31 Mart yerel seçimleri sonrasından bu yana “yumuşama” olarak adlandırılan bir süreç gündemi meşgul ediyor. Seçimlerden zaferle ayrılan CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in ‘normalleşme’ çağrısına, kuruluş yıllarından bu yana uğradığı en büyük hezimet ile sarsılan AKP Lideri Erdoğan ‘yumuşama’ söylemiyle iştirak etti. Özel ve Erdoğan arasındaki görüşmelerin ardından tutanakların şeffaf biçimde kamuoyuna sunulmaması da toplumun geniş kesimleri nezdinde tepkiyle karşılandı. Lakin, sürece dair tablo izlenen politikalar neticesinde belirginliğe kavuşuyor. Öyle ki iktidar mevcut krizi aşmanın doktrini olarak işçi ve emekçilerin boğazına kemer sıkmayı öne koyuyor. Bu bağlamda daha az işçi ile daha yoğun sömürünün yolları aranıyor, ücretler baskılanıyor, devletin kasasından çıkacak her 100 liralık giderin 89’unu vergilerden karşılamak hedefleniyor, buna mukabil genel kamu hizmetlerine ayrılan bütçe yüzde 11 oranında kısılıyor, “tasarruf tedbirleri” kapsamında servis hakkı gasbediliyor, temmuz ayında ek zam sunulmayacağı açıklanıyor ancak şirketlerin vergi borçları ise tek kalemde siliniyor.
İktidar programının yerel karşılığı
Emeğe karşı kuşanılan tüm bu politik-iktisadi kılıçlar karşısında burjuva ana muhalefet partisi ise irili ufaklı düzenlediği tampon mitingleriyle süreci adeta göğsünde yumuşatıyor. Bununla birlikte iktidarda olduğu belediyelerde ise seçimlerden önce vadettiği “baharları” getirmek bir yana dursun, aksine işçi ve emekçilerin yaz aylarını kara kışa çeviriyor. Öyle ki İzmir Büyükşehir Belediyesi iştirakleri olan İzenerji’den 21 ve İzdoğa’dan 174 olmak üzere toplam 195 işçi deneme süreci, personel fazlalığı ve mali kriz gibi gerekçeler öne sürülerek işten çıkarılırken; Çiğli Belediyesi iştirakleri olan Çibel’den 122, Çiğli Gıda İnşaat Turizm’den ise 25 işçi olmak üzere toplam 147 işçi “işveren tarafından haklı sebep bildirilmeksizin fesih” maddesini içeren Kod-4 ile işten çıkarıldı. Bir diğer elde Bayraklı Belediyesinde işçilerin maaşları yüzde 30’a varan kesintilerle yatarken, yine Bayraklı’da memurların toplu sözleşmelerinden doğan iyileştirme farkları, ikramiyeleri, yol ve yemek gibi ücretleri ödenmedi. Buca Belediyesinde çalışan işçiler gıda yardımlarının geriden geldiğini aktarırken, maaşlarının ise eksik yatırıldığını belirtti. İzBB’de çalışmakta olan kamu emekçileri sosyal denge tazminatlarının iyileştirilmesini talep ederken, ‘yasal sınır’ bahane edilerek kazanılmış haklarının da yarı yarıya kesilmesi ile karşılaştı. Son olarak tek AKP’li belediye olan Menemen’de ise ‘İş yeri faaliyetinin sonlanması’ maddesini içeren Kod-17 gerekçe gösterilerek 400’e yakın işçi işten çıkarıldı.
Eylem alanlarından notlar
Tüm bu atmosferde İzmir; işçi ve emekçilerin maruz kaldığı saldırılar ve buna yönelik savunu refleksiyle serpilen mücadeleler denkleminde en sıcak yazlarından birisini yaşıyor. İşçiler ve emekçiler; iktidar ve muhalefetin uzlaşılmış sermaye programına karşı ortak ve birleşik mücadele ile göğüs geriyorlar. Öyle ki DİSK Genel-İş İzmir 2 No’lu Şubede örgütlü İzenerji işçileri, Belediye-İş İzmir 2 No’lu Şubede örgütlü İzdoğa işçileri ile işe dönüş mücadelelerini ortaklaştırdı. Bu süreçte işçilerin iradesiyle İzmir tarihinde bir ilke imza atılarak, belki de 40 yıldır yan yana gelmeyen sendikalar aynı eylem alanında buluştu. 36 gündür direnen işçiler bir muhatap aradı. Seslerinin yankısı tüm kenti sardı ancak 36 gün içerisinde bir kez Özgür Özel’le, bir kez İzBB Başkanı Cemil Tugay ile ve bir kez de CHP İzmir İl Başkanı Şenol Aslanoğlu ile görüşebildiler. Yıllar öncesinden başvurularını yapmış ve bir umut ekmek kapısı bekleyen işçilere açık açık, “Sizleri işe biz değil, Soyer aldı. Mevcut mali kriz döneminde bu alımlar kötü niyetlidir, bizi zor durumda bırakmıştır” denildi. İşçilerin yanıtı ise netti: “Bu belediye başka bir partiden devir alınmadı, bu bizim sorunumuz değil”. Kopan fırtınanın ardında parti içi kliklerin hesaplaşmasının yattığı ve işçilerin ise bu hesaplaşmalara kurban edildiği gün yüzündeydi. İşçilerin tek bir derdi vardı; kendilerini birinci ağızdan ifade edebilmek. Ancak Başkan Tugay verdiği ikinci randevuyu hiçbir gerekçe bildirmeksizin iptal etti. Muhatap almadığı işçiler, kapının önünde seslerini duyurmaya çalışırken binadan ayrılan Tugay, kapı önüne serilen “İşimizi geri istiyoruz” yazılı pankartı ayaklarıyla ezip geçti. Yetmedi… Araç çıkışlarını engellemek isteyen işçilerden birisinin ayağı Tugay’ın eskort aracı tarafından ezildi. Bir açıklama yapmak yerine, işçileri ezmek pahasına uzaklaştı alandan. Protestolar, aynı akşam Çeşme’de görülen Belediye Meclis toplantısına taşındı. Ancak Tugay’ın içeri gelen seslere yönelik söylemi, perspektifi gayet özetler nitelikteydi: “Bırakın, bağırıp dursunlar”.
Tahmin etmesi zor olmadığı üzere, bu perspektiften kamu emekçileri de nasibini almaktaydı. Toplu sözleşme masasının kurulması talebiyle iki aya yakın bir süre mücadele veren emekçiler, iş yerlerine özgü sorunların giderilmesini ve sosyal denge tazminatlarında iyileştirme istedi. Başkan Tugay, “Hukuki tereddütlerinin olduğunu” belirtti. Hükümetin toplu sözleşmeleri zapturapt altına almak istemiyle öne sürdüğü Sayıştay raporlarının arkasına sığındı. Mevcut koşullarda 14 bin lira olan SDT’lere iyileştirme beklenirken, 7 bin liraya düşürüldü. Ancak halihazırda İzBB Başkanlığını yürüten Tugay, geçtiğimiz dönemde başkanlığını yürüttüğü Karşıyaka Belediyesinde yasal sınır 8 bin 800 lira iken 15 bin liralık sosyal denge tazminatına imza atmıştı. Başkanın önceki dönemde Sayıştay raporlarından habersiz olmadığını düşünürsek, arkasına sığınılan iktidar programına entegrasyonun altını çizmek daha yerinde olacaktır. Tüm bu süreçte kamu emekçileri de tıpkı atılan işçiler gibi muhatap alınmıyordu. Toplu sözleşme masasına atılan işçilerle dayanışma halinde gelinmesi sebebiyle masaya oturulmuyor, ardından görüşme talepleri reddediliyordu. Kendi iş yerleri olan hollerde sürdürdükleri protestolarda emniyet güçleri irtibat aracı kılınıyordu. Elbette sadece aracılık yapılmıyor, Başkanın makamının bulunduğu İzmir Sanat’ın kapısı herkese açılıp emekçilere açılmayınca sabrı taşan emekçilere biber gazlı müdahalede bulunuluyordu. Sosyal demokrat(!) tavır bununla da yetinmiyor, yine emekçilerin iş yeri olan holler içerisinde yer alan İl Meclis Salonu emekçilere kapatılıyordu. “Halkın kürsüsü” olarak tariflenen İl Meclisinde söz almak, dertlerini ve taleplerini anlatmak istiyordu kamu emekçileri. Fakat söz verme tahammülü gösterilmediği gibi, salon önünde arbede sürerken lüks araçlarla arka kapıdan kaçmak tercih ediliyordu. Tüm bu göstergelerin pekala ortaya koyduğu üzere iktidarından burjuva muhalefetine değin dillerden düşmeyen “yumuşama” dönemi; özünde işçi ve emekçilere yönelik saldırı politikalarında sertlik dozunun artırılması ve krizin faturasının alın teri ile geçinenlere ödetilmesi yönünde ortaklaşmaya isabet ediyordu.
Süreç işçi ve emekçilerin bilincine nasıl sirayet ediyor?
Bir ayı aşkın bir süredir omuz omuza duran işçi ve emekçiler, bu süreçte hem öğreniyor hem de öğretiyor. Büyükşehirde işten atılan İzenerji ve İzdoğa işçilerinin kaderinin hem işten atılan Çiğli Belediyesi işçileriyle hem de ücret kavgası veren kamu emekçileriyle sıkı sıkıya bağlı olduğu yansıyordu bilinçlere. Öyle ki kamu emekçilerinin toplu sözleşme masasına birlikte gidildi, Çiğli Belediyesi işçileriyle bayramlaşıldı. Ancak arkından sızan öfkenin nereye yol aldığı, mücadelenin seyri ve akıbeti açısından önemli bir yere tekabül ediyor. Bu hususta eylem alanlarında işçi ve emekçilerle yürüttüğümüz sohbetlerde; Başkan Cemil Tugay’ın “Dediğim dedik bir kişiliğe sahip olduğu”, selefi Tunç Soyer’le kıyaslandığında “Gelenin gideni arattığı” gibi şahıslar düzeyinde toplanmış tepkilerin öne çıktığını söylemekte beis olmayacaktır. Öte yandan halihazırda mücadele eden işçi ve emekçilerin birçoğu kendini CHP’li olarak tanımlıyor. Gençliğinden bu yana “Partiye hizmet ettiğini” belirterek hayal kırıklıklarını vurgulayan emekçiler, “Bu kafadan dönülmezse evlatlarımız bu partiden nefret ederek büyüyecekler” diyerek bitiriyor cümlelerini. Bu sürece gelinene dek yalnızca birer “seçmen” olan işçilerin söylemlerinden hareket edersek, sermaye programının ortaklığı AKP ile CHP arasındaki benzerlikleri su yüzüne çıkarmış ve seçmen-parti bağlarını çözülme noktasına getirmiş gibi görünüyor. Burjuva ana muhalefetin biriken öfke ve tepkisel yansımalar karşısında seçimleri işaret ederek “Bize oy ver, baharları getirelim” yönündeki tek taraflı tiyatral söyleminin dönülen son viraj akabinde daha da boşa düştüğü apaçık. Bu bağlamda işçi ve emekçilerin yalnızca sandığa zarf atarak bulunduğu koşulları değiştirmek yolunda pek bir mesafe katedemeyeceği de aynı oranda netliğe kavuşmuş durumda. O halde gerek ücret kavgasıyla gerekse işe dönüş mücadelesiyle harlanan işçilerin seçimlere dayalı siyaset algılarının da kırılması bir zorunluluk ve bir ödev olarak karşılarına çıkıyor. Gerçeklik odadaki fil gibi ortadadır ki: Özlemini duydukları yaşam ancak ve ancak öfkelerini, taleplerini ve değiştirme iradelerini sermayeye, her renkten burjuva siyasi yelpazeye ve iktidar ile muhalefetin ortaklaştığı sermaye programına karşı kuşandığı bir politik ortamı yaratmasıyla; insanca yaşanabilir ücret mücadelelerini ve işe dönüş mücadelelerini işten atmaların olmadığı ve insanca yaşanabilecek bir düzenin inşası mücadelesi ile birleştirmeleri yoluyla mümkün.