19.7 C
İstanbul
19 Eylül Perşembe, 2024
spot_img

Bu eylem herkes için – Eren Keskin

Yaşadığımız coğrafya, gözaltında kaybetme politikasının yoğun olarak uygulandığı ve bir devlet politikası olarak uygulandığı bir coğrafya. Cumhuriyet öncesinden bu yana, özellikle 1915 soykırımı, ardından Kürdistan’da yaşanan katliamlar, Dersim soykırımı gibi bütün bu yaşanan acı olaylarda, kaybedilen o kadar çok insan bedeni var ki neredeyse bölgede büyük bir mezarsız ölüler coğrafyası var.

Kaybetme politikası, 1991 yılında, Vedat Aydın’ın gözaltına alınması, iki gün kaybedilmesi ve daha sonra işkence edilmiş ölü bedeninin bulunmasıyla başladı. Aslında bu olayın sonrasında 1995 yılının 12 Mart’ında yaşanan Gazi Mahallesi olayları vardı. Gazi Mahallesi olaylarında, kontra güçler tarafından Alevi Kürtlerin gittiği bir kahvehaneye silahlı bir eylem düzenlendi ve ardından olaylar başladı. Çok sayıda insan bu olaylarda yaşamını yitirdi ve ardından Hasan Ocak gözaltına alındı.

Hasan Ocak’ın gözaltına alınıp kaybedilmesinin ardından, ailesinin verdiği mücadele başladı ve ailesi Hasan Ocak’ın cenazesini, işkence edilmiş bedenini bir ormanda buldu.

Bu cenazenin yerini bazı aileler ihbar etmişlerdi.

Aynı yılın Ocak ayında müvekkilim olan Rıdvan Karakoç bana, sürekli takip edildiğini ve kendisini gözaltına aldıklarında işkence göreceği endişesi taşıdığını söyleyerek vekaletname gönderdi ve “ben seni her gün arayacağım, eğer bir gün aramazsam bil ki başıma bir şey gelmiştir” dedi.

Gerçekten de Rıdvan beni her gün düzenli olarak arayıp iyi olduğunu söylüyordu. Ancak bir gün aramadı. Aradan birkaç gün geçti benim endişelerim arttı, ailesinin de Rıdvan’dan haber alamadığını öğrendim. Bu arada Hasan Ocak’ın ailesi, Adli Tıp’ta Rıdvan’a benzeyen bir fotoğraf görmüştü ve Rıdvan’ın ailesine bu bilgi ulaştırıldı. Bir süre sonra maalesef ki Rıdvan Karakoç’un cenazesi, işkence edilmiş bedeni, kimsesizler mezarlığında bulundu.

Aslında, işte bu iki ailenin mücadelesi ile başladı Cumartesi Anneleri eylemi.

Bu eylem, bütün dünyada kabul görmüş bir “sivil itaatsizlik” eylemi. Kayıp yakınlarının Galatasaray Meydanı’nda sessiz, hiç kimseyi rahatsız etmeden sadece suskunlukla gerçekleştirdikleri aslında “anma” gibi bir eylemdi. Yıllarca bu eylem bir takım engellemelere rağmen devam etti.

Coğrafyadaki kamuoyunun desteğini ve ilgisini kazandı. Ancak 1999 yılında Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesiyle birlikte bu eyleme engellemeler gelmeye başladı. O tarihlerde de hemen hemen her hafta eylem engellendi ve insan hakları savunucuları, kayıp yakınları her hafta gözaltına alınmaya başladık.

Bir süre ara verildikten sonra Cumartesi Anneleri eylemi, tekrar başladı. Gerçekten de toplumun değişik kesimlerinden insanlar geliyor ve destek veriyorlar. Aslında ailelerin en anlaşılabilir acısı, birçok insanı etkiledi.

“Bir yakınının birden gözaltına alınıp kaybolması ve mezarının dahi olmaması.” Çok acı olan bu gerçeklik herkesi etkiledi.

Cumartesi Anneleri eylemi, öylesine güçlü bir duygu yarattı ki devlet güçleri, devleti yönetenler bile bu gücün farkındaydılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan o tarihlerde başbakandı ve 2011 yılında gözaltında yakınlarını kaybeden ailelerle bir görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşmede kendi döneminde hiçbir kaybın olmadığını, bütün kayıpların akıbetlerini araştıracaklarını söyledi ve hatta Berfo Kırbayır’a söz verdi, oğlunun faillerini, bulacağız diye.

Meclis İnsan Hakları Komisyonu, günlerce araştırma yaptı. Ailenin avukatları olarak bizlerin, o dönem Cemil Kırbayır’ın gözaltına alındığında görevli olan devlet personelinin, polislerin, askerlerin, herkesin ifadesi alındı ve sonuçta Meclis İnsan Hakları Komisyonu Cemil Kırbayır’ın gözaltında kaybedilmesiyle ilgili bir rapor hazırladı. Kitapçık şeklinde olan bu raporda açıkça Cemil Kırbayır’ın işkence ile öldürüldüğü ve cenazesinin de saklandığı fikrine ulaştıklarına dair bir rapordu bu. Yani açıkça devletin bir kurumu Meclis’in komisyonu Cemil Kırbayır’ın gözaltında işkenceyle öldürüldüğü kanısına vardıklarını açıkladı. Bu, resmi bir rapordu ve bütün kayıtlara geçti.

Ancak bir süre sonra devletin politikalarındaki sertleşme, otoriterleşme, derin devlet ve MHP ile yapılan işbirliği tamamen farklı bir politika gözlememize neden oldu. Özellikle 2018 yılından itibaren Cumartesi Anneleri’nin eylemleri sürekli engellenmeye başlandı, özellikle 700. haftada insanlar işkence edilerek gözaltına alındılar. Bu olayın davası, hala devam ediyor.

Cumartesi Anneleri’nin Anayasa Mahkemesi’ne yaptıkları başvuru uzun zaman sonra kabul edildi. Anayasa Mahkemesi, anayasanın 34. Maddesinin ihlal edildiğine, gösteri hakkının ihlal edildiğine ilişkin açık bir karar verdi. Yani Anayasa Mahkemesi açıkça, Cumartesi Anneleri’nin, Galatasaray Meydanı’nda yaptıkları sivil itaatsizlik eyleminin polisler tarafından engellenmesinin yasa dışı olduğuna karar verdi. Ancak ne yazık ki Türkiye Cumhuriyet devleti bir hukuk devleti olmadığından, her zaman uygulama hukukun üstünde. Coğrafyada en yüksek yargı kurumu olan Anayasa Mahkemesi’nin kararı, bir kaymakamın yasaklaması ile engellenebiliyor. Aylardır biz bu olayı yaşıyoruz. Her hafta işkence, kötü muamele, ters kelepçe ile gözaltına alınıyoruz, saatlerce araçlarda bekletiliyoruz, büyük bir kötü muamele uygulamasıyla karşı karşıyayız.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin, kayıplara karşı gözaltında zorla kaybetmelere karşı uygulamadaki pratiği böylesine hukuk dışı olması yanında, bu tür olaylarda yargının yaklaşımı da son derece sorunlu. Gözaltında kaybetmelere ilişkin açılan tüm davalarda ya da yapılan suç duyurularında maalesef ki cinayet suçuna zamanaşımı uygulanmakta, yani 20 yıl. 20 yıl boyunca, genel olarak savcılar eğer dava açıldıysa mahkemeler, hiçbir araştırma yapmadan hiçbir delil toplamadan dosyalar hakkında zamanaşımından düşüm kararı veriyorlar. Türkiye Cumhuriyeti devleti, Birleşmiş Milletler Zorla Kaybetmelere Karşı Sözleşme’yi imzalamadığı için zorla kaybetme dosyalarında cinayet fiilinin zamanaşımı uygulanıyor. Oysa bu sözleşme imzalansa, zamanaşımı gerekçesi, ortadan kalkacak.

Cumartesi Anneleri eylemi, kayıp yakınlarının mücadelesi, bu coğrafyada verilen en değerli sivil itaatsizlik eylemlerinden belki de birincisi. Tüm kamuoyunu etkiliyor. Gerçekten de bu sivil itaatsizlik eyleminin, etkilemediği bir tek insan olmadığını düşünmüyorum. Bugün bu mücadele toplumun bu kadar suskunlaştığı, korkunun bu kadar egemen kılındığı bir dönemde bile varlığını devam ettiriyor, mücadelesini devam ettiriyor.

Eğer, yaşadığımız coğrafyada gerçekten demokratikleşme isteyenler varsa -ki var, bundan eminim- bu eyleme karşı suskunluklarını sona erdirmeleri gerekiyor.

Gerçekten de Cumartesi Anneleri o Galatasaray Meydanı’na işkence görmeyi, gözaltına alınmayı baştan kabul ederek, belki de herkesin hakları için çıkıyorlar. Bunu görmek gerekiyor.

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN EYLÜL SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol