“Tanrı kadınların çalışmasını isteseydi iki cinsiyeti yaratmazdı.”[2]
İlkin kim kullandı, neden ve nerede, hangi bağlamda kullandı, bilmiyorum, ama (yaptığım taramalarda doyurucu bir tanımına denk düşmesem de) “çifte sömürü”, kapitalizm koşullarında “kadınlık durumu”nu en iyi açıklayan teşhislerden biri.
Kavramın Marksist literatürdeki ilk kaydına, ABD’li Marksist hekim Antoinette F. Konikow’un 1945 tarihli bir The Militant dergisinde yer alan “Kadın İşçiler Çifte Sömürüye Uğruyor” başlıklı yazısında rastladım.[3] Kuramsal değil, The New York Times’da yayınlanan bir yazıya karşı polemik amacıyla kaleme alınmış. “Çifte sömürü” kavramı yalnızca başlıkta kullanılıyor, yazıda ise işçi kadının çalışma hayatı ile ev işleri arasında sıkışmış yaşamı konu edilmekte ve bunun bir “tercih” değil, bir “zorunluluk” olduğu vurgulanmakta: “Ortalama çalışan kadın, sekiz saatlik yorucu işgününün ardından alışverişe çıkar. Bu, insan kasap ya da manavda bir saat sıra beklemek zorunda kaldığında, hiç de kolay bir iş değil. Ardından dinlenmeden yemek hazırlar, bulaşıkları, çamaşırı yıkar. Sonra da, ertesi gün aynı rutine başlamak üzere ölü gibi yatağa düşer… Bu durumda neden milyonlarca kadın evi bırakıp çalışmaya başlıyor? Yanıt basit. Bu kadınlar mevcut kapitalist sistemin en büyük kötülüklerinden biriyle yüz yüze – güvensizlik. Kocalarının gelirine katkıda bulunmak, birkaç dolar biriktirebilmek, çocuklarına daha iyi giysiler alabilmek, onlara daha iyi bakabilmek için çalışıyorlar.”
Sanırım o tarihten beri, Marksist literatürde “çifte sömürü” emekçi kadınlar söz konusu olduğunda onların işyeri ve ev işleri arasındaki katmerli iş yüklerine gönderme yapmak amacıyla kullanılmakta. Ama kabul etmek gerekir ki, ev işlerindeki “sömürü”nün ne olabileceği konusunda pek az mürekkep harcanmıştır.
Liberal yazında ise “sömürü” kavramı hiç “sevimli” bulunmadığından[4] “çifte yük/ ikinci vardiya” (double/ dual burden, second shift)[5] kavramı tercih ediliyor. Kavram, OECD, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler Örgütü gibi kurumların özellikle “3. Dünya” kadınlarının “güçlendirilmesi”ne yönelik söylemlerine böyle kaydedildi. Çoğunlukla düşük ücretli, güvencesiz, kırılgan işlerde çalışıp mesai bitiminde evin yükünü ve bakım işlerini de üstlenen kadınların durumunu tanımlamada kullanılıyor.[6] Bu durumdaki kadınların erkek partnerlerinden çok daha uzun süre çalıştıkları, ancak işyeri dışındaki çalışmalarının “görünmez” olup herhangi bir ücrete tabi olmadığı, bir süredir (neo-)liberal dünya düzeni tarafından da kabullenilmekte. Kuşkusuz bu kurumların bu konudaki ilgisi “feministçe” kaygılardan çok, ev işi/bakım yükünün kadınların istihdama katılması (dolayısıyla da kapitalizm için doğrudan artık değer üretiminde bulunması) önünde bir engel teşkil etmesinden kaynaklanıyor. Bunu da gizlemiyorlar: “Kadınların iş gücüne katılımındaki cinsiyet farkı, ekonomik büyüme üzerinde önemli maliyetlere neden olmaktadır. Bu fark, ülkelerin kişi başına düşen GSYİH’sini olumlu yönde etkileyebilecek büyük bir insan kaynağı rezervi oluşturmaktadır.”[7]
BM (ve paralel kurumların) söylemi kadının (istihdam içerisindeki yeri ne olursa olsun) bakım/ev işi yükünden de sorumlu tutulmasını geleneklerle, toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin klişelerle, ayrımcılıkla vb., bir başka deyişle kültürel olarak biçimlenmiş tutumlarla açıklama eğilimindedir: “Bu toplumsal cinsiyet temelli mesleki ayırımcılığın nedenleri çoğul. Örneğin, talep açısından nedenler klişelerle, ayırımcılıkla, bilinç-dışı önyargıyla ilişkilidir.”[8]
“Çifte sömürü”yü ya da daha doğru bir deyişle (ağırlıklı olarak kadınlar tarafından gerçekleştirilen ev-içi emeği) kapitalist üretim tarzıyla bağlantılı olarak ele almak, 1960-70’lerde sosyalist/Marksist feministlere nasip oldu. Bu dönem, yıllar sürecek bir “ev işi tartışması”na sahne olacaktı.
