Her çatışma ve krizin merkezinde ismi zikredilen Katar ile Türkiye’nin olması hiç de hayra alamet değil.
Geçtiğimiz Salı günü Çad Cumhurbaşkanı İdris Deby Itno’nun çatışmada öldürüldüğü açıklandı. Ülkeyi 30 yıldır yöneten Deby, 6. kez seçimi kazanmasının ertesi günü Çad ordusu ile isyancıların çatıştığı cepheye gitti ve orada başından vurularak hayatını kaybetti. 31 yıldır ülkeyi yöneten Deby, kimine göre “son nefesini vatanını müdafaa ederek veren bir kahramandır”, kimine göre ise “organize bir darbenin kurbanıdır.” Çünkü Çad ordusundan beş askerin öldüğü cephede ölen altıncı kişinin Cumhurbaşkanı olması dikkat çekiciyken, çatışmaya dair detay verilmedi, sadece Çad Ordu Sözcüsü Azem Bermandoa Agouna’nun; kısa duyurusuyla yetinildi. Agouna 20 Nisan’da yaptığı açıklamada, 68 yaşındaki İdris Deby’nin hafta sonu ülkenin kuzeyinde ayrılıkçı Çad için Değişim ve Mutabakat Cephesi adlı gruba karşı düzenlenen operasyona katıldığını, çıkan çatışmada yaralandığını ve hayatını kaybettiğini duyurmuştu. Hemen ardından Çad Ordusu hiç vakit kaybetmeden Çad yönetimine karşı darbesini de yaptı. 15 generalden oluşan bir askeri konsey yönetime el koydu ve konseyin başına da İdris Deby’nin oğlu Muhammed Deby getirildi.
Bu olanlara “darbe” denilmesinin maddi dayanakları şöyle: Birincisi, İdris Deby’nin getirdiği Çad Anayasası’na göre “Cumhurbaşkanının ölmesi halinde görevi parlamento başkanı üstlenir”. Ama Çad Genelkurmayı bu kurala uymayarak hem anayasayı hem de parlamentoyu feshetti ve bütün yetkileri 15 üyeli askeri konseye teslim etti. Bu konsey 18 ay içinde ülkeyi sivil yönetime taşıyacak, ancak konsey aynı zamanda kendi görev süresini uzatma konusunda sınırsız yetkilere de sahip… Bunun için sadece üçte iki onay gerekli… Bu gelişmeyi göz önünde bulunduran yorumcular, birçok soru işaretine dikkat çektiler. Örneğin “Deby’nin cephe savaşına girmesinin hiçbir mantığı yoktu” diyen Sudanlı yazar Sara El Arifi şahsi twitter hesabından şu paylaşımı yaptı: “Tüm göstergeler, olanın tam teşekküllü bir darbe olduğu yönündedir. Bunun kanıtı, Çad anayasasında Başkan’ın ölümü durumunda Parlamento Başkanı’nın Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmasını şart koşmasına rağmen, Oğlu Muhammed’in Geçici Askeri Konsey başkanlığına yerleştirilmesidir![1]
İkincisi, seçimlere rakipsiz giren Deby’nin kazanacağına zaten kesin gözüyle bakılıyordu ve böylesi bir “seçim mizansenini” reddeden Çad için Değişim ve Mutabakat Cephesi (Çadlıların adlandırdığı haliyle kısaca FACT ya da El-Vifak Cephesi) adlı siyasi ve askeri organizasyon Deby’e karşı savaş ilan etmişti. Ülkenin kuzey bölgesindeki Libya ve Nijer sınırından harekete geçen FACT isyancılarının başkente doğru ilerlemesi üzerine, Deby’nin cephede vurulmasından bir gün önce Amerika ve İngiltere, ülkedeki vatandaşlarını tahliye etmek için hareket geçmişti.
Çad’ta ne oldu?
