkiye’nin ‘Filistin dostu’ neo-İslamcı rejimi ne yapıyor? Bütün bu kanlı plana temelden bir itirazı var mı? Elbette yok. Bir yandan tamamen iç siyasete odaklı bir hamaset bayrağı sallanıyor. Toplumun İsrail’in saldırılarına karşı öfkesi, bu öfkeyi hem yedeklemeye hem de sönümlendirmeye dönük seçim mitinglerine sıkıştırılıyor. Diğer yandan da rejim aktörleri arasındaki bir rol paylaşımı ile emperyalist güçlerle de ilişkiler korunmak isteniyor. Rol paylaşımında İsrail aleyhine bal yapmayan arı gibi bağırıp çağırmanın popülaritesi Erdoğan’a, tıkanan ekonomiye pompa olacak parayı bulmak için küresel finans merkezlerini ‘ikna’ mesaisi Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e düşüyor. İsrail’le ekonomik ilişkilerin AKP iktidarı döneminde on katın üzerinde arttığı, bu ülkenin Türkiye’nin dış ticaretinde 10. sırada yer aldığı hamaset basınının gündemine girmiyor.
Benzer bir rol paylaşımı ya da sahte ikilik iç siyasete de hâkim. Yeni İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, bazı sokak çetelerine ya da sosyal medya ünlüsü dolandırıcılara yönelik operasyonlar nedeniyle pek bir revaçta. Muhalefet de onun şahsında bir ‘normalleşme tesellisi’ bulmaya çok yatkın. Ana muhalefet lideri işi “vatanını seven Yerlikaya’yı desteklesin” demeye kadar vardırdı. Oysa Cumartesi Anneleri’ne, yurtlardaki ölümcül ihmallere karşı hakkını arayan öğrencilere, en temel taleplerle direnen Agrobay, Trendyol işçilerine ters kelepçeyle, biber gazıyla, copla cevap veren de aynı bakanlığın polisleri, jandarmaları…
Yargı mecrasında da durum farklı değil. Öncesi bir yana, 10 yılı aşkın süredir tamamen siyasetin bir minderine, cemaat ve tarikatların podyumuna dönüşmüş olan yargıda da bir ‘hesaplaşma’ bekleniyor. Mevcut sistemin sürdürülemez şekilde tıkandığı ve bir çatışmanın kaçınılmaz olduğu yorumları yapılıyor. Konuyla ilgili olarak Cumhurbaşkanına sunulan MİT raporları, yargı içindeki bazı üst bürokratların elden ele dolaşan mektupları bu ‘mukadder hesaplaşma’nın belirtileri olarak görülüyor. Bizde devlet, 12 Mart’tan beri, tıpkı güvenlik bürokrasisinde olduğu gibi, yargıda da ‘temizlik’ görünümlü ‘düzeltme’ler yapar. Berber koltuğuna oturur ve suçları uçlarından aldırır… Böyle bir düzeltme zaten Sedat Peker’in ifşaat sürecinden beri kaçınılmaz olarak kapıya dayanmıştı. Bu bakımdan, emniyetle birlikte yargıda da bazı taşların yerinden oynaması şaşırtıcı olmayacak. Ancak rejimin hukuk konusundaki ana ekseni, gerek Can Atalay’ın Anayasa Mahkemesi kararına rağmen gerekse Gültan Kışanak’ın yasal tutukluluk süresi sona ermesine rağmen tahliye edilmemeleriyle; bizzat Adalet Bakanı’nın bu hukuksuzlukları kollayacak yönde açıklamalar yapmasıyla açığa çıkıyor.
Türkiye rejimi ne uluslararası çerçevede ne de içeride, aşağıdan gelen bir baskı olmaksızın demokratikleşmeyecek. Türkiye’de hukuk ve siyaset, Maliye Bakanı’nın “köprüleri, yolları, santralleri her şeyi özelleştireceğiz” açıklamasında berraklaşan siyasal iktisadın emrindedir. Yaşamın pahalanıp emeğin ucuzladığı stratejinin emrindedir. Bu stratejinin güncel somut programı olan 12. Kalkınma Planı önceki gece Meclis’ten geçti. Emeğiyle geçinen milyonlarca insanın gündelik yaşamı ve temel demokratik sorunlar bu planın cenderesiyle karşı karşıya artık. 12. Kalkınma Planı’nda yer alan “Çağın gereklerine uygun, daha özgürlükçü, kapsayıcı ve demokratik bir Anayasa hazırlanacaktır” ifadesi yakın gelecekte topluma dayatılacak gündemi işaret ediyor. Tüm ülkeyi daha da yoksullaştıracak ve demokrasiden, laiklikten, temel özgürlüklerden daha da uzaklaştıracak bir anayasal mevzuatı, ‘çağın gerekleri’, ‘demokratik’, ‘kapsayıcı’ gibi süslü sözlerle dayatmaya, toplumu yeniden kültürel bir ikilik içinde uyuşturmaya yeltenecekler. TV reklamlarına sıkışmış ağlak cumhuriyet güzellemeleri dışında özgün bir politik pozisyonu olmayan tüm sermaye kesimleri başta olmak üzere düzen aktörlerinin bu harekâtı engellemeye niyeti de yeteneği de yok. Dünya siyasetinde onurlu ve tutarlı, ezilen halklarla gerçek bir dayanışma içinde; içeride de eşitlikçi, demokratik ve özgür bir ülke yaratmak için Türkiye emekçilerinin kendi öz güçlerinden başka bir dayanağı yok.