10.4 C
İstanbul
27 Kasım Çarşamba, 2024
spot_img

Direniş Nasıl Örgütlenir? : Akbelen Direnişi’nden Deneyimler ve İzlenimler – Şeyda Tuğgen Gümüşay

Önümüzdeki sürecin birçok direnişe gebe olduğu ortada. Sadece yaşam alanı savunularına dahi baktığımızda birçok ihtimali öngörebiliyoruz. Bu ihtimalleri öngörmekle beraber önümüzdeki herhangi bir direnişte; direnişi büyütmek ve bunun için direnişi örgütlemek, direniş alanına dahil olurken direniş alanının analizini yaparak ihtiyaçları belirlemek ve uygun mekanizmaları kurmaya çalışmak, jandarma barikatını ittirmeye çalışmaktan daha az önemde değil.

24 Temmuz günü itibariyle yoğun bir şekilde gündemimize oturan Akbelen Direnişi’nin süreci aslında 2019 yılında İkizköylülere gönderilen bir ihbarname ile başladı. Gönderilen ihbarnamede, köylülere Yeniköy-Kemerköy termik santrallerine yakıt sağlayan linyit madeni sahasının genişletilmesi için topraklarını projenin sahibi olan Limak ve İçtaş’a satmaları söyleniyordu. Köylülerin teklifi kabul etmemesi ile başlatılan hukuki süreç 2019’dan bu yana devam etmesine rağmen proje durdulmadı. Keza 17 Temmuz 2021’de de Orman İşletmesi kesim ekibi Akbelen Ormanı’nda 30’a yakın ağacı kesmiş, bu kesim girişiminden ötürü İkizköylüler Akbelen Ormanı’nda direniş alanında nöbete başlamıştı.

24 Temmuz ile başlayan süreçte birçoğumuz gittiği nöbet alanı 2021’den beri devam etmekte. 24 Temmuz’da kesim için ormana girilmesi ile yeni bir direniş sürecine şahit olduk. İkizköylü köylülerin öfkesini iradeye çevirişi ve yaşam alanlarını savunuşu, direnişi gören herkesin direnişe destek olmak için imkanlarını seferber ettiği bir motivasyon kaynağına dönüştü.

Akbelen Direnişi’ni gördüğümüzde bu kadar etkileyici olan neydi? Toplumsal direnişin iyice zayıfladığı, seçim süreci ve sonuçları ekseninde nasıl bir perspektifle hareket etme sorularının yoğun olarak tartışıldığı, sokak hareketini büyütmenin yollarının bulunmaya çalıştığı bir dönemde, bir bakıma solun perspektif, hat ve yöntemler konusunda arayışının yoğunlaştığı bir süreçte; İkizköylüler yaşamlarını savunmak için karşılarındaki “o çok büyüklere karşı, yani sermayesine karşı, yani devletine karşı” güçleriyle dimdik duruyorlardı.

Bir yandan Akbelen Direnişi’nin gündeme düşmesiyle birlikte çok hızlı dillere vuran “tekrar bir Gezi mi olacak” fikri tam da arayışın içerisindeki güçlerin başka bir güçten etkilenmelerinden açığa çıkmış olabilir mi? Bu sorunun ve Akbelen’den Gezi Direnişi’nin bekleme eğiliminin açıkça tartışılması gerekliliğinin hem Akbelen Direnişi’nin seyri hem de bu günden itibaren karşılacağımız her direniş için önemli olduğu kanaatindeyim; çünkü en azından sol tarafından Akbelen Direnişi’ne yönelik yapılan müdahalelerin Gezi Direnişi çıkar mı umuduyla yapıldığı, direnişin 8. – 13. Günleri arasındaki alanda karşılaştığımız eksikliklerle ayan beyan ortada.

Nöbet olarak devam eden bir direnişte en önemli ihtiyaçlardan birisi her daim sürekliliğin sağlanması. Akbelen Direnişi için de bu ihtiyacın kendisi; direnişin seyri ve taktikleri konusunda belirleyici unsurlardan biri halinde. Direnişin devamlılığı için dışarıdan ziyaret talebi ve direniş alanında kalınması çağrıları da bu hedefi gözeten taktiklerden biri. Fakat direniş alanında kalmaya başlayan ve İkizköylü olmayan direnişçiler; direnişin öznesi haline nasıl gelecek, direniş alanında hangi görevleri alacak, direniş alanında kolektif bir yaşam nasıl örgütlenecek, nasıl ortak akıl yürütülecek, ortak irade nasıl açığa çıkacak? Direniş alanında 24 saat geçirilmeden çok hızlı bir şekilde açığa çıkan sorular/sorunlar bunlar.