Ancak Lise Vogel[9] tartışmanın işaret fişeğini 1940’ta ABD Komünist Parti üyesi Mary Inman’ın ateşlediğini vurgular: “Inman’a göre kadınlar üzerindeki tahakküm çok veçheliydi: iktisadi, siyasal ve yasal olduğu kadar kültürel ve psikolojik. Inman’ın ev içi emeği tartışmasına en ilişkin önermesi, kadınların ev içi çalışmasının ve çocuk yetiştirmenin mevcut ve gelecekteki işgücünü ürettiği yolundadır; bir başka deyişle, ödenmeyen aile emeğinin bağımsız bir biçimde üretime katıldığını ve bu nedenle de sermaye için üretken emek olduğunu söyler.” (2023: 275). Bu görüşlerin ABD KP içinde başlangıçta olumlu karşılanmasına karşın, bir süre sonra reddedildiğini ve Inman’ın sonuçta partiden istifa ettiğini vurgulayıp, 70’li yıllardaki ev işi tartışmasının Inman’ın görüşlerine tanış sosyalist feministlerce gündeme getirilmiş olabileceğini belirtir.
Ne ki 60-70’lerin ateşli tartışması, 60’ların sonlarında ABD’li Margaret Benston ile Kanadalı feminist Peggy Morton’un aile hanelerini üretim mekânları, ev işi ve çocuk bakımını emek süreçleri olarak tanımlayan yazılarıyla başlamış gözükmektedir. Benston’a göre kadınların ikincil konumlarının “maddî” ya da “iktisadî” kökeni kadınların ödenmemiş ev içi emeğinde yatmaktaydı. Aile, yaygın kanının aksine, birincil işlevi tüketim değil, üretim olan bir birimdi. Ya da Morton’un deyişiyle, “işlevi işgücünün sürdürümü ve yeniden üretimi olan bir birim… Ailenin görevi işgücünü sürdürmek ve iş gücünün üretken üyeleri olabilmeleri için gerekli olan beceri ve değerlerle donatılmış gelecek işçiler kuşağını yetiştirmekti.” (Vogel, 2023: 277).
Tartışmanın zirvesini ise hiç kuşkusuz, İtalyan feminist Mariarosa Dalla Costa ile ABD’li aktivist Selma James’in birlikte kaleme aldıkları The Power of Women and the Subversion of the Community başlıklı broşür oluşturur.[10]
Dalla Costa ve James, kapitalizmin üretimi hane dışına taşıyıp toplumsallaştırırken, büyük bölümü fabrikalarda, erkek emekçiler tarafından gerçekleştirilen ücretli emek ile yine büyük ölçüde hanede kadınlar (ve çocuklar) tarafından gerçekleştirilen ücretsiz ev-içi emeği ayrıştırıp ev içi emeği “görünmez” kılarak kadınların, çocukların, yaşlıların ve hastaların geçimini erkek emekçinin ücretine bağımlı kıldığını vurgulamaktaydı. Bu durum, kadınların ev-içi emeğinin, sermayenin erişim alanı dışında, kişisel bir hizmet olarak görülmesine yol açıyor, kadının durumunu eril şovenizmden kaynaklanan bir tahakküm (ama sömürü değil) ile açıklanmasına zemin hazırlıyordu. Bu, işçi sendikalarının bu konudaki körlüğünün delalet ettiği üzere, ücretsiz emeğin sömürüsünün ücret aracılığıyla örgütlenmesiydi:
“Ücretli emeğin tarifi içerisinde ev içi emekçisi kadınların üretimci olmadığı genel kabul görür. Gerçekte, kapitalist örgütlenmenin özelleştirilmiş faaliyete dönüştürüp ev kadınlarının sırtına yüklediği toplumsal hizmetlerin devasa miktarı düşünüldüğünde bunun tam tersinin doğru olduğu görülür. Ev içi emek özünde ‘kadın işi’ değildir; bir kadın çamaşır yıkar, temizlik yaparken kendini bir erkekten daha fazla tamamlanmış hissetmez ya da daha az yorulmaz. Bunlar, işgücünün yeniden üretimine hizmet ettikleri ölçüde toplumsal hizmetlerdir. Ve sermaye tam da aile yapısını kurumsallaştırarak erkeği bu işlevlerden ‘özgürleştirip’ doğrudan sömürü için tümüyle ‘serbest bırakmıştır’, ki bir kadının kendisini işgücü olarak yeniden üretmesini sağlayacak kadar kazanabilsin. Bu hizmetleri ailede kadınlara yıkarken erkekleri ücretin kölesi kılmış ve aynı kalemde kadınların emek pazarına akışını denetim altına almıştır.” (Dalla Costa & James, 1972: 17).
Broşür, ev işlerinin ücretlendirilmesini talep eden ve İtalya’da başlayıp kısa sürede Batı Avrupa ülkeleri ve ABD’deki feminist hareketler bünyesinde yankılanan “ev işleri için ücret” kampanyasının tetikleyicisi olacaktır. 1960’ların sonları ve 70’lerin başlarına İtalya’nın en gözde feminist yayın organlarından Lotta Feminista’nın başlattığı “ev işleri için ücret” kampanyasının ana hedefi, “kapitalist emek tabakalaşmasına en derin bölünmesinden, eril meta üreticiliğiyle dişil işgücü üreticiliği ve yeniden üreticiliği arasındaki bölünmeden başlayarak saldırmak”tı. Kampanya “Kadınların ekonomik özerkliğinden ve bakım işinin erkeklerle daha hakkaniyetli paylaşımından başlamak üzere insanların bakımı için daha farklı koşullara dayanan yeni bir kalkınma tipi talep ediyor, kadınlarla erkeklerin yeniden üretimin hazlarını ve yükünü paylaşabilmesi için çalışma saatlerinin radikal biçimde kısaltılması için mücadele ediyordu.” (Feng, 2015: 19).[11]
Dalla Costa’nın başlarda “reformist bir talep” olarak görülebileceği kaygısıyla eleştirel yaklaştığı, ancak sonradan hararetle destekleyeceği (Feng 2015: 19) hareketin vitrinindeki figür ise İtalyan-ABD’li Sylvia Federici’ydi. Ev-içi emeği -yalnızca çocuk doğurup büyütmek değil, kendimizi ve çevremizdekileri sağlıklı, tok, güvenli, temiz, bakımlı tutmanın -bahçedeki yaban otlarını ayıklamaktan büyükannenizin yıkanmasına yardım etmeye dek- yani her gün tekrar tekrar yapılıp kendini silen işi- “üretimci emek” olarak tanımlayan Federici, kapitalist toplumların bu emeği görmezden gelmesi ve karşılıksız bırakmasını adaletsiz ve sürdürülemez bulmaktaydı (Kisner 2021).1[12]
Ama ev işinin niteliğine ilişkin saptamalar, pek uzun ömürlü olamadı. Feminist hareket içerisindeki tartışmalar kısa sürede çetrefilleşerek içinden çıkılmaz hâle gelecekti. “Ev emeği” sadece yemek pişirme-çamaşır-bulaşıktan ibaret değilse, “ne”leri kapsıyordu: Cinsellik? Çocuk doğurmak? Çocukların bakımı? Partnere gülümsemek?[13] Ücretlendirme ev işlerini kadınlar için bir “yazgı” hâline getirmez miydi?
Dahası, etnik ayrışmalar, “ev içi emeği” tartışmalarına da dâhil olmakta gecikmedi. Örneğin ABD’de siyahi feministleri “beyaz” feministleri siyahi kadınların ev işi yükünü görmezden gelmekle eleştiriyordu. Nihayet, feministler arasında önemli bir kesim, “ev işi tartışması”nı fazla ekonomist buluyor, kadınlar üzerindeki psikolojik, cinsel, kültürel… vb. baskıları gizlemekle ve erkeklerin sorumluluğunu asgarîleştirmekle eleştiriyordu. Bu itiraz bombardımanı altında “ev işleri için ücret” hareketi, “ev içi emeği” tartışmalarıyla birlikte 1970’lerin sonlarına doğru sönümlendi.
Konu, 2021 pandemisi sokağa çıkma kısıtlamaları, beyaz yakalıların büyük bölümü için evden çalışma uygulamasını devreye sokması, okulların kapatılarak tüm öğrenim düzeylerinde evden, “on-line” eğitimi devreye soktuğunda kadınların iş yükünün apansız katlanması sonucu bir kez daha devreye girecekti; ancak bu kez “ataerkil kapitalizmi yıkmaya” niyetli radikal feminist jargondan uzaklaşıp, Birleşmiş Milletler’in liberal söylemiyle “evcilleşmiş” biçimiyle.
Unutmamak gerek: Başlıca işlevi “kalkınmakta olan uluslar”ın uyması gereken standartları belirlemek olan BMÖ ve (Dünya Bankası, IMF vb.) paralel kuruluşlar açısından aile içi şiddet ya da ev işleri yükü gibi “toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri” kalkınmanın önünde, kadınların üretime katılmasını güçleştiren, dolayısıyla da verimliliği (ve dolayısıyla kârlılığı) düşüren bir handikaptır. Bunların önüne geçebilmek için kadınların “güçlendirilmesi” gereklidir; BM ve paralel kuruluşlar son on yıllarda bu konuda devasa bir literatür biriktirmişlerdir. Belirttiğim gibi, büyük çoğunluğu kadınların sırtında olan ev işi yükü de bu literatürde önemlice bir yer tutar. Öyle ki, Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı’nın “Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kadınlarla kız çocukların güçlendirilmesi”ni hedefinin alt başlıklarından birisi şöyledir: “(Hedef 5.4) Ücretsiz bakım ve ev işlerinin kamu hizmetleri, altyapı ve sosyal koruma politikalarının sağlanması ve hane ve aile içinde sorumluluğun ulusal açıdan uygun bir biçimde paylaşılmasının geliştirilmesi yoluyla tanınması ve değer görmesi…”[14]
* * *
Doğrudur, pandemi ve yol açtığı küresel eve kapanma, özellikle “beyaz yakalıları”, daha çok da “beyaz yakalı kadınları” etkilediği ölçüde, 1960’ların feminist harareti sönümlendiğinden beri küllenmiş bir gerçekliği yeniden gündeme taşıdı: büyük ölçüde kadınların sırtından[15] dönen ve herhangi bir “piyasa” karşılığı olmayan ev-içi emeği.
Dile kolay; Uluslararası Çalışma Örgütü’ne göre tüm dünyada günde 16.4 milyar saat ücretsiz bakım işlerinde harcanıyor. Ve 15 yaş üstü kadınların bedelsiz olarak gerçekleştirdikleri bu iş(ler)in, eğer ücretlendirilseydi yılda 10.8 trilyon dolardan fazla bir miktara denk düşeceği hesaplanıyor![16]
Bu 10.8 trilyon dolar kim(ler)in cebine giriyor, dersiniz? Pop-feminist yanılsamanın resmetmekten hoşlandığı üzere, kadın çamaşır, bulaşık, temizlik, çocukların bakımı vb. ile uğraşırken ayaklarını uzatıp TV izleyen kocanın cebine girmediği kesin. Bu işin kâr edeni, işçisine işgücünün yeniden üretilmesi sürecinde lokanta, temizlik şirketi, kreş gibi ekstra masrafları da kapsayacak ücret artışı taleplerinin önünü kesen, ücretleri olabilecek en düşük düzeyde tutulmasını ve de devletin toplu yemekhaneler, ücretsiz kreşler, yaşlı bakımevleri vb. sosyal harcamalarının teşvik, kredi, vergi indirimi vb. yollarla kendilerine yönlendirilmesini sağlayan kapitalistlerdir. Ev işlerini ya da bir başka deyişle işgücünün yeniden üretim sürecini, ücretli bir işte çalışsın, çalışmasın hemen hemen karşılıksız olarak kadınların üstlenmesinde patronların çıkarı büyüktür…
Gelelim ev-içi emeğin “ne”liği sorusuna.
Ev yaşamının birçok zorunluluğu var: Alışveriş yapılacak, yemek pişirilecek, bulaşık yıkanacak, ev temizlenecek, çamaşırlar yıkanıp ütülenecek, sökükler dikilecek, kırılan-bozulan eşyalar tamir edilecek, varsa bahçe bakımı yapılacak… Bitmedi, çocuklar, yaşlılar doyurulacak, temizlikleri sağlanacak, uyku düzenlerine özen gösterilecek, evdeki hastaların, varsa engellilerin bakımı sağlanacak, çocukların eğitimine yardımcı olunacak… Kentlerden kırsala doğru gidildikçe ek görevlerle (su taşıma, büyük ve küçükbaş hayvanların bakımı, bağ-bahçe işleri…) “iş tanımı” sonsuza dek esneyebilen bir işler yığını. Daha önce de belirttiğim gibi, büyük ölçüde kadınlar ve kız çocukları tarafından gerçekleştirilen…
“Müesses nizam”da kadınla erkek arasındaki “doğal” işbölümünün bir parçası kabul edilip sorgulanmayan, “eşler arası muhabbetin gereği” diye muğlaklaştırılan, hattâ “dinî vecibe” olarak kutsanan[17] ev-içi emek, gerek anarşist/ütopik sosyalist, gerekse Marksist gelenekte öteden beri kadınların “köleliği”nin kaynağı olarak görülegelmiştir. “Feminizm” terimini ilk kullanan ütopik sosyalist Fourier tüm ev işlerinin ve çocukların bakımının hane bireyleri arasında eşit olarak paylaşıldığı komünleri (phalanster) öngörürken, V. İ. Lenin ev işlerini kadınları “ezen, boğan, aptallaştıran ve aşağılayan, mutfağa ve çocuk odasına zincirleyen, emeğini barbarca verimsiz, önemsiz, sinir bozucu, sersemletici, ezici angarya” olarak tanımlar.[18] Ev işlerini ekonomi-politiğin bir konusu olarak ele almak ise, Marx ve Engels’ten, özellikle de Marx’ın emek-değer teorisinden esinlenen Marksist kadınların girişimiyle gerçekleşecekti.
Açımlayayım. Marx ve Engels, Alman İdeolojisi’nde şöyle bir ifade kullanır: “Burada, tarihsel gelişmenin içine daha baştan dâhil olan bir üçüncü ilişki de şudur: her gün kendi yaşamlarını yeniden üreten insanlar, başka insanlar yaratmaya, kendi kendilerini yeniden üretmeye koyulurlar; bu, kadınla erkek arasındaki, ana babalarla çocuklar arasındaki ilişkidir; bu ailedir. (…) Yaşamı üretmek, işle kendi öz yaşamını olduğu kadar, döl vererek başkasının yaşamını üretmek, demek ki, artık bize çifte bir ilişki olarak görünür, bir yandan bir doğal ilişki olarak, öte yandan da bir toplumsal ilişki olarak.”
Engels de, Ailenin, Özel Mülkiyetin, Devletin Kökeni’nin 1884 baskısına Önsöz’ünde birbirine paralel ilerleyen “iki üretim süreci”nden söz eder:
“Maddeci kavrayışa göre tarihte belirleyici etken, son kertede yaşamın dolayımsız gereksinimlerinin üretimi ve yeniden üretimidir. Bu da çifte karakterdedir. Bir yanda varoluş araçlarının, yiyecek ve giysilerin, konutların, bunların üretimi için gerekli araçların üretimi, diğer yanda bizatihi insanların üretimi, türün üremesi. Belirli bir ülke ve belirli bir tarihsel dönemde yaşayan insanların toplumsal örgütlenişi üretimin her iki biçimince belirlenir: bir yanda emeğin, bir yandan da ailenin gelişkinlik evresi.”
Her iki alıntı da, aile (ya da kapitalist sistemde üretimin gerçekleştirildiği kamusal alandan ayrışmış olan “domestik alan”) ile üretim süreçleri arasındaki kopartılamaz bağa işaret ederek aileyi ekonomi-politik alanına dâhil edilmesinin yolunu açmaktadır. Kapitalizm koşullarında “varoluş için gerekli araçlar” “dışarıda”, atölyelerde, fabrikalarda üretilirken, yaşam ya da “varoluş için gerekli araçlar”ı üretecek olan güç, yani “işgücü” domestik alanda, hanede üretilmektedir. Bir başka deyişle (kamusal alanda gerçekleşen) üretim ile (özel alanda gerçekleşen) yeniden üretim, birbirinden yalıtlanamaz, kopartılamaz, ayrıştırılamaz, iç içe süreçlerdir.
Hiç kuşku yok ki yaşamın ya da işgücünün (yeniden-) üretimi, çocuk yapmayla sınırlı değildir. İşgücünün ertesi güne hazır hâle getirilmesi ve yenilenmesine yönelik tüm işleri kapsar: yemek, barınma, hijyen, dinlenme, eğitim, sağlık…
Çoğunlukla aile içinde kadınlar tarafından gerçekleştirilen bu işler, kapitalist sistemde son derece kritik bir işlev üstlenir. Nasıl mı?
Marx, bilindiği üzere işçinin mal ve hizmetleri üretebilme yetisi olarak işgücünün değerinin, toplumun işçiyi besleme, giydirme, barındırma için harcadığı ortalama emek süresiyle ölçüldüğünü belirtir. Bir başka deyişle işçinin aldığı ücret, onun ertesi gün çalışacak gücü sağlamak ve gelecek işçiler kuşağını oluşturacak çocuklarına bakmak için harcadığı zamanın parasal karşılığıdır. Ancak kapitalist, işçinin bu paranın karşılığı olacak kadar meta ya da hizmet ürettiğinde işi bırakmasına müsaade etmez. Örneğin bir işçi üç-dört saat çalışmayla kendisinin ve çocuklarının geçimini sağlayacak kadar değer ürettiğinde “paydos” edemez. İşgününü (sekiz saat ya da üzeri) tamamlamak zorundadır. Kapitalistin kârı ise o fazladan çalışılan emek süresinde yaratılan artık-değerde yatmaktadır.[19]
İşin “sır”rı şuradadır ki, ücretlerin saptanmasında, işçinin gereksindiği ekmek, yağ, et, makarna, giysi, ev kirası, temizlik malzemesi, ısınma, ulaşım vb. giderlerin parasal karşılığı hesaplanırken, bunları tüketilebilir hâle getiren emek hesaba katılmaz. Oysa, çiğ kıyma, pişmemiş patates, bir paket katı yağ, bir kutu salça bu hâlleriyle tüketilemez. Ancak, işçi ücretinin belirlenmesinde bu malzemenin fiyatı dikkate alınırken, onlardan kıymalı patates yemeği üreten kişinin (ki bu çoğunlukla evin kadınıdır) harcadığı emek, dikkate alınmaz. Görünmeyen, karşılığı olmayan bu emek, işçi ücretlerinin daha da düşük tutulmasında başlıca etkendir. Bir başka deyişle, kapitalistin kârında dikkate alınmayan ev-içi (yeniden üretimci) emeğin önemli bir payı vardır.
Ne ki, bu görünmeyen, adı konmayan emek, ev içi emeğin ücretlendirilmesini talep edenlerin öne sürdüğü üzere, hepten karşılıksız değildir. Çünkü işçiye ödenen ücret, her ne kadar tekil/bireysel işçiye müteallikmiş gibi görünse de, onun ailesini de kapsayacak şekilde hesaplanmaktadır. “İşgücünün değeri,” diyor Marx, “yalnızca tekil yetişkin işçinin değil, ailesinin de yaşamını sürdürebilmesi için gerekli emek-süresi tarafından belirlenir.”[20]
Bu saptama, özellikle sınai kapitalizmin şafağında kız çocukları ve kadınların yığınsal olarak günde 13-14 saat çalıştırıldıkları fabrikalara çekilmesinin yol açtığı toplumsal yıkımdan ürken burjuvazinin, gelecek işçi kuşakları güvence altına almak adına erkeğin evin ekmeğini kazandığı, kadının ise evde işçi koca ile (müstakbel işçi) çocukların bakımını sağladığı “ideal aile”yi tesis etmek üzere “aile ücreti”ni devreye sokmasıyla daha fazla ete-kemiğe bürünecektir:
“Bugün yok olmakta olan toplumsal cinsiyet düzeni,” diyor, Nancy Fraser, “sınai kapitalizm çağına dayanır ve onun kökenindeki toplumsal dünyayı yansıtır. Merkezinde aile ücreti kavramı yer almaktaydı. Bu dünyada insanların esas olarak erkeğin emek pazarındaki kazançlarından geçinen heteroseksüel, reisi erkek olan çekirdek aileler hâlinde örgütlenmesi bekleniyordu. Hanenin erkek reisine çocukları ve ücretsiz olarak ev işlerini gerçekleştiren eşi geçindirmeye yetecek bir aile ücreti ödenecekti. Tabii sayısız yaşam, bu örüntüyle bağdaşmamaktadır. Yine de (bu düzenleme – b.n.) uygun ailenin normatif görüntüsünü verir.”[21]
Kadınların 20. yüzyıl ortalarından itibaren bir kez daha (ve bu kez daha kalifiye işler dâhil olmak üzere) yığınsal olarak işgücüne dâhil olması (dolayısıyla da “koca eline bakmaktan kurtulması”), kendileri de “çalışmayan eşlerine bakmak yükümlülüğünden kurtulan” erkeklerin ücretlerinde, dolayısıyla ücretlerin genel düzeyinde düşüşe yol açacaktı. Haneye en az iki ücretin girmesi gerektiği fikri 1970-80’li yıllardan itibaren Batı kapitalizminde kurumsallaştı. Ve “iki ücret”, her ikisinin de düşürülmesiyle vücut buldu. David Rey, bu durumu “40-50 yıl öncesinde haneye giren tek ücretle (erkeğinki) rahatça geçinebilirken, şimdi iki ücretin yetersiz kaldığından yakınan” yaşlı İspanyollarla örneklendiriyor.[22]
Ancak, kapitalist sistem ve onun neoliberal versiyonu “iki ücretli” hanelerde ev işleri (yeniden üretim faaliyetleri)nin kim(ler) tarafından, nasıl gerçekleştirileceği sorusunun yanıtını açık bırakmaktadır. Pratikte, piyasalaştırılabildiği ölçüde (robot süpürgeler, tam otomatik, kurutmalı çamaşır-bulaşık makinaları, dondurulmuş hazır gıdalar, evlere yemek servisleri, göçmen/mülteci ev hizmetlileri, özel kreş ve yuvalar…) alım gücü yüksek (kadın) “müşteriler”i “güçlendirir”ken, milyonlarca emekçi kadın “çifte vardiya” yüküyle karşı karşıyadır – ve sistemin onlara önerebileceği bir şey yoktur… Çünkü toplu çamaşırhaneler, ucuz restoranlar, düşük bütçeli kreş ve yuvalar, ücretsiz temizlik servisleri vb. hizmetler aracılığıyla ev içi yeniden üretim faaliyetlerinin “toplumsallaştırılması” sistem açısından, sermayeyi desteklemeye yönlendirilecek kaynakların “israf edilmesi” anlamına gelir. Marketlerde son kullanma tarihi yaklaşan yiyeceklerin, ihraç fazlası narenciyenin, bol rekolte nedeniyle fiyatı düşen hububatın düşük fiyatlarla dar gelirlilere arz edilmek yerine çöpü boylaması ise, kapitalizm açısından “israf” değildir, oysa…
Peki, son dönemlerde yeniden ısıtıldığını gördüğümüz “ev işlerinin ücretlendirilmesi” talebi bu sorunu çözer mi?
Aslına bakarsanız, “ev işlerini/yeniden üretimi” ücretlendirirken bunu genel ücret düzeyini düşürmede bir manipülasyon aracı olarak kullanabildiği ölçüde, “ev kadınlarına ücret ödemek” kapitalistler için fazla sorun değildir.[23] Ancak hane halkı için bu, haneye giren ücretin (artıyor gözükse de) sabit kalarak, hattâ zamanla (enflasyon nedeniyle) değer yitirerek yeniden dağıtıma (redistribution) tâbi tutulmasından öte bir önem taşımaz. Üstelik, ilk heveste aile bütçesine “ek gelir” olarak görülecek “ev işleri ücreti” kadınların kendi gereksinimlerinden çok, hanehalkı tüketiminde kullanılacaktır, çoğu kez. Dahası, kadınları (bu kez ücret karşılığında) yaptığı işlere -yemek pişirmek, bulaşık-çamaşır yıkamak, evi silip süpürmek vb.- daha fazla bağlayarak verili toplumsal cinsiyet işbölümünü pekiştirecektir. “İş tanımı”nın yapılması olanaksız olan “ev kadınlığı” bir “meslek” bir “işkolu” olarak tescil edilecek, üstelik de domestik alanlarında birbirinden tecrit hâldeki kadınlar tarafından gerçekleştirildikleri ölçüde örgütlenmesi son derece zor bir “işkolu.”
Toparlamam gerekirse:
– Kapitalist sistemde ev içinde, büyük bölümü kadınlar tarafından gerçekleştirilen işler, hanenin istihdam piyasasına sunduğu işgücünün yeniden üretilmesi sürecine katılan bir yeniden üretim faaliyetidir.
– Bu faaliyetler, kapitalist piyasada “doğal işbölümü”, “kadınlık görevleri” gibi başlıklar altında doğallaştırılarak görünmezleştirilir, ücretlerin saptanmasında dikkate alınmaz.
– Oysa bu “dikkate alınmayan” emek, kapitalistlerin kasasına her yıl trilyonlarca dolar akıtmaktadır.
– Yine de (çoğunlukla) kadınların yeniden üretimci emekleri tümüyle “karşılıksız” değildir. Onların geçimlerini sağlayacak gelir, kocalarının aldığı ücret içinde “gömülü”dür. Bir başka deyişle kadınlar, dışarıda bir işte çalışsınlar, çalışmasınlar, günde 4-5 saat “boğaz tokluğuna” kapitalist kârın kaynağının üretiminde çalışır.
– Erkeğin ücretine “gömülü” gelir, bir başka deyişle bağımlı bireylerin (eş, çocuklar, yaşlılar) nafakasını temin ediyor olma görüntüsü, toplumsal cinsiyet rollerine değgin kalıpların yeniden üretilmesine, eril üstünlüğün pekişmesine yol açar.
– Hâl böyle olmakla, ev içi emeğin ücretlendirilmesi talebi de, kadının ev köleliğini, “ücretli ev köleliği”ne dönüştürülmesi talebinden öte bir anlam taşıyamaz.
– Nihayet, ütopiklerden başlamak üzere sosyalistlerin, Marksistlerin 200 yıldan beridir öne süregeldikleri (ve Sovyet devriminin ilk yıllarında yürürlüğe koyma yolunda adımlar attıkları) düstur, yani “ev işlerinin, yeniden üretim faaliyetlerinin toplumsallaştırılması” günümüzde de milyonlarca (ücretli bir işte çalışsın çalışmasın) ev emekçisi kadın için tek geçerli çözüm olmayı sürdürüyor. Böyle bir düzenlemenin, bildiğimiz hâliyle “aile”yi derin dönüşümlere uğratacağı açıktır. Bu dönüşümlerin yönünü ve biçimini ise, Engels’in de belirttiği üzere, kapitalist sömürü ve ataerkil tahakkümden özgürleşerek yazgılarını kendi ellerine almış kadın ve erkekler belirleyecek…
13 Ocak 2025, Muğla.
* 2 Mart 2025 Gebze Sınıf Okulu’nda yapılan sunum.
[2] Patrick Jenkin, Birinci Thatcher hükümetinde Sosyal Hizmetlerden sorumlu devlet bakanı.
[3] Antoinette F. Konikow, “Women Workers Suffer Double Exploitation”, The Militant, c. IX sayı 22, 2 Haziran 1945, s.6, https://www.marxists.org/history/etol/newspape/atc/2762.html.
[4] Cambridge Sözlüğü “sömürü”yü şu biçimlerde tanımlıyor: “1. Bir şeyin yarar sağlama amacıyla kullanımı; 2. Bir şey ya da kişiye, kendi yararı için hakkaniyetsiz davranmak; 3. Bir şeyin iş yaşamında kâr ya da ilerleme için kullanılması ya da geliştirilmesi; 4. Kendi yararı için başka insanlara hakkaniyetsiz davranılması.” (https://dictionary.cambridge.org/dictionary/english/exploitation).Sorun “hakkaniyetsizlik” olarak formüle edilince, örneğin düşük ücretlerle günde 12-13 saat sigortasız olarak çalıştırılan işçi “sömürü”ye tabi oluyor ama yasal süre içinde çalışıp toplu sözleşmeyle belirlenen ücretini alan işçi “sömürülmüş” olmuyor!
[5] “İkinci vardiya/ second shift” terimi 1989 yılında sosyolog Arlie Hochschild tarafından kullanıma sokuldu.
[6] “Çifte yük (çifte gün, ikinci vardiya ve çifte görev olarak da bilinir) para kazanmak için çalışan, ama aynı zamanda önemli miktarlarda ücretsiz ev-içi emekten de sorumlu olan kişilerin iş yükünü tanımlar. Bu görüngü Arlie Hochschild’in aynı adı taşıyan kitabından esinle İkinci Vardiya olarak da tanımlanır. Her iki partnerin de ücretli bir işte çalıştığı ailelerde kadınlar ev işlerinde ve çocuk yetiştirmek ve hasta aile bireylerinin bakımı gibi bakım işlerinde önemli miktarda daha fazla zaman harcar. Bu sonuç büyük ölçüde toplum tarafından süreç içinde benimsenmiş geleneksel toplumsal cinsiyet rolleri tarafından belirlenir. Emek piyasasının zorunlulukları da ücretsiz işin büyük bölümünü kimin yapacağının belirlenmesinde rol oynar.” (Wikipedia, “Double burden” https://en.wikipedia.org/wiki/Double_burden).
[7] Women at Work: Stepping on the Accelerator of Change, UNDP, https://www.undp.org/sites/g/files/ zskgke326/files/2024-06/pnud_brochure_participacion_laboral_eng_-_v6.pdf.
[8] Ay.
[9] Lise Vogel, “Domestic Labor Debate”, Historical-Critical Dictionary of Marxism, Konstantin Baehrens, Juha Koivisto ve Victor Strazzeri (der.) 11. Bölüm, 2023.
[10] Mariarosa Dalla Costa & Selma James, The Power of Women and the Subversion of the Community, Petroleuse Press, 1972.
[11] Alice Feng, Revisting the Domestic Labor Debate: Toward a Critique of Workerist Feminism. City University of New York (CUNY)Dissertations, Theses, and Capstone Projects CUNY Graduate Center, 9-2015.
[12] Jordan Kisner, “The Lockdown Showed How the Economy Exploits Women. She Already Knew”, The New York Times, 17 Şubat 2021, https://www.nytimes.com/2021/02/17/magazine/waged-housework.html.
[13] “Ev işleri için ücret talep ettiğimizi söylemek, ev işinin sermaye için para olduğunu, sermayenin yemek pişirmemizden, gülümsememizden para kazandığını açığa çıkartmaktır. Aynı zamanda bizim için diğerlerine göre daha kolay olduğundan değil, başka bir seçeneğimiz olmadığı için yıllar boyu yemek pişirdiğimizi, gülümsediğimizi gösterir. Fazla gülümsemekten suratlarımız deforme oldu.” (Sylvia Federici, https://www.nytimes.com/2021/02/17/magazine/waged-housework.html).
[14] Birleşmiş Milletler Türkiye, Sürdürülebilir Kalkınma Amacı 5.4. https://turkiye.un.org/tr/sdgs/5.
[15] Kadınlar tüm dünyada erkeklerin üç katı ücretsiz ev işi gerçekleştiriyorlar. 2016’da ActionAid kadınların ev işleri nedeniyle yaşamları boyunca erkeklerden dört yıl daha fazla çalıştıklarını hesapladı. Yine tüm dünyada kadınlar ücretsiz emeğin yüzde 75’ini gerçekleştiriyor ve erkeklerin bir saat 23 dakikasına karşı, günde ortalama 4 saat 25 dakika ev işi yapıyorlar (ActionAid, “Unpaid care and domestic work”, https://www.actionaid.org.uk/our-work/womens-economic-rights/unpaid-care-and-domestic-work).
[16] https://iwda.org.au/gender-equality-in-numbers/?gad_source=1&gclid =CjwKCAjw6c63BhAiEiwAF0EH1F yfGqqgB7dBMpZWIjUL_rnW4T5kcCodyK1f6-X6lOju5WFTZrohxxoClNgQAvD_BwE#section-BACK-TO-TOP-V2PVL5i421
[17] “Ni’met-i İslâm’da nafaka bâbında diyor ki: Taâmın dışarıdan tedâriki erkeğe ve dâhilde hazırlanması kadına aittir. Çünki bu işler zevceye diyâneten lâzımdır. Resûl-i ekrem efendimiz hazretleri, Hazret-i Ali ile Hazret-i Fâtıma radıyallahü teâlâ anhümâ arasında, geçinme işlerini taksim buyurup, hâricî işleri Hazret-i Ali’ye ve dâhilî işleri Hazret-i Fâtıma’ya ait kılmışlardı ki, Hazret-i Fâtıma üstelik bütün kadınların seyyidesidir…” (Ekrem Buğra Ekinci, https://www.ekrembugraekinci.com/question /?ID=557).
[18] Vladimir Lenin, Collected Works, C. 29: Mart-Ağustos 1919. Ve ekler: “Devrim, kadının mutfaktan çıkıp ülke yönetmesidir.” (V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989).
[19] Bkz. K. Marx, Kapital, c. 1, Bölüm 6.
[20] K. Marx, Kapital, c. 1, Bölüm 15.
[21] Nancy Fraser, “After the Family Wage. Gender Equity and the Welfare State”, Political Theory, c. 22, sayı 4, s. 591.
[22] David Rey, “Is housework an ‘unpaid’ job? False theoretical premise leads to reactionary position in practice.” 3 Aralık 2020, https://marxist.com/housework-domestic-labour.htm.
[23] Bkz. David Rey, agy.