8.8 C
İstanbul
3 Aralık Salı, 2024
spot_img

ABD hegemonyası çözülürken… Devrimci kalkışmanın olanakları artıyor – Deniz Adalı

ABD seçimlerinin sonuçları da bu durumu değiştirmeyecektir. Kazanan kim olursa olsun, ABD dış politikası ve onun savaşa dayalı hâli ortadan kalkmayacaktır.

Biz, Kaldıraç Hareketi olarak, bir paylaşım savaşımına, 5 emperyalist gücün dünyayı yeniden paylaşma savaşımına uzun süredir dikkat çekiyoruz. Bu elbette bir dünya savaşı da demek oluyor. Bu nedenle, birçok dostumuz, kuşkunuz olmasın hâlâ dostlarımızdırlar, bize, birden çok kere “hani savaş nerede, abartıyorsunuz” diye uyarılarda bulunmuşlardır. Elbette konunun iki yönü var; birincisi, savaşı evinde görmediğin zaman savaş yokmuş gibi düşünmek bir büyük hatadır. İkincisi, savaşın, 21. yüzyılda ya da başka bir zaman diliminde, düz bir yol izleyeceğini düşünmek bir yanılgı olur.

Bugün, Haziran 2024 itibari ile, artık, savaşın gerçekliği, hemen her duyarlı insanın (sadece devrimcilerin değil) gündemine girmiş durumdadır.

Bu nedenle, bugünkü durumu bir kere daha ele almak, belki dikkatini geleceğe vermiş olanlar için ilgi çekici bulunabilir. Zira epeyce tartışacak konu var.

Yugoslavya’nın, Avrupa’nın göbeğinde parçalanarak bölüşülmesi, ABD’nin Afganistan işgali, ardından Irak işgali, ardından Libya’nın dağıtılması deyim uygun düşerse, savaşın önceki evresi sayılabilir.

Çünkü Suriye savaşı ile birlikte, yani 2011 yılı demek oluyor, durum değişmişti. Rusya sahaya inmişti ve artık savaş daha farklı bir yol izleyecek gibi duruyordu.

Paylaşım savaşımını temelleyen gelişmeler iki yönden ele alınabilir. Birincisi, ABD hegemonyasının çözülmeye başlamasıdır. Bu aynı zamanda, hikâyenin öbür ucundan, diğer 4 emperyalist güç başta olmak üzere, diğer emperyalist Batı güçlerinin, ABD hegemonyasını zorlamaya başlaması da demek oluyor. Almanya ve Japonya, ekonomik gelişim yolunda, üstelik askerî sanayileri önde olmaksızın, ABD ekonomisini zorlamaya başlamışlardı. 1971 krizi, ardından petro-dolar sisteminin kurulması, aslında G7 içindeki güçlerin ABD’nin karşılıksız dolar basmasına ve bunun sonuçlarına tepkilerini durdurmadı. Özellikle Almanya ve Japonya, İkinci Dünya Savaşı’nın yenik güçleri olarak, askerî açıdan kontrol altında olsalar da, ekonomik olarak hızlı bir gelişme yakalamışlardı. Bu durum ABD ekonomisini zorluyordu. Bu da ABD hegemonyasının içten içe çözüldüğünü gösteriyordu. IMF, Dünya Bankası, NATO vb. gibi örgütler, ABD kontrolünü hâlâ ayakta tutmakta etkili olsalar da, durum buydu. 1990’ın başında, ikinci etken diyeceğimiz bir gelişme yaşandı, SSCB çözüldü. Bu durum, başında ABD’nin bulunduğu anti-komünist dünya emperyalist sistem örgütlenmesinin bir açıdan zaferi olarak sunuldu, ama aynı anda, emperyalistler arasındaki paylaşım savaşımını da hızlandırıcı bir rol oynadı. Yugoslavya örneği tam da bunu anlatır. Tüm G7 ülkeleri, pastadan uygun paylar aldılar. Doğu Avrupa’nın “halk demokrasi”leri, “özgür kapitalist dünya”nın parçası olarak paylaşıldılar. Tüm iradeleri ellerinden alındı. Ama bu irade kaybı, NATO iradesine boyun eğmek olarak ele alındığından, çok da tartışılmadı. Ta ki Ukrayna krizine kadar.

