Denize düşen öncelikle korkuyu ve endişeyi bırakıp denize düştüğü için mutlu olmakla başlamalıdır işe. Yüzmeyi bildiğini hatırlamalıdır ve artık bir deryada ise buna kavuştuğuna mutlu bir şekilde bir şeye sarılmayı beklemeden yüzmeye başlamalıdır.
Netleşme budur. Görmek istemeyen gözlere, anlamak istemeyen akıllara giderek bulanıklaşan, görmek isteyene, yürümek ya da yüzmek isteyene netleşen yollar, denizler vardır.
Bugün de böyledir. Bir yandan saflar netleşirken bir yandan bulanıklık artmaktadır. Bu bulanıklığa karşı ise yapılması gereken yalındır. Bir soruya cevap vermek gerekir. Kendi durumundan veyahut içinde bulunulan hâlden soyutlanarak, “ben hangi sınıfın yanındayım” sorusunu cevaplayabilmek gerekmektedir.
Bazı açıklamalar ve sorularla anlatmak istediğimizi netleştirmeye çalışalım.
Meral Akşener, “Otel işleten emniyet müdürleri var. O otellerde fuhuşun ötesinde yetiştirme yurdunda kalan kızlar çalıştırılıyor” demiştir ve MİT’in öğrencisi olduğunu eklemiştir.
Yargıtay Can Atalay için Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımayarak kendilerine dava açmıştır.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 50+1 tartışmaları açılmış, taraflar kendilerini kurtarma kavgası vermektedir.
Tüm bunlar olurken işçi ve emekçilerin asgarî koşullarda bile yaşam olanakları kalmamıştır, üniversite öğrencileri intihar etmektedir, kadınlar sokaklarda öldürülmektedir.
Durum şudur. Genel eğilim yargıya güveni tercih etmektedir. Yönetenler yargılanmayacaklarını bildikleri ve halkın da bir tepki göstermeyeceğini düşündükleri için yargıya güvenmektedirler. “Sol kamuoyu” ise yıllardır kendilerine karşı kullanılmış, hatta varlığı kendilerine karşı inşa edilmiş olan o yargıdan medet umar bir şekilde savunarak güvenmektedir.
Tablo bu iken ne yapmak gerekmektedir? Elimizde anayasa ile sokağa çıkmak hatta elinde anayasa ile sokağa çıkanlara destek olmak dışında kendi yasalarımızı sokakta yazmak gibi bir seçeceğimiz yok mudur? Şu anki yasalar sadece işçileri, emekçileri, kadınları, devrimcileri ezmek için kullanılmaktadır, bu yasalar sadece bize işlemektedir. Bu yasalara sadece bizim uymamız beklenmektedir. Öyleyse neden bu yasa bütününü savunmamız gerekmektedir?
İlla anayasa ihlal ediliyor diye anayasayı savunmak zorunda mıyız? İşçilerle, halklarla, kadınlarla, öğrencilerle birlikte nasıl yaşayacağımızı belirleyeceğimiz bir mutabakat yapamaz mıyız?
Biz illa hep verili şartlar altında “en ileri” ile mi yetinmek zorundayız? Yeni bir şeyi yapmak üzere de hür irademizi kullanma hakkına sahip olamaz mıyız? Hep Kılıçdaroğlu’na karşı Özgür Özel ile yetinmek zorunda mıyız yoksa bu zinciri kırıp kendi muhataplığımızı yaratamaz mıyız? Gurur mekanizmamız bir opera sanatçısının elinin öpülmesi ile mi sınırlı kalmak zorunda?
Davutoğlu’nun 10 Ekim katliamına ilişkin “bildiklerimi söylerim” diyerek kendi yol arkadaşlarını tehdit etmesinin üzerinden yıllar geçmiş, hiçbir şey açığa çıkmamış hatta üzerine seçimlerde kendisinin de içinde olduğu ittifaka “sol kamuoyu” oy vermiş ve oy istemişken, Meral Akşener tabii ki bu kadar rahat konuşabilmektedir. Peki biz gerçeklerin kırıntılarını egemenlerin kendi aralarındaki çıkar çatışmalarından mı öğrenmek durumundayız? Zaten bildiğimiz gerçekleri birbirimizden güç alarak yüksek sesle söyleyemez miyiz?
Bu sorulara hayır diyenle yollarımız zaten ayrıdır. “Evet ama…” diyenin öncelikle sadece içinde bulunduğu nesnellikle değil, hem içinde bulunduğu nesnellikle hem de safını bilerek ve geleceğini devrimde görerek bu sorulara tekrar cevap vermesini ya da yapamıyorsa en azından fikir beyan etmemesini umut etmekteyiz. Cevabı evet olanı ise saflarımıza beklemekteyiz.
Bugün ekonomik kriz ve intiharların içinden idare edilecek bir yaşam kurmak imkânsızdır. Devrim, evet büyük bir altüst oluş, yıkılış ve yeniden var ediş, işçi sınıfının iktidarı, daha olanaklı ve gerçekçi hatta zorunlu ve tek seçenektir. Her idare ediş aslında bir adım geriye atıştır. Her red ve direniş bizi gerçeğe daha fazla yaklaştırmaktadır.
Kendi yalanlarınızı ve bahanelerinizi geride bırakın, bırakamıyorsanız susun ve köşenizde gününüzü bekleyin belki de yapabileceğiniz en iyi şey budur. Biz, sizin deyiminizle 3-5 işçi, 3-5 öğrenci, 3-5 kadının, kendi gelecekleri için mücadele edenlerin, bahaneler üretenlerden gelecek akla değil geliştirilen direnişlerin büyütülmesine ve birleştirilmesine ihtiyacı vardır.
Denize düşen, düştüğünü fark edebilen herkesin saflarımızda bir yeri vardır. Bunu fark eden kimsenin daha azına ya da daha idare ederine ihtiyacı yoktur. Şimdi denize düşenlerin debelenme, neye tutunsam diye düşünme zamanı değil yüzme zamanıdır. Şimdi daha etkili muhalefetten medet umma değil iktidarı isteme zamanıdır.
Ama bu zor, doğru. Ama bu tehlikeli, doğru. Ama gerçek. Gerçeği eğip bükmek yerine, ona uygun davranan ve mücadele etmeyi tercih eden herkesi saflarımıza çağırıyoruz. Bugün, işçilerin, emekçilerin, halkların, kadınların, öğrencilerin büyüyen mücadelesini daha da büyütmeye, birleştirmeye, egemenlerin tüm partileriyle, yargılarıyla, anayasalarıyla, seçimleriyle ilga ettikleri akıllarımızı aydınlatmaya çağırıyoruz. Bu aklı eyleme taşımaya, örgütlenmeye çağırıyoruz.