Akbelen Direniş Alanı’na 31 Temmuz Pazartesi sabah saat 8 sularında vardık.  Alana girip çadırımızı yerleştirdikten sonra, masaların olduğu ve birçok kişinin sohbet ettiği oturma alanına geçtik. Alanda bir muhatap arama çabalarımız, bulmayı başarabildiğimiz tek muhatabın ‘bir ara bilgilendirme duyurusu yaparız’ cümleleriyle son buldu. Yanımızdakinden başkasını tanımadığımız, kimsenin ismimizi cismimizi bilmediği bir yerde, hem güvenlik hem de bilgisizlik durumunun yarattığı çeşitli soru işaretleriyle beraber yapılabilecek en iyi işin insanlarla tanışmak olduğuna ikna olduk ve sohbet girişimlerine başladık. İlk gün her ne kadar anlamasak dahi, ikinci günde kimlerin geceleri kaldığını ayırt edebilir, gündüz ziyarete gelenlerin direnişle ilişkisinin ne kadar temsili düzeyde olduğunu kavrayabilir duruma da gelmiştik zaten.

Alanda kalanlarla teması arttırdıkça bir yandan alanın iç dinamiklerini, koordinasyon harici herhangi bir mekanizmanın olmadığını, gündüzleri yapılan ve “forum” adı verilen organizasyonun “diplomatik ilişkiler ve temsiliyetler” harici bir derdi olmadığını da çözmüştük. Diğer yandan ise “peki burada nasıl hareket edeceğiz, ne yapmalıyız” sorusu kafada dönmeye başlamıştı. Bir yandan gün içinde ağaç budamaya başlanmasına bir tepki gösterilmiş, bir hareketlilik de olmuştu; farklı duygusal eğilimleri ve farklı politik yaklaşımları açığa çıkaran bir tepkiler toplamı demek uygun düşer sanırım. Bu düşüncelerle sohbetlere ve tanışıklıklara devam ettiğimiz bir gün bitti.

Alanda uyandığımız ilk günün sabahında ise ablukaya alındık. İş makinelerinin ağaçları budaması ve sorun çıkmaması için devlet ablukaya almaya karar vermişti. Etrafımız ablukaya alınırken herkes çadırlarından çıkmaya başlanıp toplanmıştı. Yine de kiminle nasıl hareket edeceğini kestirememe hali, yüz tanışıklıklarının ötesine geçememe, koordinasyondan yetkililerin inisiyatif tarzı ve önerileri hareket etmeyi zorlaştıran bir etken olarak gözümüzün önünde durmaya devam ediyordu. Durup izleme halinin ötesine geçmek için yapılan birçok konuşmanın sonucunda ses çıkarma eylemi açığa çıkarken, hareket etmek isteyen birçok insanın tartışması ve önerileri de daha gözle görünür bir hale gelmişti. Günün ilerleyen saatlerinde ise alan koordinasyonu tarafından bir basın açıklaması örgütlendi ve yapıldı; alanda kalan direnişçilerin yol kesme eylemi planı ise öncesinde tamam denmesine rağmen ufak katakullerle devre dışı bırakıldı. Yine de o günün asıl kazandırıcı yanı, nöbet alanında kalan herkesi kapsamasa dahi toplantı yapan ve hareket iradesi koyabilen bir toplama dahil olabilmek ve alan koordinasyonunu bizden temsilcilerle toplantı yapmaya zorlama olmuştu.

Alanda kaldığımız üçüncü günde kendi eylem planımız dahilinde hareket etmeye hedeflerken yine bir diğer ortak kararımız olan anlık gelişmelere refleks gösterme ve inisiyatif alabilme ekseninde jandarmanın alan sınırları daraltmasına karşı eylem geliştirdik. Zincir eylemi olarak başlattığımız eyleme, o gün alana gelen demokratik kitle örgütlerini (KESK, TMMOB, TTB) de biraz zorla ve ufak cinliklerle katmayı başardık. Direniş alanını ziyarete gelenlerin direnişi selamlama tutumunun ötesinde, alandaki gelişmelere tepki vermesini ve dahil olmalarını zorladık. Eylemimizin devamında ise “Dikmece’den Cudi’ye Yeryüzüne Özgürlük” yazan bir pankartla yürüyüş yapmak istedik, jandarmanın saldırısı sonucunda bir arkadaşımız gözaltına alındı.

Arkadaşımızın gözaltına alınması sosyal medya üzerinden ciddi gündem olurken gözaltı sonrası başlayan forumda bahsi dahi geçmedi. Bunun üzerine söz alarak eylemimizi anlattık ve arkadaşımızı alacağımızı da vurguladık. Gözaltı takibi konusunda alan koordinasyonuyla iletişimde kaldık, koordinasyonun avukatlarla iletişimde olduğunu ve takip ettiklerini düşünerek iletişimimizi onlar aracılığıyla sürdürdük fakat arkadaşımızın avukatla ilk görüşmesinin gözaltı saatinden altı saat sonra olduğunu ve bu altı saatin organizasyon sorunundan kaynaklandığını öğrendiğimizde güvenlik konusu bir kez daha gündemimize yerleşti.

Direniş nöbeti olarak bilinen bir alanda; gelenlerin özneleşebilmesi, inisiyatif alabilmesi ve direnişin geleceğine dair dert edinmesi, direniş sürdürülebilirdiğini belirleyen ana şeylerden biriyken Akbelen Direnişi’ne dair açığa çıkan asıl sorunsal, Akbelen alanına gidişlerin “Gezi çıkar mı” fikriyle planlanması ve “direnişin örgütlü niteliği olması kadar örgütlenmesi gereken bir fenomen de olduğu gerçeği”nin göz ardı edilmesine ilişkin. Devlete karşı anlık ve refleksif tutumlar, direnişin ilk haftasında direniş alanına gidenlerin gündeminde olmasına rağmen direnişin örgütlenmesi fikri ne yazık ki gündeme girememiş. Alan koordinasyonun hak ihlalleri ufkundan ötede bir tarzı benimsemediği, farklı önerilere ve gündemlere kapalı tutum aldığı bir tablo, ancak direnişçilerin ortak iradesiyle değiştirebilir bir durum. Direniş alanın kendi gündemi haricinde “Cudi ve Dikmece”yi kendi gündemine alması bile çeşitli eylemlerin sonucunda kazanıldı(!).

Akbelen Direnişi’nde kaldığımız sürede, ikinci günden son güne kadar toplantı alarak en azından perspektif tartışma, kendi eylemlerimizi ve hedeflerimizi planlama, mekanizmayla hareket etme, kendimizi direnişe dahil etme gibi konularda adım attık. Bu süreçle bir kez daha gördük ki uzun edimli ve bazı yönetsel mekanizmaların var olduğu çeşitli direnişlere dahil olduğumuzda kendimizi dağınık, karar alma mekanizmalarına dahil olmak için kanalların bulunmadığı bir durumda bulmamız şaşırtıcı değil. Bu durumlarda hızlıca adımlar atmak, ortaklaşma imkanımız bulunan siyasetleri ve insanları bulup bir araya gelerek örgütlü tutum almak ve direnişin bütün paydaşlarını dahil edebilecek bir mekanizma yaratmak, direniş alanını ve direnişi  örgütlemek için bir örgütlülük oluşturmaya çalışmak; böylesi alanlar için akılda tutulması gereken zorunlu bir inisiyatif aralığı. Bu örgütlülüğü oluştururken direnişin koşullarına ve dinamiklerine dair –kendi gözlem ve deneyimlerimiz üzerinden analizde bulunmanın yanı sıra–  direniş alanında bizden daha eski olanlardan aktarım almaya çalışmak; eleştiri ve itirazlarımızı sakınmadan, kendi öznelik ve inisiyatif koşullarımızı oluşturmaya zorlarken bunu yerelin inisiyatifini ezmeyen ve diyalog kuran bir yerden yapmak da keza not edilmeli. Akbelen Direnişi’nde kırılma anlarını, dönüşüm süreçlerini ve kronik sorunları bilenlerden aldığımız bilgiler adımlarımızı atmayı büyük ölçüde kolaylaştırırdı lakin komiteyle diyalog sürdürmemize rağmen İkizköy köylüleriyle gelişkin ilişkiler kuramayışımız da zorlaştırıcı bir etken oldu.  Bu sebeple, herhangi bir direnişte hangi mekanizmaların var olduğunu anlamak ve eksiklikleri giderecek örgütlülükler yaratmak ve direnişin özneleri ile temsili değil organik bağlar geliştirmek sadece Akbelen için değil, tüm direnişler için heybeme attığım ve atmamıza ikna olduğum çıkarımlar arasında.

Kolektif yaşamın ise çok sınırlı olarak örgütlendiği bir alanın içerisinde sanıyorum ki kolektifin değiştiriciliği ve dönüştürücülüğünü deneyimlemek ise direniş alanında vakit geçirenler arasında küçük bir azınlığın konusu oldu. Yine de örgütlülük geliştirebildiğimiz bir toplam olarak hem aktarım  yapabileceğimiz hem de tartışma yürütebileceğimiz bir iletişim kanalı kurmamız, direniş alanında oluşturduğumuz ilişkilerin ve örgütlülüğün alanda bulunduğumuz süreyle sınırlı tutmamayışımız; ilişkilerimizi sürdürmeye, geliştirmeye ve sonraki süreçler için işlevsel kılmamız direnişlere “anlık” ve “birbirinden kopuk” bakmayan bir nitelik geliştirdiğimizin hem kanıtı hem de potansiyel birçok direnişi ve kolektif yaşamı dönüştürmek için ihtiyaç duyulabilecek bir araç.

Önümüzdeki sürecin birçok direnişe gebe olduğu ortada. Sadece yaşam alanı savunularına dahi baktığımızda birçok ihtimali öngörebiliyoruz. Bu ihtimalleri öngörmekle beraber önümüzdeki herhangi bir direnişte; direnişi büyütmek ve bunun için direnişi örgütlemek, direniş alanına dahil olurken direniş alanının analizini yaparak ihtiyaçları belirlemek ve uygun mekanizmaları kurmaya çalışmak, jandarma barikatını ittirmeye çalışmaktan daha az önemde değil. Bir sonraki direnişte, İkizköylülerin öfkesi, hareket etme eğilimi ve direnişi örgütleme iradesiyle yan yana gelinmesi dileğiyle.

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol