5.7 C
İstanbul
23 Kasım Cumartesi, 2024
spot_img

Asgari ücret 25 bin TL olursa ne olur? (2) – Bülent Falakaoğlu

Bir önceki yazıyı kısaca hatırlayalım…

Asgari ücret için en yüksek öneri: 13 bin 200 TL.

Peki 25 bin TL olsa ne olur?’ sorusuna ağırlıklı verilen cevapları sıralamıştık: “O zaman enflasyonu kimse tutamaz. Ülke gerçeğine uygun değil, ödenmez işçi çıkarmalar başlar”.

İyi de… Ford ve Aksa gibi çalışan başına aylık 50 bin TL kâr eden şirketler var. Bunlara da mı uygun değil?

Sanayi şirketleri, bankalar ve borsada halka açık şirketler 2000’li yılların en kârlı dönemini yaşıyor. Bunlar için ödenebilir ve pekala da mümkün!

Emeğin durumuna hiç bakmayacağız!

Milli gelir büyüyor, ücretliler kaybediyor: Ücretlilerin milli gelirden aldığı pay yüzde 39’lardan yüzde 26’lara geriledi. Maaşlı, ücretli, sabit gelirlinin durumu iyice kötüleşti.

Öyleyse emekten çalınanı geri alma vakti, tıpkı 1990’lardaki gibi.

Ne olmuştu o zamanlar… 1980 darbesi altında 7 yıl boyunca kaybeden işçi sınıfı 89 bahar eylemleriyle grevleri başlatmıştı; iki üç yıl boyunca yüzde 60’lık, 70’lik enflasyona göre değil kaybını telafi edecek şekilde yüzde 200’lerin üzerinde ücret zammı almıştı.

Bu hatırlatmanın üzerine demiştik ki ‘Bazı klişeleri kesinmiş gibi sıralamanın anlamı yok!

Örneğin, ‘Ücret artışı enflasyonu artırır’. Oysa ‘Mutlaka artırır’ gibi kaçınılmaz bir son yok; 2016 yılında asgari ücret yüzde 30 artırıldı. Buna rağmen o yılın enflasyonu sadece yüzde 8.3 oldu.

Diğer klişe: ‘Ücretler enflasyonu, enflasyon gelir eşitsizliğini büyütür’. Tersi durumda da eşitsizlik pekala büyür; dünyada 30 yıldır enflasyon yüzde 5’i geçmedi ama gelir uçumu tavan yaptı.

Bir başkası… ‘Refah ancak ekonomik büyüme ile gerçekleşir”. Öyleyse Türkiye ekonomisi yüzde 7 gibi yüksek bir büyüme performansı gösterirken emekçilerin refahı neden azaldı?

Ücretler yüksek olduğu için enflasyon rekor kırmıyor. Tersine emekçiler enflasyon yüksek olduğu için ücret artışı talep ediyor.

Türkiye’de rekor kıran enflasyonun sebebi döviz kurundaki ve dünya fiyatlarındaki artıştır. Ücretler değil” diye de vurgulamıştık.

Yazı hayli uzun olunca özeti de ister istemez uzun oldu. Sabrınıza sığınarak devam edelim.

Ücret-fiyat sarmalı mı?..

Elbet de fiyat artışı ile ücret arasındaki ilişki sıfır değil.

Misal emek yoğunluğu olan, düşük teknoloji kullanan işyerleri… Özellikle de hizmet sektörü!

Buralarda en önemli maliyet kalemlerinden biri ücret giderleridir. Bu işyerlerinde işçi ücretine yapılan zammın maliyetlere etkisi fazladır.

Dolayısıyla da ücrete yapılan zammın bu işyerlerinde verilen hizmete, üretilen ürüne yansıtılması beklenir. Bu durumda da ücret zamları direkt fiyat artışına (enflasyona) yol açar.

Bu doğru ama böyle olmak zorunda mıdır?

Değil.

Fiyat artışlarını önlemek için işyerlerinin diğer maliyetleri düşürülebilir. Örneğin enerji maliyeti.

Enerji (Sayaç okuma bedeli, kayıp kaçak bedeli, enerji fonu, elektrik ve hava gazı tüketim vergisi, dağıtıcı firmanın kredi borcu faizi, kârı derken) fiyatı 3 katına çıkıyor.

Dağıtıcı firmaları beslemek yerine işyerlerine enerji düşük fiyattan servis edilebilir.

Ya da vergi avantajı sağlanabilir. Yaşanacak vergi kaybı bu süreçte servetlerine servet katanlardan alınarak telafi edilebilir.

***

‘Enflasyonu yükseltir’ dışında asgari ücret artışına yapılan itirazlardan biri de şu: Ama birçok iş yeri yüksek artışı karşılayamaz ki

Elbette her sektörde işçi başına on binlerce lira kazanılmıyor.

Ülkemizde emek yoğunluklu küçük ve orta ölçekli işletme (KOBİ) sayısının bir hayli fazla olduğu doğru.

Peki sayısı üç buçuk milyonu bulan KOBİ’lerin hepsi mi az kazanıyor?

Kendilerinin yayımladığı 2020 verilerine bakalım.

Veriler: TÜİK, KOSGEB ve TOBB ortak çalışması ile hazırlanan “küçük ve orta büyüklükteki girişim istatistikleri, 2020 bülteni.

* Veriler: TÜİK, KOSGEB ve TOBB ortak çalışması ile hazırlanan “küçük ve orta büyüklükteki girişim istatistikleri, 2020 bülteni.

2020’de orta ölçekli olanlarda çalışan başına katma değer 128 bin TL.

Aylık 10 bin 600 TL. O yılın yoksulluk sınırı 8 bin TL. İşçiye bu rakam verilse patrona 2 bin 600 TL kalır.

Küçük ölçekli işletmelerde yaratılan katma değer 70 bin TL.

Maliyet düşürücü önlemlerle buralarda bile yoksulluk sınırı sağlanabilir.

Verileri 2022’ye yansıtırsak (ki şimdi kazançları çok daha iyi düzeyde) diyebiliriz ki KOBİ’lerde de yoksulluk sınırı (25 bin TL) hayal değil.

Geriye mikro ölçekli (10 kişiden az çalışanlı, küçük cirolu) şirketler kalıyor.

Sırf mikro ölçekliler için milyonlarca işçiyi süründürmeye değer mi? İşçiyi süründürmek yerine mikrolara çözüm bulunsun.

Zira Türkiye’de açlık sınırı 7 bin 800 TL. Ortalama ücretler de bu düzeyde. 10 milyon işçi asgari ücret ve bir tık üstünü alıyor. Yani işçilerin üçte ikisi açlık sınırında.

‘Asgari ücret çok artarsa şu mikro, çok küçük işletmeler ah ne yapacak’ diye dökülen göz yaşları altında işçi sınıfının üçte ikisinin açlık sınırında ücrete mahkum olduğu acı gerçeği göz ardı edilmemeli.

Hem neden avantaj olmasın ki…

Kaçınılmaz bir doğruymuş gibi sürekli dile getirilen bir diğer husus: ‘Ücret artarsa işçi çıkarma olur’.

Ücret artmadan da işçiler çıkarılıyor. Bu aralar her gün gazetelere işten atma haberleri yansıyor.

Son 3 ayda sadece Antep’te binlerce işçi işten çıkarıldı. Üstelik tekstil sektöründe artan ihracatla birlikte, rekor kârlar elde edilmiş olmasına rağmen.

Son üç ayda ücret artmadı ama işçi çıkarıldı.

***

Ücret artışına başka yönden de bakılabilir oysa!

Ücret artışı en güçlü talep kaynağıdır.

Neticede alım gücü artan asgari ücretlilerin tasarruftan çok tüketime yöneldikleri açık. Mecbur ellerine geçen anca ortalama geçime yeter.

Öyleyse… “Ücret artışı tüketimi, tüketilen şeyler de bir fabrikada üretildiği için o fabrikadaki üretimi artırır. Üretim artıkça işten çıkarma olmaz istihdam olur” da denebilir.

Ama denmiyor, neden?

Bunu demiyorlar ama ‘Ücretler arttığında talep artışı olduğunu bildiklerinden firmalar ürünlerine zam yapıyor’ diyorlar. Ekonomistler de söylemi şu analizle tamamlıyor: ‘Bu durum ücret-enflasyon sarmalarına yol açar”.

Üstelik işçi de buna ikna ediliyor. Bizzat işçinin kendisi şöyle diyor: “Ücretlerin artırılması fiyat artışına yol açıyorsa, benim daha iyi bir yaşam seviyesine ulaşma çabam boşuna. Ücrete zam yapmasınlar daha iyi.

Duyan da ücrete zam yapılmayınca işçi refaha eriyor sanır.

***

Üretici, satış fiyatına özellikle son iki yılda çok zam yaptı. Üretici enflasyonu (ÜFE) bu yüzden yüzde 136.

Tüketici enflasyonu yüzde 84.

Aradaki 52 puanlık devasa fark neden? Satıcı üreticiden yüzde 136’ya aldığı ürünü  sadece yüzde 84 zam yapıp satarak insaflı mı davrandı acaba!

Sanmam!

Sattığım malı artık aynı fiyatla yerine koyamıyorum” diyen satıcı çatır çatır bastı zammı. Satıcı zam yapmadığından değil, TÜİK enflasyonu düşük hesapladığındandır aradaki fark.

TÜİK eksik gösterse de satıcı zaten maliyetlerini yansıtmış olduğu için ücretler artınca satıcının ‘Hadi yapmadığım şu zammı yapayım artık’ demesi gerçekçi değil.

***

Ücret artışının fiyatlara yansıması olduğuna dair bir ölçüm var. O ölçüme göre 10 puanlık ücret artışı 1 puanlık fiyat artışına (enflasyona) yol açıyor.

Bu hesaba göre ücretlere yüzde 400 yapılsa 40 puanlık enflasyon artışı olur.

Bunun 20 puanı maliyet düşürücü önlemlerle hemen telafi edilebilir.

Enflasyon bir yılda yüzde 19’dan (hükümet politikaları sonucu) yüzde 85’e geldi. Bu oluyor da işçiye gelince mi dert oluyor.

“Nereden çıktı bu 25 bin?”

Başlıktaki sorunun cevabını verelim.

‘Yok mu artıran’ çağrısıyla yapılan bir açık artırma değil! Gökten zembille de inmedi.

Ülkenin en büyük işçi sendikaları konfederasyonu TÜRK-İŞ hesaplıyor ve diyor ki: Yoksulluk sınırı 25 bin TL.

Nedir ki bu yoksulluk sınırı?

4 kişilik bir işçi ailesine gıda, kira, enerji, yakıt, giyim, eğitim, sağlık, ulaşım gibi zorunlu ihtiyaçlarını karşılaması için gerekli en az para.

İçinde hiçbir lüks yok.

Bolluk da yok. Çünkü en asgarisi hesaplanıyor. Her gün bonfile hesabı değil yani.

Bu sınır, daha doğrusu işçinin ailesi dikkate alınmalıdır.

Uluslararası Çalışma Örgütü de 1970 yılında, çok düşük ücret alan işçilerin korunması amacıyla, bir sözleşme kabul etmiştir.

Buna göre…

Asgari ücretler tespit edilirken şu sorunlar göz önünde tutulacaktır: Ülkedeki genel ücret seviyesi, işçinin ailesi, kalkınma ve istihdam sorunları.

10 bin TL yasal zorunluluk o da seçimden sonra hiç olur

Türk-İş’in hesabına göre bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ aylık 10 bin 171 TL. Bir kişiye lazım olan en az para bu! Ama gel gör ki 10 bin liraya da ‘süper’ muamelesi yapılıyor. Hatta yüksek bulunup ‘yapılmaz’ deniyor.

Oysa Türkiye’deki Asgari Ücret Yönetmeliği’ne göre asgari ücret şöyle tanımlanmıştır; “İşçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret…”

10 bin TL tartışılmamalı bile…

***

Seçimi kim kazanırsa kazansın…

Seçimden önce baz etkisiyle düşecek enflasyon seçimden sonra zam etkisiyle coşacak.

Seçimden önce bastırılmış kur, seçimden sonra uçacak.

Seçimden önce kaşıkla dağıtılan, seçimden sonra kepçeyle geri alınacak.

Tüm bunların ardından 2023 haziranından sonra 10 bin TL pul olur.

25 bin hem mümkün hem de olması gereken

Yukarıda dikkat çektiğimiz 89-90 yılları ile sadece işçi sınıfının yoksullaşması benzeşmiyor.

1989 baharındaki yerel seçimde Özal iktidarı ağır yenilgi aldı. Sonrasında sınıf mücadelesi iyice yükseldi.

Bugün de benzer durum var. İktidardaki Cumhur İttifakının, büyük kentlerde yerel seçimlerde yaşadığı yenilginin en büyük sebebi yoksulluk. Yani sınıfsal (Sınıf bilinçli olmasa da) tepkinin sandığa yansıması!

Şimdi de tıpkı 89’daki gibi mücadele devam etmeli.

 Yücel Demirer’in vurguladığı gibi

Asgari ücret kavramı siyasetin merkezine alınmalı.

Asgari ücret saptama gösterisi yapısal emek sömürüsünün açığa çıkarılması için bir fırsat olarak düşünülmeli.

Asgari ücret düzeyi üzerinden yapılan üretim planlamaları reddedilmeli

Evet 1989’daki gibi sendikal hareket yok. Ama insanca yaşamak isteyen milyonlar onları harekete geçirebilir. Hiç de zor değil!

Birleşmiş Milletler tarafından 1948 tarihinde kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi diyor ki… “Çalışan herkesin kendisine ve ailesine insanlık onuruna yaraşır bir yaşam sağlayan ve gerektiğinde her türlü sosyal koruma yollarıyla da desteklenen adil ve elverişli bir ücret hakkı vardır.”

Bir önceki yazı şöyle bitmişti: 40 yıldır dünyada ve Türkiye’de bütün sorunlar emeği bastırarak çözülmeye çalışılıyor. Ama 40 yıldır da bölgesel ve küresel ekonomik krizler hiç eksik olmuyor.

40 yıldır söylenenin tersini yapmak için harekete geçme vakti!

İnsanca yaşamak için, göç yollarında telef olmamak için bir başlangıç: Yoksulluk sınırında (25 bin TL) bir asgari ücret olmalı ve bu mümkün!

KaynakEvrensel

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol