Hayat bir fotoğraf karesine sığar mı?
Bir fotoğraf karesinin anlattıkları size bir şey öğretir mi? Ya da; bir fotoğraf karesinin hikayesi olmalı mı?
Hayat hatıraların toplamıdır. Geçmişin yaşanmışlıkları ile geleceğin belirsizliği arasında bir yerlerde durur. Hepimizin bir nefes alımlık zamanı vardır hayatta. Nefes biter, hayat biter. Sizlerde, herkes, hepimiz birer hatıra olarak kalırız günün sonunda. Sorun tam olarak burada belirir. Hatıralarda nasıl yer alıyoruz, nasıl hatırlanıyoruz?
Şimdi başa dönersek, yeniden karşımıza çıkar fotoğraf mevzusu. Hatıraları biriktirme, bir hafıza oluşturma yöntemi olarak önümüzde duran fotoğrafı çeken neden çeker, niçin çeker?
Hafızanın kendisi hatıranın biriktirme yöntemlerinden biri, fotoğraf hafızanın bir dalından başka bir şey değildir.
Başta söyleyelim herkes fotoğraf çekebilir, tıpkı her işi yapabileceği gibi. İnsan her şeyi yapabilecek güçtedir. Ancak başkalarının hayatlarına bakmak, onların yaşadıklarını biriktirmek nasıl bir duygudur. Topluma iz bırakmaya çalışmak nasıl bir histir? Buradaki derdimiz, cep telefonlarınızla çektiğiniz fotoğraflar değil aslında. Foto-muhabirin yaptığını sorgulamaya çalışıyoruz. Başkasının acısına, direnişine, öfkesine, mutluluğuna tanık olmak nasıl bir histir, neden bir insan, başkalarının acılarını, öfkelerini, mutluluklarını toplar? Bunda ki amaç, buradaki gaye nedir?
Fotoğrafa bakışınız, kadrajınız, çekerken durduğunuz yer, gözünüzde ayarladığınız açı… Her şey sizin ideolojik duruşunuzla alakalıdır. Yani bir üstte sorduğumuz sorunun cevabı tam da burada saklı olarak durur. Nasıl bir dünya görüşünüz varsa, öyle bir bakış açısıyla bakar, öyle bir hedefle ortaya koyarsınız fotoğraf karenizi. Fotoğraf, hayatta ki her şey gibi ideolojiktir.
Hayata bakışınız sizin fotoğrafı çekim açınızı belirler.
Hayat hatıralardan oluşuyorsa, hatıralarda hafızanın göstergesinden başka bir şey değildir. Gelelim konumuza, hafıza özellikle ezilenler, yoksullar, devrimciler için önemlidir.
Egemenler her daim hafızayı yok etmek, kendi istedikleri gibi şekillendirmek için uğraşırlar.
Tarihin hafızasını ezilenler yazar ancak güç egemenlerin elinde olduğundan, tarihi kendi istedikleri gibi değiştirip yayabilirler. Fotoğraf tam olarak burada devreye girer. Fotoğraf ve video bir hafıza kayıt aracıdır ve önemlidir. Ezilenlerin gerçek tarihinin hafızasının kanıtlarını biriktirir, onları geleceğe, yeni kuşaklara taşır ve gerçek bir tarih anlatısı olarak karşımızda durur. Bunu da en iyi ezilenler için mücadele eden devrimciler yapar. Hafızayı diri tutmak bir devrimcinin görevlerinden sadece bir tanesidir. Devrimci sadece şimdiyi ve geleceği değil, ezilenlerin geçmişini de savunmak, korumakla mükelleftir. Ondan dolayıdır ki, bir devrimcinin fotoğraf çekmesi ile bir fotoğrafçının bir devrimciyi çekmesi arasından dağlar kadar fark olur.
Tarihin en büyük ve en uzun soluklu savaşında kendi yaşadığımız anların hafızasını tutmanın zorunluluğu her geçen gün, her geçen dakika artarak devam ediyor. Karşımızda yaşadığımız tarihi kendi çıkarları için değiştiren, farklılaştıran bir sistem varken, onun karşısında hafızamıza sahip çıkma, gerçeği kanıtlarıyla biriktirme ve geleceğe bırakmaktan başka bir çaremiz olamaz, olmamalıdır. Sadece günlük politikalar, günü birlik söylemler değildir devrimcinin işi. Bir devrimci, hedeflediği yeni yaşamını kurmak için, yaşadığı zamanın bütün anlarını, gerçekleriyle ortaya çıkartmak ve biriktirmek zorundadır. Bunun bedeli elbette ağır olacaktır, oluyor da. Birçok devrimci gazeteci, gerçeğin tanıklığını yapıp, onları gelecek kuşaklara aktarmak istedikleri için cezaevlerine atılıyor, katlediliyor. Kemal Kurkut’un katledilme anını çeken gazeteci arkadaşımızın tutuklanması, Cizre bodrumlarına birebir tanık olan Rojhat’ın aynı bodrumlarda katledilmesi gibi.
Bu dediklerimin en yakın örneğini 6 Şubat depremleri sırasında yaşadık. Deprem bölgesinde yüzlerce foto-muhabir, gazeteci gitti ancak bunlardan sadece devrimci gazeteciler ve devrimci foto-muhabirler gerçeğin halka ulaştırılmasında rol oynadı. Onların çektiği fotoğraflar sayesinde bütün dünya depremin gerçek nedenlerini ve sonuçlarını gördü.
Peki neden bir devrimci, fotoğrafçı ya da foto-muhabir olmak zorundadır? Diğerlerinden farkı nedir?
Sıradan bir fotoğrafçının amacı etkileyici bir kare yakalayıp, kişisel ününü pekiştirmekten başka bir şey değildir. Sistemin içerisinde yetişen ve onu savunan bir fotoğrafçı ise olaya sistemin çıkarları üzerinden bakmaktan başka hiçbir şey yapmaz. Bunun için en basit ahlaki kuralları bile hiçe sayar. Deprem örneği üzerinden gidersek, acının pornografisini yapmaktan başka hiçbir şey yapmaz.
Susan Santog, “Başkalarının acısına bakmak” diye tabir eder foto-muhabirin yaptıklarını. İşte ayrımda tam olarak burada başlar. Sıradan bir foto-muhabir başkalarının acısını kendi kişisel çıkarları ve sistemin çıkarları üzerinden ele alır ve buna göre bir fotoğraf karesi ortaya çıkartır. Çektiği karelerin hikayelerinde o anın neden ve sonuçları değil, bir acıma, bir kanıksama, bir korku duygusu oluşturmaktan başka bir şey istemez. Suruç ve Ankara Katliamları sırasında, ‘etkileyici’ bir kare çıkartmak için katledilen devrimcilerin bedenlerine basmayı beis görmemeleri gibi. Dertleri acının nedenleri değil, acıdan beslenip, acıdan prim yapmak ve kitlelere korku ve acıma duygusu vermekten öte bir şey değildir.
Ancak burada devrimci bir foto-muhabir fotoğrafın hikayesinde o kareye kadar giden yolu sorgular ve an’ın büyüsüne değil, sorgulamasına yol açar. Onun çektiği karenin derdi kitlelere soru sordurmaktır. Eğer bunu yapmıyorsa, burada yapılan tek şey egemenlerin amaçlarına hizmet etmekten başka bir şey değildir.
Bunun en önemli örneklerinden biri de Cumartesi Anneleri eylemleri olabilir. Cumartesi Anneleri eylemleri, ülke tarihinin en uzun soluklu eylemi olarak tarihe geçti. 700. Haftasından sonra tamamen yasaklanan, Galatasaray Meydanına çıkmaları engellenen anneler ve destek verenler her hafta işkenceyle gözaltına alınıyorlar. Bu eylemi takip eden gazeteciler ve foto-muhabirler haberi iki farklı şekilde yapıyorlar. Birileri sadece gözaltı verirken diğerleri ise hem gözaltıları hem de annelerin iradesini gösteren haberler yapıyor, fotoğraflar çekiyorlar. Buradaki ayrım, kimin nerede durması gerektiğinin de turnusol kağıdı oluyor aslında.
Çok uzatmadan gelelim sona; ortada tutulan, saklanan ve geleceğe bırakılan bir hafıza var ancak sorun o hafızanın nasıl tutulduğu ve hafızaya nereden yaklaşıldığı bölümünde başlıyor. Devrimci bir foto-muhabir ya da gazeteci sadece gerçeğin peşinde olan, gerçeği ortaya çıkartıp onun hafızasını olduğu gibi, herhangi bir manipülasyona sokmadan yapandır. O yüzdendir ki, her şey gibi, yaşamak gibi fotoğraf çekmekte ideolojik bir eylemdir ve kişinin durduğu yeri belirler.
Eğer hedefiniz gerçeklerin peşinde koşan bir foto-muhabir ya da gazeteci olmak ise bunu bilin, buna göre yaklaşın. Elinizdeki güç, sistemleri yıkabilecek kadar büyük ama aynı zamanda baskıcı rejimlerin ömrünü uzatacak kadar güçlüdür de. Tarafınızı seçin ki, kim olduğunuzu bilelim…