Recep Tayyip Erdoğan’ın imar siyasetinin iki ayağı var. Biri, hep tartıştığımız rant üretimi. Ekonomiyi çabucak canlandırmanın, servet birikiminin, oy toplamanın zahmetsiz yolu. Diğeri ise iskan. Büyük nüfus mobilizasyonuna dayandığı için ciddi politik sonuçlar doğuruyor. İşte kentsel dönüşüme, imar ve iskanı beraberce düşünüp bir de bu gözle bakmak lazım.
Peki AKP’nin şu anki imar ve iskan planları incelendiğinde, bizi yakın gelecekte nasıl bir İstanbul bekliyor?
***
İki yönlü mekânsal bir değişim söz konusu İstanbul’da. Lüks konutlar, ticaret merkezleri, turizm alanlarıyla beraber merkez ‘dikey’ olarak yenileniyor. Mülk ve servet sahipleri ile siyasi-iktisadi olanaklar üzerinde hakimiyet kurmuş zümrelerin ihtiyacına göre şekillenen ‘dikey yenilenme’, enflasyonla da birleşince, ücretli sınıfların buralarda barınmasını imkansızlaştırıyor. Henüz derinden hissedilen kent ‘içi’ ve ‘dışı’ göç dalgasının yakın zamanda şiddetlenmesi muhtemel. Haliyle ‘dikey yenilenme’, kent merkezinde net bir sınıfsal değişime tekabül ediyor.
Bir de iskan politikasıyla aynı anda ‘yatay’ biçimde genişletiliyor İstanbul. Doğal olarak arazinin bol olduğu çeperde yoğunlaşan bir değişim bu. Merkezdekine kıyasla inanılmaz hızlı, sınıfsal karakteri daha karmaşık. Hem iktidarın çıkar grupları ile sermaye sahiplerine rant dağıtımını içeriyor; hem de yeni kentliler, çalışan sınıflar, esnaf, küçük tüccar vs. pay alabiliyor. İktidar genişlemenin rotasını belirleyebilme lüksüne sahip. Siyasal/kültürel hegemonyası için verimli bir değişim yani.
Erdoğan’ın İBB koltuğuna oturduğu anda hayali buydu zaten. 1994’te, diğer adaylar göçü engelleyecek çözümler sıralarken o, gelen herkese yer açmaktan, kenti iki yakasından tutup genişletmekten bahsediyordu. Bugün serpilip büyüyen imar ve iskan siyasetinin kökenindeki ideolojik-politik tohuma dair kısa bir hatırlatma yapalım:
Necmettin Erbakan’ın 1970’lerdeki düşü, partisinin adını taşıyan Selametköy’ü kurmaktı. İki katlı, bahçeli evlerden, camilerden, okullardan, hastanelerden oluşacak dini bir getto istiyordu. Bulunan yer Arnavutköy’dü. Proje 12 Eylül ile akamete uğradı. Fakat İBB koltuğuna oturan Erdoğan’ın ilk işi Refah Partisi’nin ambleminden esinlenen Başakşehir’in temelini atmak oldu. Bugün her iki bölgenin gelişimini izliyoruz. Otoyollar, köprüler, tren yolları oraya akıyor. Havalimanı bile kaydırıldı.
Dolayısıyla kentteki ‘dikey’ ve ‘yatay’ yenilenme milyonlarca kişiyi kapsayan, sınıfların mekânsal konumlanışını değiştiren bir nüfus mobilizasyonu yaratıyor. Nitekim İstanbul’un mevcut nüfus durumu ile AKP’nin kentsel dönüşüm için hazırladığı planlarda öngördüğü yeni nüfus hareketliliği kıyaslandığında, farklı açılardan düşünülmesi gereken bir manzara çıkıyor karşımıza.
Sadece nüfusu dikkate alarak durumu biraz daha somutlayalım…
İlçelerdeki nüfus hızı ne anlatıyor?
TÜİK’in son yayımladığı 2022 nüfus verilerine göre, İstanbul’un 39 ilçesinin nüfusu ve artış hızları şöyle:
Kent merkezleri ile süratle büyüyen çeperin nüfus hızı tam aksi yönde. Çeperdeki ilçelerin nüfusu son 10 yılda 3-4 katına çıktı. Merkezde ise hız inanılmaz yavaşladı. Kentsel dönüşüm burada kaçınılmaz olarak çeperdekinden farklı bir etki yaratıyor. Nüfusu artırmak yerine, ağırlıklı ekonomik statüyü değiştiriyor. Çeperde ise kentsel dönüşüm nüfusu artırıyor.
Bunu iktidarın kentsel dönüşüm ile planladığı yeni nüfus hareketliliği de açıkça gösteriyor.
Aşağıdaki tablo bugüne kadar ilan edilen rezerv yapı alanlarının imar planlarındaki öngörülen nüfus sayıları:
29 ilçenin sınırları içinde 2.8 milyon kişilik yeni yaşam alanları planlanmış. Halihazırda 300 bini aşan nüfusa sahip Arnavutköy’e, yeni konut projeleriyle beraber taşınması öngörülen kişi sayısı 1 milyon 300 bini buluyor. Sosyal alanlar, camiler, okullar, hastaneler, yollar, küçük büyük ticaret merkezleri, dükkanlar vs.’yi de dahil edince kente yepyeni bir kent eklenmiş oluyor.