Suriye savaşı, ardından Ukrayna’nın 2014’te bir darbe ile ABD kuklası hâline getirilmesi, savaşın gelişim yollarını da değiştirdi. Suriye sahasına, emperyalist güçler, daha çok da ABD adına tetikçiler devreye sokuldu. Buna “vekâlet savaşları” da denildi. Suriye, pandoranın kutusunun açılması anlamına da geliyordu. Suriye’yi, Rusya’nın sahaya inmesini takiben, Ukrayna izledi. Ve bu ikisi arasındaki bağ, sanıldığından çok daha güçlüdür.

Bu arada ise, iki kayda değer gelişme unutulmamalıdır.

İlki, Çin’in, 2004 başlangıç olarak alınırsa, dünya pazarındaki rolünün değişmeye başlamasıdır. Çin, “dünyanın fabrikası” idi. Hâlâ da dünyanın fabrikası olarak kalacak olsa idi, Batı emperyalist sistemi, küresel sermaye bunda bir sorun görmezdi. Ama 2000’lerin başında, biz 2004 diyelim, Çin, kendi markaları ile pazara girmeye karar verdi.

Konunun anlaşılması için bir hatırlatma yerinde olur. Boeing şirketi, üretimi büyük ölçüde Çin’e kaydırmıştı. 1990’ların ortalarında, CIA yetkilisi bir kişi, Boeing’in CEO’suna, Boeing’in üretimini Çin’e kaydırmasının doğuracağı güvenlik tehlikeleri hakkında bir mektup yazmıştı. Mektup, Çin’in Boeing’i kopyalaması tehlikesine dikkat çekiyordu. CEO, bu mektuba yanıtında, CIA yetkilisi ile dalga geçer ve bu noktanın çoktan aşılmış olduğunu söyler (“21. Yüzyıl ve Kapitalist-Emperyalizm” çalışmasına bakabilirsiniz). Aslında Çin, mesela Apple’ın ana üretim üssü olmaya devam edebilirdi, iyi ama Çin, Huawei ya da başka telefonları ya da diğer alanlardaki kendi teknolojisini pazara sürmeye kalktı. İşte bu durum, Batı sermayesini, uluslararası tekelleri çok rahatsız etti. Yani mesele, Çin’in ve diğer Uzak Asya ülkelerinin dünyanın fabrikası hâline gelmesi değildi. Tersine sorun, Çin’in pazara girmesi idi.

Ve buna ek olarak, 2008’de, büyük bir ekonomik kriz ortaya çıktı. Kriz, önceleri “finansal alanda kriz” olarak ele alındı. Ama mesele daha da derindeydi. Ve birkaç sene sonra, durum daha net anlaşılmaya başlandı.

Bu iki gelişme paylaşım savaşımına eklenmelidir. Zira fiiliyatta eklenmiştir. Bunlar olmadan, durumun ciddiyeti, boyutları anlaşılamaz.

İşte, Suriye ve Ukrayna savaşları, bu iki gelişmeyi de hesaba katarak ele alınmalıdır.

ABD, savaş stratejisini yeniden yapılandırdı. Obama dönemine denk gelir dersek yanlış olmaz. Gel ki, böylesi gelişmeleri, ne kesin bir tarihe, ne de kişilere göre dönemlemek çok zordur. Ama ABD, bir yerden sonra, durumu gözden geçirdi ve yeni bir yol bulmaya başladı.

Bu yeni yol, Rusya ve Çin’i düşman ilan ederek, diğer emperyalist güçleri birleştirmekti. Böylece, aralarında savaşa tutuşmuş emperyalist güçleri yeniden kendi hegemonyasına ikna etmiş olacaktı.

Daha öncesinde de ABD, kendi eli ile Sovyetler’i kuşatma siyaseti içinde geliştirdiği radikal İslamî kesimleri, “ortak düşman” olarak öne sürmüştü. Ortak düşman, Batı’yı birleştirmenin, ABD şemsiyesi altına almanın önemli bir aracı idi. Ama İslamî radikalizmin nasıl doğduğu ve geliştiği, nihayetinde diğer emperyalist güçler için de sır değildi.

Oysa Rusya ve Çin, ortak düşman olarak daha etkili olabilirdi. Suriye savaşı bunun için yeterli değildi.

Ukrayna böyle tezgâhlandı.

Ukrayna rejimi, kendi topraklarını yok yere bir savaş sahası hâline sokacak kadar ABD kuklası olmuştu. Ve ardından gördük ki, tüm Doğu Avrupa ülkeleri ya da bunların çoğunluğu, bağımsız bir devlet iradesine sahip değildi, değildir.

ABD, bir yandan Çin’in ekonomik yükselişini durdurmanın tek yolunun kendileri olduğunu Batılı ortaklarına anlatmakta zorluk çekmedi. Öte yandan ise, Ukrayna’da sahneye konan oyun, tüm Avrupa’nın denetimi, neredeyse bir çeşit işgali için büyük bir olanak olarak ortaya çıktı. Avrupa, artık ABD iradesi altına girmişti. Ukrayna savaşında ABD’nin ilk günlerde netleşen kazancı bu oldu. Ve bu durumun, ABD ekonomisine krizi aşmak konusunda büyük yardımları olacağı varsayıldı.

Kabaca, dünyanın efendileri, en azından kendilerini öyle gören Batılı emperyalist güçler, Çin ve Rusya’yı, (a) önce birbirinden koparmak, (b) her ikisini de sömürge hâline getirmek niyetleri ile bir araya geldiler. Alman Şansölyesi, Avrupa’yı kastederek “biz Rusya ile başa çıkmalıyız ki, ABD Çin’i hâlledebilsin” yolunda cümleler kurdu.

İşte şimdi, bu savaşın neresinde olduğumuzu tartışmak mümkündür.

1

Çin, 2003 yılında, dünyanın 500 büyük firması listesinde tek bir firması bile yer almayan bir ülke idi. Bugün, dünyanın 500 büyük firması arsında en fazla firması bulunan ülkedir.

Çin, birçok alanda, henüz tüm alanlarda olmasa da çoğu alanda, teknolojik olarak da ABD’yi ve diğer Batılı güçleri geride bırakmıştır. Satın alma gücü paritesi açısından dünyanın en büyük ülkesidir.

ABD’nin tüm yaptırım vb. oyunlarına rağmen, Çin, hâlâ büyümeyi sürdürmektedir.

Çin, bu süre içinde, “kuşak yol” projesi ile, Batı’nın birçok önlemini geride bırakacak hamleler yapmaktadır. Ukrayna, Suriye vb. savaşlar, aslında biraz da bu “kuşak yol” projesini önlemeye dönüktür. Esas olan bu olmasa da, bu da içindedir.

Bugünlerde Çin, mesela elektrikli araç pazarında, açık ara liderdir ve kendi markaları sektörün öncülerindendir.

Tüm tehditlere rağmen, Çin ile Rusya arasındaki “dostluk” bozulmamaktadır. Bu nedenle ABD, Çin’e karşı Tayvan üzerinden saldırgan bir politika izlemektedir ve bu politikasını daha da aktifleştirmektedir. Bu amaçla, Filipinler başta olmak üzere Güney Kore, Avustralya gibi ülkeler üzerinden, Çin’i engellemeye çalışmaktadır.

Mayıs sonunda Çin Savunma Bakanı ile görüşen ABD Savunma Bakanı, diplomatik üslubu ayaklar altına alarak, maskesini indirerek, anlaşamadıklarını, “tek çıkışın savaş” olduğunu ilan etmiştir. Elbette ABD’den “tek bir Çin” politikasına bağlı oldukları yollu açıklamalar da gelebilmektedir. Ama savaş planları daha yenidir ve açıktır.

Özetle, tüm engellemelere rağmen, Çin’in dünya pazarındaki etkinliği artmaktadır ve teknolojik olarak da Batı ülkelerinin bir hayli önündedir. Bu durumda ABD’nin Çin’i durdurmak için savaş kundakçılığı yapması, önümüzdeki dönem de tırmanarak sürecektir.

2

Rusya, Ukrayna’da zorlu bir çatışmanın içine çekilmiştir. ABD, bu yolla, Rusya ile Avrupa arasındaki her türlü, ekonomik, siyasal, kültürel vb. işbirliğini engellemekte büyük aşamalar kaydetmiştir. Buna rağmen, Rusya’nın adına “özel askerî operasyon” dediği savaş, giderek Batı için bir çıkmaz hâline gelmektedir.

Rusya, sanıldığı gibi, izole olmamıştır. Elbette bu konuda Çin ile ortak politikalar geliştirmesi, önemli bir durumdur. Ama aynı zamanda, dünyanın her ülkesinde olmasa da, NATO ülkeleri dışındaki her ülkesinde, ilişkilerini geliştirmiştir. Rusya izole edilememiştir. ABD ve NATO politikaları işe yaramamıştır. En azından bugün durum budur. Dahası, bugün birçok ülkede Rusya ile ilişkiler daha canlı hâle gelmektedir.

St. Petersburg (Leningrad) Forumu, 2024 yılında büyük bir ilgi odağı olmuştur. O kadar ki, “izole olmak” bu ise, olmamak nedir bilinebilir değildir.

Rusya bu forumda, “Kuzey Deniz Yolu”nu tartışmaya açmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, Süveyş Kanalı’na alternatif bir yol ortaya çıkmış gibidir ve bu yolun, tüm Latin Amerika’ya ulaşımı en az 2 hafta daha kısaltacağı söylenmektedir. Ve yolun açılması için, 5 yıllık bir süre öngörülmektedir.

Askerî açıdan ABD ve Batı, savaşı daha da yoğunlaştırmak istemektedir. Ukrayna’nın savaşı sivil halka doğru evriltmesi, aslında Rusya için zorlayıcı olmaya devam etmektedir. Ukrayna’ya dönük özel askerî operasyonu zorlu hâle getiren bir konu, Rusya’nın, kendi halkının bir parçası ya da kardeşi olarak gördüğü Ukrayna halkına zarar vermeme, belki bir yere kadar da altyapıyı tahrip etmeme isteğidir. Bu, savaşı uzatmaktadır. Ama aynı zamanda, İsrail’in Gazze’de ortaya koyduğu gibi bir soykırımın da olmaması için bir çaba verildiğinin de işaretidir. Savaşın uzaması, başlangıçta Batı için “olumlu” olarak görülüyordu. Ama bugün, savaşın uzaması Batı için işi zorlaştırıcı bir hâle gelmiştir. Belki de bu durum, Rusya’nın isteklerinden de biridir. Savaşın ilk günlerinde, aylarında, Rusya’nın Ukrayna’yı yenemediğini söyleyen “uzman”lar, şimdilerde farklı konuşmaktadır.

Oysa Ukrayna’da, Rusya ve NATO savaşı söz konusudur.

Rus ekonomisi, değil küçülmek, Dünya Bankası raporlarına göre, satın alma gücü paritesi açısından, dünyanın 4. ülkesi hâline gelmiştir, yani Almanya ve Japonya’yı geride bırakmıştır. Elbette bu, tek başına büyük bir olay değildir ama Batı’nın akıl almaz yaptırımlarının çok da işe yaramadığının kanıtıdır.

Rusya, bu süre içinde, “deprivitasyon” adı verilen, yeni bir çeşit kamulaştırma sürecini de başlatmıştır. Bu elbette ki sosyalist bir ekonominin kurulması anlamına gelmiyor. Hayır, sadece, özelleştirme süreçlerinin sonunun geldiğinin ve tersine bir eğilimin nesnel bir zorunluluk hâline geldiğinin kanıtıdır. Putin, açık olarak, bunun Sovyetler’in geri getirilmesi demek olmadığını ilan etmektedir. Zaten Sovyetler böyle geri gelmez. Devrim olmadan, sosyalizm yeniden ayağa kalkmaz.

3

Bugün, BRICS ülkeleri, sayıları 11 olsa gerek, G7 ülkelerinden daha büyük bir ekonomik yapıdır. Bildiğimiz kadarı ile, 59 ülke BRICS üyesi olmak için sıradadır. Ve BRICS, bugüne kadar bir hegemonya üzerine dayalı bir gelişimi ifade etmemektedir. Ama BRICS, ülkelerin bağımsız bir varlık olarak davranma eğilimlerini güçlendirmekte, Batı emperyalizmine karşı durma eğiliminde bir ivme yaratmaktadır.

Çin ve Rusya, birlikte yeni bir uluslararası ödeme sistemi üzerinde çalıştıklarını ilan etmiştir. Bu durum, doların egemenlik alanının daralması da demektir. Zaten hâlihazırda BRICS içinde, doların egemenlik alanı daralmış durumdadır.

Avrasya Ekonomik Birliği ile, Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği arasında ekonomik ilişkilerin gelişmekte olduğu, bu konuda yeni adımların atılmaya başlandığı da biliniyor. Bu iki birlik arasında serbest ticaret anlaşmasının imzalanması için hazırlıklar yapıldığı biliniyor. Konu, son Petersburg Forumu’nda ele alınmıştır.

Tüm bu gelişmeler, fiilî olarak dünyada “tek kutuplu”, ABD hegemonyasına dayalı dünyanın bittiğinin işareti olarak ele alınabilir. Sanırım bu abartı olmaz.

Buna Afrika’daki gelişmeleri de eklemek mümkündür.

4

Tüm bunları ABD hegemonyasının çöküşünün engellenemediğinin kanıtı olarak ele almak mümkündür.

ABD, ekonomik krizi sömürge ülkelere, hattâ Avrupa’ya ihraç etmekte başarılıdır. Doların egemenlik alanı, buna olanak tanımaktadır. Tek başına bu da değil, ama hâlâ Batı’da doların egemenlik alanı, bir hayli gelişkindir.

ABD ekonomisinde bir toparlanmadan söz edilmektedir. Ancak bu daha çok silah sanayiinin gelişimine de dayanmaktadır. Karakteristik özelliği savaş sanayii olan ABD ekonomisi, bu açıdan, bugün bir avantaja sahip gibidir. Ama bu durum, krizin aşıldığı anlamına gelmiyor. Tersine, ABD ekonomisinin daha da dibe doğru gittiğinin de kanıtıdır. ABD, dünyanın en borçlu ülkesidir ve bu durum sürdürülebilir midir? Bu soruya “evet sürdürülebilirdir” demek kolay değildir. Bu nedenle, ABD dünyanın her yerinde savaş politikalarına daha fazla yüklenmektedir.

ABD seçimlerinin sonuçları da bu durumu değiştirmeyecektir. Kazanan kim olursa olsun, ABD dış politikası ve onun savaşa dayalı hâli ortadan kalkmayacaktır.

Bu nedenle ABD, bugün Filistin’de İsrail’in soykırım politikasının başlıca savunucusudur. Bu politika, Filistin halkını Ortadoğu’nun “yerli”leri, Kızılderilileri olarak gören bir politikadır ve ABD için Kürtler de Ortadoğu’nun Afrika kökenli Amerikalılarıdır. Elbette bu, onların bakışıdır. Halkların imhası politikası, ABD ve NATO’dan bağımsız ele alınamaz, düşünülemez.

ABD, dünyada bugüne kadar tek nükleer silah kullanan ülkedir. Ukrayna da dâhil birçok ülkede seyreltilmiş uranyum kullanmaya devam etmektedirler ve bu konuda İngiliz emperyalizmi ile yarışmaktadır; ortaktırlar ve yarış içindedirler.

ABD, 21. yüzyılın dünya savaşını organize etmeyi çözüm olarak görmektedir. Kendi hegemonyasını korumak, ABD’nin esas hedefidir. Bu amaçla Avrupa’yı savaş alanı hâline getirmek üzere planlar yapmaktadır.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında ABD, kendi topraklarında savaş yürütmemiştir. Bugün de aynı yolu izlemek istiyor. Ama dünyanın durumu, silahların gelişmişliği, buna izin vermeyecek ölçüdedir.

Tam bu noktada, ABD’de gelişecek bir iç savaşın çok uzak bir ihtimal olmadığı da hesaba katılmalıdır.

5

İngiltere, bu savaş politikalarında, yer yer ABD’den de daha histerik tutumlar almaktadır. Dünyanın eski sahibi pozu ile, bir sonraki sahibi olmayı hedefliyor olması mümkündür. The Great Reset, yani yeni dünya düzeni, bu açıdan İngiltere’nin üzerinde aktif çalıştığı bir konudur. 1945 sonrası kurulan yeni dünya düzeni, IMF’si, Dünya Bankası, dolara dayalı sistemi, hattâ NATO’su ile ömrünün sonuna yaklaşmaktadır. İngiltere, İngiliz sömürgeciliğinin birikimi ile bir sonraki dünya düzeninin önemli bir aktörü olmaya heveslidir. Bu konudaki ihtirası, saldırganlığını beslemektedir.

İngiltere’nin ekonomik gücü, bu konuda bir “umut” vermemektedir ama sömürgecilik deneyimi küçümsenecek gibi değildir. Bu nedenle ABD’nin gönüllü kışkırtıcısı olmayı görev edinmiş durumdadır.

İngiliz ekonomisi, eğer Londra’nın finans piyasalarındaki rolü bir yana bırakılırsa, çok da avantaj olarak ele alınamaz. Ama finans piyasalarındaki konumu, hareket sahasını bir hayli artırmaktadır. Hele ki mevcut uluslararası kapitalist sistemin finansal piyasaları öne çıkartmış olması düşünülürse, bu bir avantaj olarak ele alınabilir. Finansal sermayenin daha saldırgan tutum alması da, her zaman sanayi sermayesinden daha olanaklıdır.

Bugün İngiltere, daha çok ABD’nin arkasına takılmış gibi görünse de, kapı arkasında ABD’nin savaş kışkırtıcılığında önemli bir partneridir.

6

Avrupa ekonomisinin motoru Alman ekonomisidir, dersek, sanırım hata yapmayız. Ama bugün Almanya, daha çok ABD politikalarına boyun eğmiş durumdadır. Fransa da benzer durumdadır. Ancak Fransa’nın siyasal olarak daha aktif olma durumu vardır. Bunun bir nedeni, Rothschild hanedanlığı olarak ele alınabilir. Özellikle bugünkü Macron yönetiminin, bir sürü anayasa ihlalini göze alarak uyguladığı politikalar, aslında bu Rothschild bankerliğinin saldırganlığı ile bağlantılıdır. Ayrıca, Fransa, Almanya gibi, İkinci Dünya Savaşı sonunda mağlup ülkelerden biri değildir ve bu nedenle askerî sanayii ve ordusu üzerinde ABD etkisi daha az egemendir.

Ama bu, durumu kaale alınır biçimde, anlamlı bir farklılık yaratacak biçimde etkilememektedir, Almanya ve Fransa, ABD politikalarına boyun eğmiş durumdadır.

Alman ekonomisi, sanayileşmenin ileri safhasında olmasına rağmen, Ukrayna savaşı ile birlikte ABD’ye teslim olan politikalar sayesinde, Alman kimya sanayiinin liderlerinin ifade ettiği gibi “deindustrializasyon” sürecine girmiştir. Alman endüstrisi irtifa kaybetmektedir, diye kaydedebiliriz. Bunu hemen her sanayi alanında görmek mümkündür.

Yeşiller partisinin Nazi partisi hâline gelmesi, AfD ile yarışır pozisyona girmesi, aslında Almanya’da savaş çığırtkanlığını beslemektedir. Ama bu durum, ekonomik açıdan büyük maliyetler de demektir. Şimdiden Alman ekonomisi bir hayli irtifa kaybetmiştir.

Bu durum, aslında 2008 krizinin ardından, ABD’de ortaya konan senaryolarda, Avrupa’nın yarımdan daha düşük bir güç olarak ele alınması ile de örtüşmektedir. Yani, tüm Avrupa, ABD savaş senaryolarında, yarımdan da küçük bir güç olarak ele alınmaktadır.

Rusya’ya ve Çin’e karşı yaptırımlar, Alman ekonomisini doğrudan vurmaktadır. Bir yandan artan enerji maliyetleri Alman ekonomisini vururken, diğer yandan Rusya ve Ukrayna pazarının kaybedilmesi, Almanya için büyük bir kayıp hâline gelmiştir. Bu nedenle, Alman endüstrisi, Rusya’ya yaptırımları delmek için, birçok dolaylı yola başvurmaktadır.

Böylece kapitalist sistemi sarmış olan ekonomik kriz, Avrupa’da daha şiddetli hissedilmektedir.

Alman sanayiinin, savaş sanayiine dönük eğilimleri, bu alanda gelişme yolları araması, ABD’de olduğu gibi sonuçlar doğurmaktan da bir hayli uzaktır. Öte yandan Avrupa, savaş alanı hâline gelmeye çok yakındır. Avrupa, başta Almanya ve Fransa olmak üzere, savaşı kendi topraklarından uzak tutma becerisine, hiç ama hiç sahip değildir. Zira kendilerine ait bir politikaları olduğu, hele hele Almanya için bu tamamen doğrudur, söylenemez.

7

Tüm bunlar, NATO ve Batı emperyalizminin, savaş politikalarına daha da yükleneceğinin kanıtları olarak ele alınabilir. Ancak bu savaş politikalarının onları kurtaracağı söylenemez, bu gerçeklikten uzaktır.

Böyle olunca, savaş, savaşın içindeki her ülkede bir iç savaş olarak ortaya çıkma eğilimindedir. Bunun hangi boyutlarda olduğu ayrı bir tartışma konusudur. Ama her birini etkileyeceği ise açıktır.

Filistin halkına karşı İsrail eli ile yürütülen soykırım, tüm dünyada ciddi protestolarla karşılanmaktadır. ABD’de başlayan öğrenci eylemleri, okulların kapanmasına kadar, tüm Batı dünyasını sarmıştır.

Bu gösteriler karşısında, ister İngiltere, ister Almanya, ister Fransa, ister ABD ele alınsın, devletlerin tutumu, iç savaş hukukunun devreye sokulduğunun kanıtıdır. Anlı şanlı “demokrasi beşiği” olarak anılan ülkeler, tüm maskelerini indirerek, birer tekelci polis devleti olarak ortaya çıkmaktadırlar. Her biri, dün NATO mekanizmaları içinde besledikleri Nazi artıklarını yeniden açık olarak sahaya sürmeye başlamışlardır. Ve elbette ki buna karşı, bu ülkelerdeki işçi sınıfının, emekçilerin direnişi de ortaya çıkmaktadır, daha da çıkacaktır.

Dünyanın sadece metropollerinde, gelişmiş ülkelerinde değil, sadece emperyalist ülkelerinde değil ama her yerinde kitlesel eylemler gelişmektedir ve daha da gelişecektir.

Bazı sömürge ülkelerde halk, mevcut iktidarlara karşı ciddi eylemlere kalkışmaktadır. Henüz, bu ülkelerde kalıcı bir zaferden söz edemeyiz. Bu kitle eylemleri hâlâ örgütsüzdür. Ama dün Seattle’da başlamış olan gösterilerden oldukça farklı bir süreçtir bu. Eylemler, kitlesel direnişler, kendiliğinden patlamalarla ortaya çıksa da, giderek içlerinde örgütlülük nüvelerini geliştirmektedirler. Postmodern anlayış, kapitalizmi daha yaşanır bir sisteme dönüştürme hayallerini pompalayanlar, bu kitlesel hareketlerin gelişimini elbette anlamaktan uzaktırlar. Onlar sınıf savaşımının bir çeşit bittiğini ilan eden liberallerin kuyruğuna o kadar takılmışlardır ki, olup biteni görme yeteneklerini de kaybetmişlerdir.

Tüm dünyada bir devrimci kabarışın, daha çok örgütsüz olsa da ilk göstergeleridir bunlar.

Dünya devrime, bir sosyalist kalkışmaya gebe hâle gelmektedir. Bu nedenle, dünyanın her yerinde burjuva devletler, biz bunlara tekelci polis devleti diyoruz, iç savaş hazırlıklarına yönelmiştir. Bugün, hemen hepsinde bir düzeyde, az ya da çok, iç savaş hukuku devreye sokulmuştur. Kendi yasalarını ellerinin tersi ile itmektedirler. Evet, onlarda, bizdeki gibi olağanüstü devlet örgütlenmeleri, henüz gelişmemiştir. Ama eğilim bu yöndedir.

Elbette, dünya proletaryasının buna tepkileri de gelecektir.

Öte yandan bir sosyalist devrim dalgası olmadan savaşa son vermenin olanağı da yoktur. Rusya ve Çin’in direnişi, sosyalist dönüşüm demek değildir. Burada yanılgıya düşmemek gerekir. Çözülen ABD hegemonyası, devrimci atılımlar için eşsiz bir olanak da demektir. Ama bunun gerçekleşmesi, proletaryanın, muhtemelen Rusya ve Çin dışında bir sosyalist başkaldırısı ile mümkün olacaktır.

Elbette hiç kimseye devrimin yarın olacağını söylemiyoruz. Yine hiç kimse sözlerimizden, devrimci kalkışmanın sorunsuz ve kolay olacağını söylediğimiz sonucunu çıkartmasın. Bunu söylemiyoruz. Tersine, devrimci kalkışmanın olanaklarının arttığını söylüyoruz. Elbette, bu devrimci sosyalist başkaldırı, ancak devrimci örgütlenme ile gerçekleşir. İşçi sınıfının devrimcileşmesi dışında bir zafer olanaklı olmaz. Ancak bunun olanakları, düne göre çok daha fazladır.

Elbette, görmek isteyen gözler için, görmeye cesareti olanlar için.

Savaşın yıkıntıları arasından devrimci doğuşun olanakları da yükselmektedir.

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol