Kayyum rektör, bahtsız çıktı.
Boğaziçi’ne rektör atandı, sevinecekti. Hem, ülkenin gözde bir üniversitesine rektör atanıp orayı da dize getiren adam olmanın manevi gururunu yaşayacaktı ve ilerde adı Saray’ın etkili defterlerine kayıtlanacaktı hem de belki Boğaziçi Üniversitesi’nin arazisini Erdoğan kontrolünde 5’li müteahhit çetesine kupon arazi olarak devredip dünyalığını dolduracaktı.
Yani hem manevi-maddi hem de çok maddi olarak gelecekteki zaferinin sevincini yaşamaktaydı.
Ama şu talihe bakın; öğrenciler, öğretim üyeleri, ardından tüm üniversiteler, onlarla birlikte tüm ülke, ona “kayyum rektör” dedi.
Kayyumluk, ülkemizde son yıllarda gözde bir “meslek”, anahtar bir “güven alameti” olarak ele alınmakta, Saray nezdinde de çok makbul bulunmakta, “sevilmekte”dir.
Ama gelin görün ki, Boğaziçi’ne rektör atanan Bulu, o kadar bahtsızdır ki, kaderinde “kayyum” sözcüğünü bir aşağılama, bir Saray yardakçısı olarak görülme anlamı ile “bulu”şturma kısmetsizliği vardı.
Bu kısmetsizlik, bula bula Bulu’yu buldu.
Boğaziçi Üniversitesi, kapısında kelepçe ile “tutuklanma”ya kalkışıldı, ama öğrenciler ve öğretim üyeleri, bu tutuklamayı aşmayı başardılar.
Ülkemizde bazı üniversiteler vardır ki, bunlara girebilenler, kendilerini ayrıcalıklı bulurlar. Bunu onlar istesin istemesin, yeğlesin yeğlemesin durum budur. Özel üniversitelerin mantar gibi çoğaldığı son 15 yılda, eğitimin kalitesinin hızla düştüğü bu son 30 yılda, her 3 gençten birinin işsiz olduğu bugünlerde, bazı üniversiteleri kazanmak ve oradan mezun olmak bir şans olarak görülmektedir. Boğaziçi, işte böyle, kazananın şanslı görüldüğü, “hayatını kurtardı” diye bakılan öğrencilerin çoğunlukta olduğu bir üniversitedir. Belki bu nedenle, iktidarın üniversiteleri kayyum rektörler, polis rektörler ile doldurmaya başladığında ilk başa koymadığı üniversitelerden biri oldu. Saray Rejimi, direniş odağı hâline gelmiş üniversitelere saldırmayı öncelikli hâle getirdi ve Boğaziçi’ni en sona bıraktı.
Ama Boğaziçi, kapısına takılan kelepçelerin simgelediği kayyum rektör atamasına karşı ayağa kalkmayı bildi. Üniversite direnişinin en önünde değildi ama bu eylemle birlikte öne geçti, direnişe başladı.
Direniş, hem öğrencileri, hem de öğretim üyelerini içine aldı. Bu açıdan, öğrenci-öğretmen dayanışmasına güzel bir örnek oluşturdu.
Ve elbette Boğaziçi’nde başlayan direniş, hemen yayılmaya başladı.
Saray Rejimi, Erdoğan’ı, MİT’i, polisi, ordusu, Bahçeli’si, hepsi, hemen Gezi Direnişi’ni hatırladılar. Gezi Direnişi, Saray Rejimi’nin kimyasını bozmuştur. Gezi Direnişi, kâbusları hâline gelmiştir. Boğaziçi direnişi, aslında bu gerçeği bir kere daha ortaya koymuştur. Gezi Direnişi bitti diyenlerin düşünmesinde fayda vardır.
Üstelik, biz açıkça söylüyoruz. Artık, Gezi Direnişi kendini tekrar etmeyecektir. Çünkü biz devrimciler, toplumsal muhalefet, işçi ve emekçiler çok daha deneyimlidir. Artık, Saray Rejimi’nin ne olduğu çok iyi bilinmektedir. Bu nedenle tekrar yok, ilerleme var.
Tüm üniversite rektörlerinin birer kayyum olduğu ortaya çıkmıştır.
Kayyum sözcüğü, Saray’dan “torpilli” anlamına gelmektedir, ama en çok “polis” anlamına gelmektedir.
Boğaziçi direnişi, bir kere daha gösterdi ki, dayanışma içinde direnişi büyütmek mümkündür ve dahası gereklidir.
Bir kere daha gördük ki, direniş güzelleştirmektedir.
Direniş, öğreticidir, ama bir o kadar da akıl açıcıdır.
Bir kere daha gördük ki, direnişin her aşamasında daha örgütlü olmak çok önemlidir. Örgüt, özgürlüktür. Örgütlü kitleler bir güçtür. Örgüt, disiplinli bir mücadelenin hayata geçmesi demektir. Örgüt, yaratıcı aklın maddeleşmesi demektir.
Direniş, hem katılanı güzelleştiriyor hem de çevresini.
Direniş, karmaşık gibi duran sorunları, meseleleri sade hâle getiriyor.
Boğaziçi direnişi, özgür ve bilimsel eğitimin önemini açıkça ortaya koymuştur.
Kayyum rektör, polis rektör atamaları, eğitimin bilimsel içeriğini tümden yok etmek içindir. Saray Rejimi, yaşamın her alanını kontrol etmek isteyen tekelci hâkimiyet ilişkilerinin yumağıdır.
Ve bu devlete karşı her yol ve araçla savaşmak zorunlu ve meşrudur.