Konser/festival yasakları, müzisyen/grupların yasaklar yoluyla gerçekleşen saldırılara sözel çıkışlar dışında ver(eme)dikleri eylemsel tepkiler, alkollü içki tüketimine yönelik vergiler yoluyla gerçekleşen saldırılar, devlet/polis/mafya döngüsünde uyuşturucu ticaretinin kültürel ve ideolojik olarak nasıl bir saldırının aracı yaratıldığına yönelik sorularımızı Önder Babat Kültür Merkezi bünyesinde çalışmaların devamlılığı açısından yürüten Grup Adalılar‘a sorduk.
Sokaktan ve doğal olarak emekçilerden kopuk ifade edilen karşı çıkışların konser, alkollü içki yasakları vb. hakkında bir sonuç verebilmesi mümkün müdür? Müzisyenler ve gruplar bu konuda neden sözel çıkışların dışına çıkamıyor?
Bugün artık gelinen aşamada birbirinden kopuk ve ilgisiz gibi görünen sorunlar bile, ortaya çıkışı, saldırının kaynağı, hedeflediği teslimiyet, suskunluk vb. nedenlerle kolektif düşünüp kolektif hareket etmeyi gerektiriyor.
Dünya ölçeğinde sermaye ve iktidarları, askeri olandan ideolojik ve kültürel olana kadar her alanda döneme uygun araç ve yöntemler geliştirirken hemen her tecrübesini ortak havuzda biriktirip birbiri ile paylaşmakta ve sonuçta bu durum, sermayeye emek karşısında avantaj sağlamaktadır. Bu küresel avantaj aynı zamanda emek/ezilenler cephesinde hemen her birikim ve imkanın parçalanarak dağıtılması, düşüncede veya eylemde birleşik mücadelenin önlenmesi için de kullanılmaktadır.
Dolayısıyla bugün sadece konser, alkollü içki yasakları (yaşam biçimlerine müdahale) vb. değil, hemen tüm mücadele konuları sokaktan ve doğal olarak emekçilerden kopuk ifade edilen karşı çıkışlar olma sınırlılığında kalıyor. Ülke adeta yanarken, sınırlı sayıda çevreci veya birinci derecede muhatap insanlar harekete geçiyor. Doğa katliamlarına karşı iki komşu ilçede verilen tepkilerin bile ortaklaşmadığı görülüyor.
Tabii ki bu örneklerimizin dışına çıkan pratikler vardır. Ancak bunlar genelleme yapmamızı engellemeyecek sınırlılıktadır. Daha da önemlisi, kafalar karışmış durumda; toplumun önemli bir kesimi ideolojik yönlendirmelerin, manipülasyonların etkisi altında kalarak hareket edebiliyor. Örneğin Grup Yorum’a yönelik yasak ve saldırılar da bir ildeki eylem yasağı da sosyal medya sansürü veya çeşitlenerek yaygınlaşan kayyumlar da genellikle muhatabın kendi sınırlı imkanları ile karşılanmakta, kolektif bir karşı duruşa dönüşmemektedir.
Bu tablo, gerçekte iktidarları da cesaretlendirmekte hayatın her kesitini biçimlendirme ve sermayenin azami çıkarlarını gözetme amacında daha cüretkar karar alabilmelerinin önünü açmaktadır.
İşte müzisyenlerin ve grupların bu konuda sözel çıkışların dışına çıkamıyor olması, bu bütün içinde değerlendirilmelidir. Bunu salt onlarla sınırlı bir problem olarak görmek haksızlık olur.
Balıkesir’de Hande Yener konseri yasaklandığı, Doğubayazıt’ta da bütün devlet kurumlarının güvenliğinden lojistiğine kadar seferber olarak düzenledikleri/destekledikleri festivali nasıl değerlendirmek gerekir?
Hande Yener konseri pek çok örnekten biridir. İktidar, sanıldığının aksine hiçbir şeyi valilerin, kaymakamların vb. kişisel inisiyatifine bırakmış değildir. Aksine bugün hiç olmadığı denli, tekçi ve her alanı merkezi bir noktadan belirleyen bir Saray rejimi ile karşı karşıyayız. Kültürel olarak iktidar olamamaktan şikayetçi olan Erdoğan, bugün konjonktürün de avantajını kullanarak iktidarın tüm imkanlarıyla insanların kültürel dünyalarına, moral ve değer kaynaklarına da müdahale etmektedir.
“Kültür” deyip geçmemek ve konserlerin, festivallerin yasaklanmasını hafife almamak hatta kayyum atamaları dahil iktidarın tüm saldırılarını bir bütünün parçası olarak görmek gerekiyor.
Konserler önemli olduğu için yasaklanıyor; orası kolektif hareketin ve pozitif ruh halinin oluştuğu, dayanışmanın hissedildiği ve bir çeşit özgürleşmenin yaşandığı bir alan. İktidar bu olguların hiçbiri ile barışık değil. Çünkü o, sermayenin iktidarıdır. Tüm taşlar, sömürü-baskı ve talan üzerine bina edilmiş düzenin devamı için dizilmiştir. Bu dizilimle uyumsuz her şey, iktidarın şu veya bu biçimde hedefindedir.
Doğubayazıt’ta bütün devlet kurumlarının güvenliğinden lojistiğine kadar seferber olarak festival düzenlemeleri; bir taraftan saldırıp alternatif kültürün, yaşam biçimlerinin önünü keserken, diğer taraftan kendilerinin belirledikleri alanda istedikleri zaman istedikleri biçim ve içerikte “iliştirilmiş”, yönlendirme ve işbirliği altında yapılacak etkinliğe izin ve destek vereceklerinin ifadesidir.
Son olarak Devlet Tiyatroları ile Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüklerine yapılan atamalar da bunun bir başka göstergesidir. Halkların birleşik mücadelesi ile önü alınmadığı sürece bu saldırıların kapsam büyüterek devam etmesi beklenmelidir.
Doğubayazıt’a komşu Van’daki inanılmaz derecedeki uyuşturucu ticaretinin festivalle ve bu festivalde örgütlenmek istenen akılla ilişkisini nasıl kurabiliriz?
Bu bağ ilk bakışta kimilerine zorlama gelebilir. Ancak mevcut iktidarın uyuşturucu ticaretiyle, uyuşturucunun yaygın kullanımı, toplumsal olarak istismar edilmesi vb. ile ilgisi düşünüldüğünde hiç de abartılı olmadığı, tersine, kendi kültürel iklimlerinin dışına çıkma potansiyeli taşıyan halk kesimlerinin yaşadığı alanlarda “yozlaştırma” operasyonlarının bizzat devlet imkanlarıyla yapıldığına dair bir yığın bilgi, haber vb. söz konusudur.
Dünya ölçeğinde el yükselten sermaye saldırıları, burjuva demokrasisinin sınırlarına dahi tahammüllerinin kalmadığını, kendi koydukları yasaları dahi çiğnediklerini gösteriyor. Bu bağlamda muhalif potansiyellerin etkisizleştirilmesi için uyuşturucunun bizzat devlet imkanları ile yaygınlaştırılması, dünya ölçeğinde çeşitli coğrafyalarda olduğu gibi Türkiye’de de beklenmeli ve bu, bir mücadele alanı olarak görülmelidir.
Festivalde örgütlenmek istenen akıl, genelde Türkiye halkları özelde Türkiye Kürdistanı için yabancı değildir. Kültürel sanatsal üretimlerin bu işbirlikçi ve niteliksiz zeminlerinin bozucu zehirleyici işlevlerinin olduğu bir gerçektir. Ancak olgunun niteliği gereği, her alanda tutması, karşılık bulması zordur; mücadele ile bütünüyle teşhir edilip etkisizleştirilmesi mümkündür.
Pasifikasyon, Fransa’nın 19. ve 20. yüzyılda sömürgelerinde fetih ve ilhakın ardından uyguladığı askeri-siyasal pratikleri tanımlamada başvurulan bir kavram. İsyancı unsurların askerî-polisiye uygulamalarla bertaraf edilmesi ve ardından girişilen “uygarlaştırma” (“yani fetih ve yönetimin masrafların karşılayabilmek için bölge halkı ve doğal zenginliklerin sömürülmesi”) harekatını birlikte tanımlamada kullanılıyor. Sizce Doğubayazıt Festivali bir pasifikasyon kullanımı içeriyor mu?
Gerçekte bu tarz yöntemler iktidar için yabancı değildir. Türkiye Kürdistanı’nda özellikle 90’lı yılların ilk yarısında başvurulan yöntemlerin dünya ölçeğinde kontrgerilla tarzlarından devşirilmiş olduğunu, bir deneyim aktarımı vb. yaşandığını, verdiğiniz örnekler dahil her yola başvurulduğunu biliyoruz. Ancak sorunuz bağlamında söylersek salt Doğubayazıt Festivali’nden hareket edip bu değerlendirmeyi yapmak, söz konusu etkinliğe içerdiğinden öte anlamlar atfetmek anlamına gelir diye düşünüyoruz.
Bu tür saldırılara bölge halkı ve müzisyenler nasıl yanıt vermeli?
Bu tür saldırılar, sadece bölge halkı için değil tüm coğrafya için beklenmeli ve birleşik mücadelenin bölge ile sınırlı olmayacak şekilde en geniş zemin ve içerikte örgütlenmesi amaçlanmalıdır. Çok net söylemek gerekirse artık; çevre sorunu salt çevrecilere, Kürt sorunu salt Kürtlere, kadın sorunu salt kadınlara, emek sorunu salt emekçilere veya yasaklar salt muhataplarına bırakılamayacak kadar önemlidir. Topyekun bir saldırı söz konusudur dolayısıyla da topyekun bir direniş gerektirmektedir.
Teşekkür ederiz.