22.2 C
İstanbul
8 Eylül Pazar, 2024
spot_img

Derinleştirilmiş tecrit: Kuyu tipi hapishaneler – İsmail Güney Yılmaz

"Devrimciler koğuş sisteminden sonra zorla sokuldukları F tiplerinde bir süre sonra kendine özgü bir komünal, örgütlü, dayanışmacı yaşamı yeniden inşa ettiler. İşte tam da bu sebeple, F tiplerinin teslim almak için yeterli bulunmadığı bu noktada kuyu tipi S ve Y hapishaneleri gündeme getirildi."

Hapishane nüfusu -adli mahkumlar özelinde salıverme/denetimli serbestlik uygulamalarının yaygınlığına karşın- son yıllarda dikkat çekici bir biçimde artıyor. “Dikkat çekici” dediysek lafın gelişi tabiî, toplumda, onca hak ve yaşam ihlaline sebebiyet veren bu gündemin bir karşılığı ne yazık ki yok. Bu vaziyetin bir toplum mühendisliğinin sonucu ortaya çıktığının da altını kalınca çizmek gerek.

Hapishaneler gündemi en azından 12 Eylül’den beri Türkiye solunu meşgul eden mühim başlıklardandır. Az önceki cümleyi -di’li geçmiş zamanla bitirmemizde de bir mahsur yok. Zira ‘90’ların ortalarından ve bilhassa 19 Aralık 2000 katliamından beri hapishanelerdeki duruma dair ilgi neredeyse yalnızca devrimci hareketlerle sınırlanmış durumda. “Doğrudan muhatap onlar dolayısıyla bu sonuç normal” denilebilir. Fakat gerçekten öyle mi?

Hayır, kapatma, sindirme, pişmanlık dayatma ve tecrit pratiklerini göğüsleme işinin devrimcilere havale edilmesi hiçbir açıdan anlaşılır değil. Bir kere sol ahlâk, dayanışma ruhu, ideolojik hassasiyet gereği “Bu bizim gündemimiz değildir” denilemez. Kaldı ki Türkiye solu geçmişte gerçekten utanç verici olan kimi iç çatışmaların öznesi olmuşsa da dünya solu içinde özel  bir harekettir. Bugünkü konumlanmalar her ne olursa olsun, cümlenin tam anlamıyla kanı birbirine karışmış, yoğun siper yoldaşlığı tecrübesine sahip akımlardan söz ediyoruz.

İkinci olaraksa “duygusal” ya da düşünsel akrabalık gereği değil daha pratik bir gerekçe, Türkiye’nin devlet gerçeğine, bu gerçeğin AKP döneminde evrildiği konsepti içeren bir gerekçe sunabiliriz. Hapishanelere sadece devrimci militanlar atılmıyorlar. Ağır tecrit koşullarını tecrübe etmek zorunda kalanlar yalnızca zaten bu sonu bir ihtimal olarak çıkınına atmış, her bedeli göze almış savaşçılar ya da ileri sempatizanlar değiller.

Hapishane tecrübesi yaşamayı hiç hesap etmemiş sıradan muhalifler de her an kendilerini tecrit hücrelerinde bulabilirler. Yazdığınız bir yazı, attığınız bir tweet, katıldığınız herhangi bir protesto en az birkaç aylık F tipi kapatmasını size yaşatabilir. Yasal bir parti üyesi olmanız ya da örgütsüz olmanızın da hiçbir önemi yok. Eğer az çok duyarlı bir insansanız hücrelerdeki o bambaşka hayat hakikatiyle sınanma olasılığını da hesaba katmalısınız. Devlet, otuz yıldır devrimciliği yok etmek için, komünistlere düşünce değişikliğini dayatmak için özel bir program dahilinde profesyonel bir tavır alıyor. Hapishaneler de en başından beri bu projenin göbeğinde yer alıyor. Oradaki devrimci komünitenin beyaz bayrak çekmesi toplumun da tam teslimiyeti biçimde kodlanmıştır. 19 Aralık katliamı döneminde Cezaevleri Genel Müdürü olan Ertosun, F tipleri için “Bu proje yapılacak, biz bir düşünceyi (devrimciliği kastediyor) ne pahasına olursa olsun yok etmek istiyoruz” demişti. Dönemin Başbakanı Ecevit ise cezaevleri sorunun çözülmesiyle geleceğe umutla bakma arasında doğrudan korelasyon kuruyordu. Daha da ileri giderek, bu sorun (cezaevleri sorunu) çözülmeden IMF paketinin bile uygulanamayacağını söylüyorlardı. Oyunu gayet açık oynuyorlardı yani.

Nitekim o kriz döneminde ciddi, kitlesel hükümet protestoları gerçekleşmiş olmasına karşın bu enerji devrimci bir duruma doğru sıçrama yapamamıştı. Zira devrimciler kıyımdan geçmişti ve etkileyici olmayan bir toparlanma ancak 2004-2005’ten sonra su yüzüne çıkabilmişti. Yani devlete karşı halk öfkesinin AKP’yi çoktan tek başına iktidara getirmiş olduğu yepyeni bir dönemde. 28 Şubat – Öcalan’ın yakalanması -19 Aralık – ANASOL-M hükümet krizi ve AKP iktidarı. Bu hızlı süreç, hem oligarşi içi savaşın ivmelendiği bir dönemi hem de her türden radikal muhalefetin törpülendiği bilinçli bir çalışmayı imliyor.

Hapishanelere dönelim buradan. F tipi gündemi bugüne göre daha kitlesel eylemlerle karşılanmış olsa da, katliama doğru toplumsal ilgi kademeli olarak düşmekteydi. Medyanın konuya ilgisi olsa da bu yalnızca devrimciliğin ne kadar hastalıklı bir ideoloji olduğunun ve F tiplerinin beş yıldızlı otelden farkı olmadığının propagandasını sunma biçimindeydi. Toplumun ilgisinin F tipi gündemine düşüklüğünün iki sebebi vardı. Biri devletin o süreçte çok ağır seyreden fiziksel ve ideolojik baskısıydı. İkincisi ise ’80 sonlarında yeniden yükseliş eğilimi gösteren devrimci hareketin 1998’de sınırlarına geldikten sonra oradan yukarıya tırmanacak kudreti gösterememesi ve zaten düşüşe geçmiş olmasıydı. Uzatmadan söylersek 1995 Gazi Ayaklanması ve 1996 Kadıköy 1 Mayıs’ının dikkatlice incelenmesi muazzam potansiyeli de kurmay/kadro/insan malzemesi yetersizliklerini de gözler önüne açıkça serecektir.

28 devrimcinin öldüğü 19 Aralık kıyımından sonra ölüm oruçları ve çeşitli direnişler hapishanelerde ve dışarıda (örneğin Ankara Abdi İpekçi parkında beş yıl kesintisiz süren TAYAD oturma eylemi gibi) sürdürüldü. Yani tutsaklar F tiplerine sokulsa da operasyon amaçlarından birini karşılayamadı. Cephe, 2007’ye kadar ölüm orucuna devam etti. Sonunda avukat Behiç Aşçı’nın direnişiyle eylemin ve hapishanelerin tekrar ülke gündemine sokulduğu bir dönemde Bülent Arınç’ın girişimiyle bir anlaşma sağlanarak ölüm oruçları sona erdirildi. Kazanımlar daha insani şartlar ve ortak havalandırma hakkıydı. Tek bir insan sesi duymanın bile hayati olduğu hücre yaşamı için önemli kazanımlardı bunlar. Ölüm oruçları 122 cana mal oldu, 600 kişi sakat kaldı. 12 Eylül’de direnişle aşılan insanlık dışı şartlardan sonra ‘80’lerin sonundan beri gündemde tutulan tabutluk tipi hapishaneler 1996 ölüm orucuyla savuşturulsa da 19-22 Aralık 2000’de devrimciler kaybetmiş oldu. Ara dönem zaten gelecek büyük operasyonu haber veren Buca, Ulucanlar, Diyarbakır hapishanelerinde yapılan kanlı operasyonlarla geçmişti.

Devrimciler koğuş sisteminden sonra zorla sokuldukları F tiplerinde bir süre sonra kendine özgü bir komünal, örgütlü, dayanışmacı yaşamı yeniden inşa ettiler. Yer yer şiddetli ihlaller yaşansa da[1] birçok hapishanede devrimcilerle idare arasında bir konsensüs ve denge sağlandığı sır değil. Tutsaklar F tiplerinde “top” denilen yumuk hâline getirilmiş kâğıtlarla hücreden hücreye iletişimlerini sağlıyorlar, o şartlarda olabildiğince ortak sosyal etkinlikler gerçekleştiriyorlar hatta tamamen el ürünü dergiler (çoğu mizah dergisi) dahi çıkartıyorlar. Hücrede yaşam her anıyla direniş, irade savaşı ve psikolojik harp demektir. İdareler “burası Bayrampaşa değil!” diye sık sık hatırlatsalar da tutsakların hücre koşullarında kendi kurallarına göre yaşam tarzı iradesi kırılamadı.

İşte tam da bu sebeple, -sanki çok serbest bir ortam varmış gibi- F tiplerinin teslim almak için yeterli bulunmadığı bu noktada kuyu tipi S ve Y hapishaneleri gündeme getirildi. Bu hapishanelerden kısa sürede çok sayıda da inşa edildi.

Esas olarak ağırlaştırılmış müebbet alan mahkumlar için tasarlanan bu hapishanelere her türden siyasi tutsak, “tehlikeli tutuklu” adlandırmasıyla keyfi olarak konulabiliyor. Yerin dibine inşa edilen, hava, gün ışığı almayan, havalandırma ve iletişim/sosyalleşme imkânlarının iyice kısıtlandığı beş adımlık yapılar bunlar.

Bugün işte bu hapishanelerden dünün en kötüsü olan F tiplerine sevk edilmek için bir direniş var. Ölüm orucu ve açlık grevindeki siyasi tutsaklar Cemil Kurt, Alişan Gül ve Nurettin Kaya direnişleri sonucunda yakın zamanda F tiplerine sevk edildiler. F tiplerine sevkin bir kazanım olduğunu, bunun için ölümün göze alındığını idrak edersek kuyu tipi hapishane gerçeğinin ne olduğunu anlarız. Cem Dursun, Oktay Kelebek, Rezzan Şengül, Vedat Doğan, Halil Yakut adlı tutsaklarsa “yüksek güvenlikli” diye adlandırılan bu hapishanelerde hâlen açlık grevindeler.

Tutsakların insandışılaştırılması, ceza içinde ceza anlamına gelen tecrit gündemi bugün bize çook uzak, ilgisiz bir gündem gibi geliyor olabilir ama fena hâlde yanılıyoruz. Ne bu satırların yazarının ne de bu yazıyı okuyanların yarın o hücrelerde olmama gibi bir garantisi var. Zaten mesele bu da değil. Mesele biteviye sol göğsümüzden sökülmeye çalışılan insaniyet cevherini, devrimci duyarlılığı yitirmemekte.

Dipnot:

[1] 2007’den sonra da hapishanelerde ölümle sonuçlanan ölüm oruçları gerçekleştirildi.

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN TEMMUZ SAYISI ÇIKTIspot_img
İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol