Kredi borcunu ödeyemediği için Ziraat Bankası şubesinin önünde kendini yakmaya çalışan patates üreticisinin üzerine örtülen ‘mistik tül’ kaldırıldığında altından bir trajedi değil, gerçek çıkar. Mısır’daki darbe üzerinden yapılan oy avcılığından Demirören’e verilen krediye; kur artışını ‘düşman saldırısı’ sayan iktisat anlayışından gümrük vergilerine; tanzim satışlardan atarlı dış politikaya A.Ş. ile doğrudan alakasız duran iki yıllık gelişmeler, bu cinayet girişiminin müsebbibi olarak banka şubesinin önünde belirir.
Bir patates üreticisi kendini yaktı. Beş gün önce, Nevşehir’in Derinkuyu ilçesinde yaşandı olay. Ürününü üç kuruşa satabildiği için borcunu ödeyemeyen, pandemide patronların kredileri ertelenirken, yapılandırma isteği reddedilen A.Ş., Ziraat Bankası şubesine gitti, üzerine benzin döktü, bedenini ateşe verdi. Haberin basına yansımasından sonra banka yetkilileri açıklama yaptı: “Müşterimizin sağlık durumu gayet iyi olup, uzlaşmayla sorun çözülmüştür.”
Dümdüz anlatıldığında dahi korkunç bir manzara. Çaresizliğin tutuşturduğu emekçi bir beden ve buz gibi bir piyasa dili…
Benzer haberlerin sayısı hızla çoğalıyor. Ama takip etmek, üzerine düşünmek, tartışmak da o derece imkansız kılınıyor. İktidarın gündem sağanağının dokuduğu mistik bir tül, hepsinin olduğu gibi patates üreticisi A.Ş.’nin de üzerini ustaca örtüyor çünkü. Onu çırılçıplak bir trajedi haliyle karşımıza çıkarıyor. Milyonlarca insanın yaşadığı sıkıntılardan payına düşeni bedenen de taşıyamayacak noktaya gelmiş bir patates üreticisi olarak…
Bir Fotoğrafı Anlamak kitabında John Berger, gerçeklerin ilişkin oldukları koşullarda her zaman açık seçik görülmediğini, bazen de gecikerek açığa çıktığını söyler. A.Ş. olayı bu türden bir gerçekti işte. Ne yaparsa yapsın çaresizce o banka şubesine gitmeye ve kendini yakmaya mecbur bırakılmıştı. Bir intihar eyleminin değil, önceden planlanmış bir cinayet girişiminin mağduruydu.
A.Ş.’nin üzerindeki mistik tül aralandığında, tam da onu örtmeye çalışan ne kadar gündem varsa, her birinin elinde bir şişe benzinle olay yerine koşturduğunu görürüz. Mısır’daki darbe üzerinden yapılan oy avcılığından Demirören’e verilen krediye; kur artışını ‘düşman saldırısı’ sayan iktisat anlayışından gümrük vergilerine; tanzim satışlardan atarlı dış politikaya A.Ş. ile doğrudan alakasız duran iki yıllık gelişmeler, bu cinayet girişiminin müsebbibi olarak banka şubesinin önünde belirir.
Nasıl mı? Gelin bir patates üreticisini yakan gerçeğin izini, Berger’in söylediği gibi ilişkide olduğu koşullar üzerinden adım adım sürmeye çalışalım…
***
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul seçiminin ikinci turu yaklaşırken Sancaktepe’de yaptığı konuşmada, “Pazar günü Sisi mi diyeceğiz, Yıldırım mı?” diye soruyordu.
Bir ay önce ise Mısır Tarım Bakanı gazetecilere, Türkiye’ye yüklü miktarda patates ihraç ettikleri müjdesini veriyordu. Üç ay önce de soğan satmışlardı zaten.
Mısır bize sattığı soğanları güzelce depolarken, her konuşmasında Ekrem İmamoğlu’nu Sisi’ye benzetip duran Erdoğan hükümeti ne yapıyordu dersiniz? Kendi üreticisini spekülatörlükle suçlayıp, depolarına jandarma marifetiyle baskınlar düzenliyordu!
Kurgu falan değil bunlar; zira devamı var…
Şubat 2019’da çiftçiyi desteklemek için kurulmuş Ziraat Bankası, Demirören’e Doğan Medya’yı alması için 675 milyon dolar kredi verildiğini resmen kabul etti. Yani Kasım 2018’de soğan depoları basılmadan 6 ay önce verilen kredi, baskından 3 ay sonra itiraf ediliyordu. Bankanın o zaman başında bulunan Hüseyin Aydın’ın, “Paramız vardı, verdik” sözleriyle dile kolay söylediği kredi 2 yılı ödemesiz, 10 yıl vadeliydi.
Demirören’in aldığı gazeteler ve televizyonlar soğan üreticisine baskınları flaş haber geçerken, gıda fiyatlarındaki artışın oy kaybettireceğini gören Erdoğan, “varlık kuyruğu” adını taktığı tanzim satışlara başladı. Fakat aynı anda 15 Ocak 2019’da önce soğan, 11 Mart’ta da patates ithalatında gümrük vergisini sıfırladı. Mısırlı Tarım Bakanı’nı sevindiren de buydu. 2013-18 arasında dünyanın en büyük patates üreticisi Kanadalı McCain Food’un danışmanlığı görevini yürütmüş bizim Tarım Bakanı o esnada ne yapıyordu peki? Niğde’de yerli tohum çalışmaları yürüten Patates Araştırma Enstitüsü’nü ziyaret edip, ‘sarı-kırmızı’ ve ‘sarı-lacivert’ renklerde ürettikleri ‘taraftar patatesi’nden yapılmış cipsleri neşeyle yiyordu.
A.Ş.’nin yaşamını kuşatan cendere burada da bitmedi, devamı var daha…
İstanbul seçimindeki ağır yenilginin ardından krize karşı tedbir alması beklenen AKP hükümeti, bunun yerine “dolar arttı” diyene dava açıp, pandemide gıda ve nakit yardımı yapmaya çalışan muhalif belediyelere taarruza kalktı. Maske dağıtamayan, dağıtanı engelleyen politika karşılık bulamayınca bu sefer de memleketin üzerine ilgili ilgisiz tüm Libya gündemini boca ediyordu Erdoğan. Hedefi Mısır’dı yine. Niğde’de patates hasadına başlayacak üretici salgın yüzünden ne yapacağını bilemez haldeyken, Mersin Limanı’na inen tonlarca Mısır patatesinin, TIR’larla Niğde’ye getirilip depolandığı ortaya çıktı. Skandalı duyuran CHP Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in basın toplantısında gösterdiği fotoğraflardaki çuvalların üzerinde, 2019’da Mısır’ın en çok patates ihraç eden şirketlerinden ikisinin, Arafa Company ve Agro Sigma’nın isimleri yazılıydı.
Ekonomik kriz ve ardından pandeminin yarattığı tahribatın altında ezilen patates üreticisine hükümet doğrudan, karşılıksız destekler sumak yerine, bankaları adres gösterdi. Ekonomiden sorumlu Bakan Berat Albayrak, mazotun, gübrenin dahi kura bağlı olduğunu bilen bir çocuktan hallice, Ziraat Bankası kredisi ile alınmış televizyon ekranından, gırgır-şamata eşliğinde, “Dolarla mı maaş alıyorsunuz” diyebildi. Ve böylece hükümeti, bankası, tüccarı, ithalatçısı kollarından tuttukları patates üreticisi A.Ş.’yi, sürükleye sürükleye bankaya götürdüler. Ve onun lime lime edilen yaşamının gerçekliğini örtmek için ortalığa salınmış her gündem, birer kibrit çaktı…
***
Friedrich Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu (1845) kitabında, emekçilerin başına gelenleri “toplumsal cinayet” olarak nitelendirmişti. Binlerce insanın yaşamın gereklerinden yoksun bırakılmaları ve yasaların gücüyle ölünceye dek o koşullara mahkum edilmeleri, ona göre cinayete teşebbüstü. İntihar, hastalık veya çalışırken ölmek, bir insanı bilerek ve isteyerek öldürmekten farksızdı: “Bu örtülü, kasıtlı cinayettir; hiç kimsenin kendisini savunamadığı bir cinayettir; kimse katili görmediği için, mağdurun ölümü doğal göründüğü için cinayettir; çünkü suç bir şeyi yapmaktan çok yapmamanın sonucudur. Ama cinayettir.”
Öyleyse soralım: A.Ş.’yi kim yaktı?