Körfez-Afrika ilişkilerinde uzmanlaşmış Uluslararası ilişkiler ve stratejik bilimler araştırmacısı İdris C. Ayat olanları şöyle anlatıyor:[2] “Pek çok muhalefet partisinin boykot ettiği 11 Nisan 2021 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ertesi günü, Çad’da Değişim İçin Mutabakat Cephesi (FACT) savaş ilan etti. Muhammed Mehdi Ali liderliğinde 2016 yılından itibaren ordudan ayrılan subaylar tarafından kurulan siyasi ve askeri bir grup olan FACT, İdris Deby’yi devirmeyi amaçlayan bir isyan başlattı. Mutabakat Cephesi 12 Nisan Pazartesi günü Muhammed Mehdi Ali liderliğinde 1.500 ilahlı isyancı ve 400 Toyota araçla güney Libya’daki el Cufra’dan Çad’ın kuzeydeki Tibesti bölgesine ve ardından Kanem bölgesine girdi. Cumhurbaşkanlığı seçimleri yeni bitmiş ve henüz oy sayımı yapılırken Çad’a küçük gruplar halinde sızan milisler hiçbir güvenlik gözetlemesine yakalanmadan Çad sınır karakoluna saldırdılar. FACT sözcüsü bu arada halka şu çağrıyı yaptı; ‘Pazar günkü seçimler tam bir saçmalıktı. Halk diktatörlük üzerindeki baskını sürdürmeli ve cesur Vifak Cephesi savaşçılarını vatanları Çad’ı kurtarmak için desteklemelidir.’ Cephe sözcüsü ayrıca Çad’ın Nijer ve Libya sınırlarındaki garnizonları hiçbir direnişle karşılaşmadan ele geçirdiğini duyurdu. Söylentilere göre, Batı uydularının başkent Encemine (N’Djamena)’ye doğru giden iki FACT silahlı konvoyu tespit ettiği. Biri Encemine’nin 220 kilometre kuzeyindeki Mao kasabası yakınlarında, diğeri ise 770 kilometre kuzeydoğusundaki Faya kasabasından geçerken görüldü. Cephenin belirtilen alanlar üzerindeki kontrolünü doğrulayan şey, ABD ve İngiltere’nin tavrıdır. Bu da Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’nin, pazartesi günü Kanem vilayetinde olduğu gibi, “FACT” isyancılar ile Çad güçleri arasında patlayacak kanlı bir savaş beklentisiyle vatandaşlarını Çad’ı terk etmeleri konusunda neden uyardıklarını açıklıyor.”
Çad’ta bir dönem kapandı. Ya sonra?
Önce Çad’ı 31 yıl yöneten demir yumruk İdris Deby’i kısaca tanıyalım. 1952 yılında kuzey Çad’ın sert çölünde çobanlık yapan Zakava kabilesi mensubu bir babanın oğlu olarak dünyaya geldi. Askerlik çağında Fransa’da askeri eğitim aldı ve 1979’da ülkesine döndü. Fransa sömürgesi iken, 1960 yılında bağımsızlığını ilan eden Çad Cumhuriyeti, İdris Deby’nin selefi Hissene Habre’nin rakiplerini yenerek iktidarını kurduğu 1979’a kadar iç savaş yaşadı. Deby bu iç savaş zamanında ülkeye döndü ve 1982’de başkan olan Hissene Hebre ile ittifak kurdu, Hebre de O’nu Genel Kurmay Başkanı yaptı. Sekiz yıl sonra ordunun başı olarak bu kez silahını Habre’ye çevirdi. 1989 yılında hükümete karşı darbe planlamakla suçlandı ve Sudan’a kaçtı. 1990’da komşu Sudan’dan bir isyancı ordusuna liderlik etti ve üç hafta süren çatışmalardan sonra Habre’yi devirerek iktidarı ele geçirdi.
Deby 1991’de kendini Cumhurbaşkanı ilan etti. Çok partili sisteme geçiş için bir anayasa hazırladıktan sonra da 1996’daki ilk seçimde ülkenin ilk Cumhurbaşkanı olarak seçimleri kazandı. 2001 yılında tekrar seçildi… 2005’te bir daha seçildi ve adaylık dönemi sonra erdi… Ama 2006’da yeniden adaylık dönemini uzatmak için Anayasa değişikliği yaparak başkanlığını 2033 yılına kadar garantiledi. Aslında geçtiğimiz Pazar günü altıncı başkanlığını kazanmasıyla dört on yıllık başkanlığı kendisi için “müktesep hak” olarak gördü, bunun coşkusuyla cepheye gitti ve öldü!… En son seçimi yüzde 79 oranında kazanmıştı..
Peki, seçimleri bu denli yüksek oranda kazanmasını, “ülkede çokça halk desteği görüyor” olarak okumak mı gerekir? Her şeyden önce şunun altını çizmek gerekir ki, Ortadoğu ve Afrika coğrafyasının tamamındaki sosyal gerçekliği olan kabilecilik olgusu Çad’ta da oldukça belirleyicidir. Ve yine yaygın olan olgusal realitede görüldüğü gibi kabilelerin iktidardaki gücü nüfus oranına değil, küresel olarak sunulan siyasi desteğe bağlıdır. Deby’nin mensup olduğu kabilenin durumu da bu bağlamda çarpıcı bir örnek oluşturmaktadır. Deby’nin mensup olduğu Zagava kabilesi, Çad nüfusunun yüzde üçüne tekabül ediyor. Ama iktidara hakim olan bu kabiledir. Deby iktidara geldiği günden itibaren, askeri darbeyle devirdiği Habre’ye yöneltilen “siyasi cinayetler, ayrımcılık, kabilecilik, kayırmacılık, yolsuzluk vb” suçlamalardaki fiillerin tamamını kendisi tekrarladı. Yargı, yürütme, denetim, askeri, güvenlik vb bütün yönetimsel kurumların her kademesindeki kilit kadrolara kabilesinden akrabalarını yerleştirdi ve süresiz dokunulmazlık sağladı.. Bu bağlamda Deby’e karşı hoşnutsuzluk çok fazla, ama Çad’lıların algısında şu da var ki, Deby Fransızların himayesinde olan bir başkan!… Son Cephe çıkartmasında da deniliyor ki, aslında Fransızlar güvence verdiler ve o cesaretle cepheye gitti. Çünkü seçim günü kuzeyde saldırı başlatan isyancıların bulundukları mevzileri Fransız hava devriyesi sayesinde öğrendiklerini, buna göre Fransızların verdikleri bilgiye göre isyancıları imha ettiklerini bizzat Çad genel kurmaylığı duyurdu. “Hava kuvvetlerimiz Libya’dan gelen silahlı araçları bombaladı, hepsini imha etti”[3] açıklamasını yapan Çad Genel Kurmaylığı, Fransız uçaklarının bölgede uçuş yaptıktan sonra verdikleri bilgiye göre gerçekleşen operasyonlar sonucu olarak bu bilgiyi verdiklerini teyid etti. Bu “teyidli” bilgi üzerinden Cumhurbaşkanının cepheye “güvenli” gidişi mi sağlandı? Daha birçok soru var; Cephede neler oldu? Orta Afrika’nın en güçlü ordusuna sahip olan Çad, 1.500 kişilik bir isyancı istilasına beş askerle birlikte kendi Cumhurbaşkanını nasıl altıncı kurban olarak verdi?… Cephede başından yaralanırken üst düzey askeri erkân neredeydi? Yaralandığı anda “öldü” diye ilan edilerek hemen görevi devalan askeri konseyin ilan edilmesi, 15 kişilik konsey üyelerinin önceden tartışıldığı-netleştirildiği ve hızlıca deklere edildiği şüphesini güçlendiriyor.
Gelinen noktada darbeyle bir diktatörü deviren, ama onun bütün dikta yöntemlerini uygulayarak yeni bir diktatörlük inşa eden İdris Deby, sonuçta muhtemel ki kendi oğlunun darbesine kurban gitti, ya da komşu ülkede kaynayan milislerin namluları kendisine yöneldi; tıpkı kendisinin komşu Sudan’dan önderlik ettiği milis gücüyle iktidarı ele geçirmesi gibi, yine bir komşu ülkeden giriş yapan milislerin kurşunlarının hedefi oldu… Bu kez bu komşu ülke Libya’dır; 2011’den beri “devrimci” makyajıyla dünya kamuoyuna sunulan, bölgenin bütün çetelerinin “milis” adı altında toplandığı yer…
Libya: Afrika’nın milis tarlası…
Şimdi Afrika’nın orta yerinde kanlı çatışmaların bölgeye yayılması endişesi var ve bölgeye yayılmasından endişe edilen bu İslamcı milislerin kuluçka merkezi Libya’dır. Bu günlerde konuşulan Çad çatışmalarının merkezindeki FACT gurubunun Libya sınırından Çad’a sızdığı doğrudur. Ancak sadece bunları barındırmıyor güney Libya.. Katar’ın ve dolayısıyla Türkiye’nin bölgeye ihraç etmek istedikleri bir yığın İslamcı milisin cirit attığı yerdir şu anda. Ve bundan sonra “Katar ile Türkiye’nin İslamcı milis gücüyle Afrika’yı nasıl fethetme hayalleri kurdukları” meselesinin en çok konuşulacak konu olacağını söyleyebiliriz.
Her şeyden önce Çad sınırlarına sızıp Cumhurbaşkanı İdris Deby’i cephede vurdukları söylenen FACT isyancılarının yanı sıra Çad yönetimin devirmeyi hedefleyen başka başka milis grupları var güney Libya’da. Bunlar 2011’de Kaddafi’yi devirmek için NATO öncülüğünde başlayan hava operasyonunun kara savaşçıları, Afrika’dan ve bilumum ülkeden toplanan paralı milislerdi. Çadlılar da milisler içinde önemli bir paya sahiptir. NATO bünyesindeki ülkeler ile Katar’dan Suudi Arabistan’a, BAE’ye diğer tüm bölgesel güçlere kadar hepsi bu milisleri destekliyor, “isyancı/devrimci” diye parlatıyor ve finanse ediyorlardı. Kaddafi’den sonraki kaos içinde başlayan İhvancıların iktidar kavgasında, Mısır, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri “ihvan karşıtı tutum” çizgisinde ittifaklaştılar, İhvana destek sunmaya devam etmeleri nedeniyle Katar ve Türkiye ayrı bir ittifak kulvarında yol aldılar. Bu kutuplaşma Libya’da da fiili bölünmeyle birlikte tezahür etti. Birinci ittifak ihvan karşıtı çizgide Libya ordusu komutanı sıfatıyla Hafter’i ve seçilmiş Meclis’i (Tobruk Meclisi) destekledi, ikinci ittifak (Türkiye-Katar) ihvancı Trablus hükümetini destekledi. Başlangıçta Çad’lı milislerin tamamı “makbul” iken, Libya’daki kutuplaşmadan sonra şöyle bir bölünme oldu: Şu anda Çad liderini çatışmada öldürdüğü söylenen “Çad’da Değişim ve Mutabakat Cephesi” Hafter güçlerinin kontrolü altındaki Cufra’da bulunmaktaydılar ve yaklaşık bin Milis gücüyle Hafter’i desteklediler. Bunlardan kopan “Kurtuluş için Yüksek Askeri Konsey” grubu ile “Demokrasi ve Kalkınma Güçleri” üyeleri ihvancı Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin yanında bir milis gücü olarak yer aldılar. Çad yönetimi bu milislerin tümünü “paralı asker” olarak tanımlıyor. Ancak Libya için ufukta istikrar umutları görünmeye başladığından bu yana genellikle Libya’nın güneyindeki milis tarlasına dikkatler çekildi. Kontrolü zor olan bir bölgede Afrika ülkelerinde ve özellikle Çad’dan biriken milislerin tehlikesine dikkat çekilirken, aynı zamanda İhvan/İslamcı silahlı militanlar üzerinden bölgedeki emelleri ve uğruna yaptıkları yatırımlar açısından Katar ve Türkiye’ye de dikkatler çekiliyor. Bu konuda çok fazla detay olmakla birlikte şimdilik birkaç alıntıyla meseleye açıklık getirip bitirelim.
Libyalı askeri uzman Adel Abdelkafi: “Güney Libya’daki Çad muhalefet hareketleri aşırı derecede tehlikelidir. Şu anda patlak veren çatışmada eğer Çad muhalefeti başkenti kontrol etme savaşını kaybederse, kendisinin ayrıldığı arka hatlara, yani Libya topraklarına geri dönmek zorunda kalacak ve seferberlik hali için çabalayacaktır. Bu da onları daha fazla asker toplamak için güneydeki petrol yataklarını ve bazı şehirleri kontrol etmeye itecektir.”[4] Hemen ekleyelim, Libyalı yetkililer de bu tehdidin farkındalar. Bu yüzden Libya Başkanlık Konseyi, güney Libya sınırlarının güvenliğini sağlamak için bir nevi askeri seferberlik genelgesi yayınladı.
Tunuslu yazar Muhammed Abdülkerim: “1928’de Mısır’da kurulduğundan beri Müslüman Kardeşler Hareketi, Katar üzerinden Afrika ve Asya ülkelerine çeşitli rotalardan geçen oldukça etkili bir İslami örgüt olarak sınıflandırıldı. İslami bir devlet kurma hedefi grubun gündeminin merkezinde yer alır ve bu nedenle halk kitlelerini etkilemede sosyal yardım ve hizmetler sağlamanın önemini kavradığından, Katar parasıyla bu denli yayılmış olması şaşırtıcı değildir. 2013’ten bu yana grubun birçok kurumunun kapatılması ve uzun zamandır genişlemesine yardımcı olan paralarına ve mal varlıklarına el konulması nedeniyle daralmış olması gerekirken, dışarıdan gelen yoğun destek sayesinde Müslüman Kardeşler’in rolü, tarihinin en tehlikeli dönemine girene kadar artmaya devam etti. Grubun Mısır ve ardından Sudan’daki bu daralmasına karşı bu denli yükselişe geçmesinin arka planında iki ülkenin stratejik çıkarları var. Bunlar Türkiye ve Katar… Bu iki ülke Afrika kıtasındaki çeşitli ülkelere yayılmış olan İhvan grup üyelerini desteklediler ve üslerini güçlendirdiler..” Çünkü El Ayn yazarı Jose Luis Mancia’ya göre; “Çad’lı Müslüman Kardeşler üyesi Timan Ardimi Doha’da yaşıyor. Bu kişi, sadece Çadlı bir muhalif değil, bunun yanı sıra güney Libya’da faaliyet gösteren teröristlere de liderlik ediyor.”[5]
El Arabi yazarı Habib Asvad, 2017’de “Çad ve Katar terörizmiyle yıllarca süren çatışma” başlıklı makalesinde şunları yazmıştı:[6] “Çad, Katar’ın tüm gücüyle isyancıları başkan İdris Deby rejimine karşı desteklemeye çalıştığını, Doha’nın güneyde Boko Haram’ı ve kuzeyde silahlı muhalefeti destekleme çabalarının durmayacağını fark etti. Bu nedenle geçen Haziran ayında Katar terörizmiyle mücadele çağrısı yapan ülkelere katılmaya karar verdi. Burada Çad’ın konumunu belirleyen şey Katar’ın bu müdahaleciliği oldu ve Katar büyükelçisini sınır dışı etti. Mısır ve Libya Ulusal Ordusu ile güvenlik, askeri ve siyasi ilişkilerini, Katar büyükelçiliğini kapatarak pekiştirdi.”
Yazıyı Tunuslu yazar Muhammed Abdülkerim’in adı geçen araştırmasından bir alıntıyla bitirelim: “Türkiye Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2001 yılında kurulmasının ardından Erdoğan ve partisinin o zamandan bu yana iktidarını sürdürme başarısı nedeniyle Müslüman Kardeşler’in dünya çapındaki şubeleri tarafından lider olarak görüldü, Erdoğan’ın harekette liderlik rolü böylelikle kabul gördü. Dolayısıyla, grubun Afrika’daki şubeleri ve faaliyetlerine yönelik Türk mali desteği kolaylıkla kurumsal bir biçim aldı. Türk rejiminin karmaşık ideolojik, pragmatik inşası bağlamında Afrika’daki artan etkisi anlaşılır hale geldi… Lakin Katar’ın Somali’deki Mücahid Gençlik Hareketi El Şebab’ı finanse ettiği, Çad’daki silahlı muhalefeti desteklediği, Mali’deki El Kaide gibi kuruluşları finanse ettiği, buna ek olarak Çad ve Nijer’deki İslami grupların faaliyetlerine yoğunlaştığı biliniyor. Sırf Türk müttefikinin komşu Libya’daki konumunu güçlendirmek için…”
Görüldüğü gibi Libya’nın yerle bir edilip istikrarsızlaştırıldığı 2011’den bu yana ülkenin ahı bütün bölgeye çatışma, ölüm ve göç olarak yansımaya devam ediyor. Ancak her çatışma ve krizin merkezinde ismi zikredilen Katar ile Türkiye’nin olması hiç de hayra alamet değil. Dönüp bulur bizi her edinim. Ne demişler? Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner misali…
[1] https://twitter.com/SElareifi
[2] https://twitter.com/AyatIdrissa