Resmi olarak 15.9 milyon, fiilen 20 milyonu aşmış İstanbul’a en az 2-3 milyonluk ‘ek’ nereden gelecek? Merkezden sürülenler mi yerleşecek, yoksa bir göç dalgasıyla Anadolu’dan mı akacak?
İstanbul’un göç hızı negatif (-1.4) olsa da göçün detayları öğretici veriler sunuyor. İstanbul’a her yıl ortalama 380 bin civarında insan geliyor. Şu grafik gelme nedenlerine ilişkin:
Yeni konut için gelenlerin oranı yüzde 22’yi aşıyor. İş arama, aile yanına taşınma vs. eklendiğinde gelenin yüzde 53’ü yeni bir yaşam arayışında. Kayıt dışı olanları bilmiyoruz. Kentsel dönüşümle canlandırılan inşaat ekonomisinin göç motivasyonunu güçlendireceği muhakkak.
Merkezde sınıfsal netleşme, çeperinde dinamizm
Bütün bu verilere, diğer dinamikleri sabit kabul edip, uzun süredir iki kampa sıkışmış siyasi haritayla beraber bakalım bir de. Kampları apaçık gösteren şu anki İstanbul’un oy haritası böyle:
Elbette büyük siyasi sonuçlar çıkarmak isabetli olmaz. Yine de ‘dikey’ yenilenmenin sebep olduğu sınıfsal değişimin, merkezde egemen olan ana muhalefet blokunu keskin bir sınıfsal çelişkiye sürüklediğini söylemek mümkün. Üstelik mobilizasyon tek yönlü: Mülkü ve parası olan hayatta kalıyor!
İktidar blokunun hakimiyetindeki çeperde ise çok yönlü sınıfsal değişimleri ve yeni çelişkileri beraberinde getiren bir dinamizm yaşanıyor. Farklı çıkarları bir arada tutmayı gerektiren bir dinamizm bu. Popülist ekonomi politikalarıyla kültürel kamplaşmanın, dinsel ajitasyonun, cemaat-tarikat ağlarının ahenk içinde işletilmesinin mecburiyeti bundan. Çeperin heterojen sınıfsal yapısı iktidar blokunu giderek zorluyor aslında. Hele hayat pahalılığı krizi ve yüksek bir enflasyon yapışık hale gelirken. Ama muhalefetin ana gövdesinin merkezdeki sıkışmışlığının sağladığı konfor, işini epeyce kolaylaştırıyor.
Yine de keskin siyasi öngörülerden ziyade, üzerine düşünülmesi gereken olgular olarak işaretleyip bırakalım bunları. Lakin Erdoğan’ın imar ve iskan siyasetinin basitçe cebe para atmanın ötesinde net sınıfsal sonuçlar doğurduğunu tekrar vurgulayalım. Yaşam tarzı savunusuna hapsolmuş bir siyasetin istikbali pek parlak görünmüyor işin doğrusu.
***
Tarihimizde iskanın özel bir yeri vardır. Osmanlı’nın Rumeli ile başlayan iskan taktiği, imparatorluğun ömrünü de uzatan kurumsal bir politikaydı. Bir siyasal cezalandırma yoluydu da. Cumhuriyet döneminde esasını mülkiyet/servet değişiminin oluşturduğu kitlesel sürgünlere sık başvuruldu mesela. Veya Ankara’nın başkent olarak imarı, yeni elit sınıfın hakimiyetinin de inşasıydı.
1970’lerdeki gecekondu furyasının İstanbul’un siyasi karakterine etkilerini iyi biliyoruz. Sanayi sermayesinin ve kentsel hizmetlerin ucuz emek deposu olarak gelişen gecekondular, sol siyaseti güçlendirmeden tapu dağıtan bir tür siyasetçi üretmesine, mafyalaşmadan Sivaslı, Tokatlı vb. hemşehrilik üzerinden belediye yönetimlerini belirlenmesine uzanan tarihe sahip, muhteşem bir iskan örneğidir.
Kısaca iskan ve imar, yer altı zenginliğinden yoksun bir memlekette yeni rejim inşa etmenin daima etkili politikalarından birisi olmuştur.
Erdoğan da çeyrek asrı aşkın süredir imar ve iskan politikasını istikrarlı biçimde sürdürüyor. Ve her seferinde daha da geliştirdiği bu politikayla, tıpkı bir koç başı gibi dönüp dönüp İstanbul’un surlarını dövüyor. Tutkuyla arzuladığı rejiminin tacı olarak gördüğü İstanbul’u iskanla kuşatıp, imarla yeniden biçimlendirmek istiyor.
Başarıp başaramayacağı çok fazla etkene bağlı. Ama gerekirse depremi bile bu uğurda fırsat görmekten çekinmeyeceğini bilelim.