“Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza attıkları için haklarında dava açılan akademisyenler, bugün de hakim karşısındaydı.
Sur, Cizre ve Silopi başta olmak üzere birçok kentte sokağa çıkma yasakları ve operasyonlar sırasında yaşanan insan hakları ihlallerine karşı “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza attıkları için haklarında dava açılan Barış Akademisyenleri’nin duruşmalarına devam edildi. İstanbul Üniversitesi’nden 3, Galatasaray Üniversitesi’nden 1 akademisyenin ikinci duruşmaları İstanbul 33. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
İlk olarak İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Hülya Kirmanoğlu, hakim karşısına çıktı. Avukatı ile birlikte katıldığı duruşmada savunma yapan Kirmanoğlu, hakkındaki suçlamaların gerçeği yansıtmadığını dile getirdi. “Bildiri, devleti yönetenlere barışın güvenliğini sağlamaya yönelik bir çağrıydı” diyen Kirmanoğlu, beraatını talep etti.
Avukatı Aynur Tuncel Yazgan da, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 2016/65 esas sayılı dosya ile birleştirme taleplerinin değerlendirilmesini istedi.
İddia makamı ise, dosyadaki tüm delillerin tek tek değerlendirilerek, tez-antitez şeklinde delil değerlendirilmesi gerektiği anlaşıldığından derhal beraat talebinin reddini talep ederek, birleştirme yönündeki talebin takdirinin mahkemeye bıraktı. Mahkeme başkanı, ek savunmalarını hazırlamaları için süre verilmesine, savcının mütalaasını hazırlaması için dosyanın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na tebliğine karar vererek, duruşmayı 19 Haziran gününe erteledi.
NÜFUSÇU: HUKUK SİSTEMİNİ TARTIŞMAK UMUDU TAŞIRKEN…
Kirmanoğlu’nun ardından Galatasaray Üniversitesi’nden Araştırma Görevlisi Gözde Aytemur Nüfusçu’nun duruşmasına geçildi.
Nüfuscu ve avukatının hazır bulunduğu duruşma, Nüfuscu’nun savunması ile başladı. Nüfusçu, henüz akademik kariyerinin başında olan bir sosyolog olduğunu dile getirerek, “Çalışma konularım adalet ve hukuk sosyolojisi üzerine yoğunlaşıyor. Doktora tezimde ise, Türkiye’nin hukuk sisteminde yapılan yasal değişikliklerin pratikte adalet sisteminin işleyişini nasıl etkilediğini araştırıyorum. Çalışma konularım kapsamında siz, sayın heyet üyeleri ve sayın savcıyla bambaşka platformlarda tanışmak, Türkiye’nin hukuk sistemini tartışmak ve ortaklaşmak umudu taşırken, bugün burada ‘terör örgütü propagandası’ yapma suçlamasına karşılık ‘savunma’ vermek üzere karşınızdayım. ‘Savunma’ ifadesinin iletişim ve etkileşim yollarını kısıtladığını düşündüğüm için ‘savunma’ yapmak yerine iddianameye konu olan bildiride adımın kullanılmasına izin verişimin nedenlerini, mesleğim ve dünya görüşüm üzerinden sizlere açıklamak istiyorum” dedi.
‘TARTIŞMA UNSURLARINI SAVCI PROPAGANDA OLARAK NİTELENDİRMİŞ’
Nüfuscu, iddianameyi ilk okuduğumda kendisinin tartışma unsuru olarak gördüğü her noktanın, iddianameyi kaleme alan savcı tarafından “propaganda unsuru” olarak nitelendirildiğini ifade etti.
Nüfuscu, “Hem kişisel merakımdan hem de çalışma alanlarım gereği aradaki bu görüş farklılığının nedenleri üzerine düşünmeye başladım. Sonuçta hukukun ve sosyolojinin dirsek temasında olan iki disiplin olmalarına rağmen bir noktada ayrıldıklarını fark ettim. Hukukçular, hayatı hukuk kuralları ve adaletin tesisi üzerinden algılarken sosyologlar hayatı toplumsal eşitsizliklerin ve adaletliksizlerin ortaya çıkartması olarak tanımlar. Demek istediğim hukukçular adaleti ararken, sosyologlar nerede adaletsizlik var diye bakar. Sosyolog olarak benim de edindiğim bu şüphe, ancak özgür tartışma ortamında eleştirel bakış açılarının dillendirilmesiyle giderilebilir. Hukukun ve sosyolojinin edindiği bu iki farklı yöntemle elbette iki farklı sonuca varılabilir, fakat bu akıl yürütme yine de birinin diğerinin sözünü boğmayacağı sağlıklı ve adil bir tartışma zeminiyle mümkündür” dedi.
‘ÇARESİZLİK HİSSİNİ BİR YURTTAŞ OLARAK DUYDUM’
Nüfusçu, Barış Bildirisi’nin yayınlandığı dönemde sivillerin ölüm haberlerinin peş peşe gelmesi ve barış umuduyla hayata geçirilen müzakere ve çatışmasızlık döneminin şiddetin ani tırmanışı ile son bulmasının 1980’li yıllardan beri gündemde olan “terör sorununu” yeniden ve acı bir biçimde karşılarına çıkardığını da söyledi.
“Bu sorun karşısında toplumca duyduğumuz çaresizlik hissini hem bir insan hem bir yurttaş hem de bir sosyolog olarak ben de duydum ve benim açımdan bu gelişmeler toplumsal barış koşullarını kamuoyu nezdinde yeniden tartışmayı zorunlu kıldı” diyen Nüfusçu, şöyle devam etti: “Bu bağlamda bir tartışma zemini oluşturulmasına hizmet edeceğini düşündüğüm bu bildiri, umduğumun aksine metinde isminin kullanılmasına izin veren barış temennisinde bulunan akademisyenlerin farklı biçimlerde şiddete maruz kalmalarına ve mafya liderleri tarafından tehdit edilmelerine neden oldu. Ve sonuç olarak üzüntüyle söylemem gerekir ki, barış ve insan hakları tartışması arka planda kaldı. Ben toplumsal barış idealine insan haklarının tesisine, ifade özgürlüğüne yürekten inanan, kimden ve nereden geldiğine bakmadan şiddete karşı duran ve bu uygulamaları tartışmaya açmak arzusunda olan biriyim. Bunu hem meslek etiği hem de yurttaşlık kapsamında bir sorumluluk olarak görüyorum. Buna istinaden iddianamede öne sürülen şiddeti meşru gösterme, manipülasyon, bilgi kirliliği yaratma, şiddet ve cebir yöntemlerine başvurmayı teşvik etme gibi hiçbir eyleme ve söyleme katılma ihtimalim asla olamaz.”
‘VERECEĞİNİZ KARAR ÖNEMLİ BİR DEĞERE SAHİP OLACAKTIR’
Metindeki barış temennisini, şiddet yerine hukuk ve müzakereye yapılan vurguyu “farklılıklarımıza rağmen birlikte yaşama” ideali açısından önemli bulduğunu kaydeden Nüfusçu, “Bildirinin yayınlanmasının akabinde devlet ve yurttaşlar açısından açık ve yakın bir tehlike yaratmaması, herhangi bir şiddet eylemini tahrik etmemesi, tahrik sonucu gerçekleşme ihtimali olan bir eyleme dahi rastlanmaması kanımca propaganda şüphesini boşa çıkarıyor. Buna ek olarak, ben bildiri içerisindeki ifadelerin ve temennilerin, hukuk devleti sınırları içerisinde, siyasi ve toplumsal tartışma konusu olabileceğini düşünüyorum. Ancak söz konusu tartışmayı terörle mücadele ve ifade özgürlüğü gibi iki uç kavrama indirgemek, bir diğer deyişle bu iki kavramın arasına sıkıştırmak bizi siyaseten ya da hukuken daha üretken bir yere götürmüyor. Bu nedenle toplumsal barışı inşa etmek yerine öncelikle nasıl inşa edeceğimizin yöntemleri üzerine kafa yormamız gerektiği kanaatinde olduğumu sizlerle paylaşmak isterim. Dolayısıyla mahkemenizin vereceği karar, birlikte düşünmenin yöntemlerini tartışacağımız günler geldiğinde, son derece önemli bir yere ve değere sahip olacaktır. Hem buraya kadar özetlemeye çalıştığım fikir ve saptamalarım hem de bir gün toplumca tartışabilme umudunu hala taşımam nedeniyle üzerime atılı terör örgütü propagandası yapma suçunu kesinlikle kabul etmiyorum” diyerek savunmasını noktaladı.
‘KIRDIĞI İNSANLAR OLABİLİR AMA TOPLUMSAL TARTIŞMA KONUSU’
Mahkeme Başkanı’nın, “Metinde ağır bir ifade var mı?” şeklindeki soruna Nüfuscu, “Kişisel bir soru bu. Kırdığı, üzdüğü insanlar olabilir. Toplumsal tartışma konusu bu. Bunun yolunun kamuoyunda tartışmak olduğunu düşünüyorum. Akademisyenlerin linç edilmesinden ziyade tartışılması gerekiyordu” sözleri ile yanıt verdi.
Mahkeme Başkanı’nın “Hiç okudunuz mu?” şeklindeki sorusuna da Nüfuscuoğlu, “Barış temennisi ile imzaladım” diye yanıt verdi.
DOSYAYI İSTEDİ
Savcı, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki dosyanın istenmesi talebinin mahkeme heyetinin takdirinde olduğunu belirterek, savunma için ek süre verilmesi talebinde bulundu. Mahkeme heyeti de İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki dosyanın ilgili kısımlarının istenmesine karar vererek, duruşmayı 19 Haziran gününe erteledi.
Öğleden sonra Üniversitesi’nden Doç. Dr. Haydar Durak ve İstanbul Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Fatma Nihan Aksakallı’nın duruşmaları ile devam edecek.
MA