DEMOKRASİ İTTİFAKI VE YENİ ANAYASA KÜRSÜSÜ-Dosya 11
31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinin ardından Türkiye yeni bir sürece girdi. Tarihinin en ağır yenilgisini yaşayan AKP cephesinde de, muhalefet tarafında da tartışmalar sürüyor, yeni yol haritaları çiziliyor.
Bu koşullarda hazırladığımız dosyamızda, görüştüğümüz siyasi odaklar ve toplumsal kesimlere, öncelikle ‘şimdi ne olacak’ sorusunu yönelttik. Gelinen noktada, bir demokrasi cephesinin imkânlarını, mevcut muhalefet toplamının nasıl bir ittifaka dönüştürülebileceğini, bunun hangi temeller üzerine kurulabileceğini sorduk. Aynı çerçevede, yeni bir demokratik anayasa meselesinin nasıl ele alınabileceği de başka bir sorumuzdu. Bu arada yazılı belge olarak Anayasa’nın tek başına bir anlam ifade etmediği, bunun daha geniş bir demokratik dönüşümün parçası olarak nasıl ele alınabileceğini de sorularımıza ekledik. Ortaya çıkan tabloyu okurlarımızla paylaşıyoruz. Bugün, Roza Kadın Derneği Kurucu Üyesi Ayla Akat Ata ve Hülya Osmanağaoğlu ile konuştuk.
Ayla Akat Ata/Roza Kadın Derneği Kurucu Üyesi
2013-2015 arasında Türkiye kadın hareketiyle kurduğumuz bağlar, ne yazık ki şu an ayakta değil. Milliyetçiliği aşan ortak bir cins mücadelesi veremiyoruz. Hep Kürt sorunu bariyerine çarpıyoruz. Bugün ortak cepheleri güçlendirmek için aralıksız çalışmalıyız…
Şimdi de İstanbul seçimleri bir umut oldu. Bu sadece adayın ya da CHP’nin profili, dili ile ilgili değil. Umut, aslında bir araya gelince değiştirebilme duygusundan kaynaklanıyor. Sürecin hemen ardından yapılan en önemli açıklama, HDP’den gelen ‘Yeni bir anayasa’ çağrısıydı.
İktidarı ve iktidarın değirmenine su taşıyan muhalefeti aşan çok önemli bir çıkış oldu bu. Halklar sandıkta bir değişim iradesi ortaya koyuyorsa, siyasetçiye düşen, bunun temel taşlarını döşemektir, bu da yeni bir toplumsal sözleşmedir.
2011’de kaçan fırsat
2011’de, her partiden üçer kişiyle bir uzlaşma komisyonu oluşturulmuştu, ben de komisyonun tek kadın üyesiydim. O tartışmalarla da yeni anayasanın ne kadar elzem olduğu açığa çıkmıştı.
Önce halka gideceğiz denildi. Sonra STK’ları Meclis’e çağırdık. Sonuçta biz orada temel haklar özgürlükler bölümünü bitirdik ama devlet organlarına geldiğimizde tıkandı. AKP başkanlık sistemini tartışmak istedi, diğer partiler sistem değişikliğinden yana değildi ve 2013’te masa devrildi. Tıkanmanın sebebi başkanlık sistemiydi. Vatandaşlık tanımında AKP ile HDP’nin belli bir yaklaşımı vardı, CHP ve MHP daha çok statükonun devamından yanaydı. Şu anda başkanlık sistemi artık var. Yani artık tartışma o bıraktığımız yerden başlamaz. Bugün yine aynı yöntemle gidilebilir ama bir tiyatro oyunu gibi değil. Sistemi de değiştirilemez görmemek lazım. Biz hala aynı noktadayız. Parlamenter sistemin güçlendirilmesinden yanayız.
Ortak mücadelenin zorlukları
2013 ile 2015 arasında Türkiye kadın hareketiyle kurduğumuz bağlar, ne yazık ki şu an ayakta değil. Biz kadın hareketinin en dinamik güçlerinden biriyiz. Birbirimizi tanıyoruz, kadınlar bir araya geldiğinde neler yapabileceğini de biliyoruz. Yasalardaki birçok değişiklik girişimini ortak hareketle engelledik. 2013’ten sonra birçok olumlu tartışma yaptık, çözüm meselesinde ne yapabiliriz diye. Ama yazık ki, savaş başlayınca bu tartışmalar sonlandı ve 2016’dan sonra sivil darbe Kürt hareketini ve Kürt kadın hareketini vurdu. Yılların birikimiyle biz devam ediyoruz. Fakat Türkiye kadın hareketi ile aynı bağlar zayıfladı. Milliyetçiliği aşan ortak bir cins mücadelesi veremiyoruz. Eşitlik ve kadına yönelik şiddet konusunda her platformda ortak hareket edebiliyoruz ama Kürt sorununun açığa çıkardığı başlıklarda hep bariyere çarpıyoruz.
Zihniyetin değişimi
Bundan sonra siyasal alanda da kadınlar bakımından da bu nasıl pratikleştirilir, onu Türkiye kadın hareketi ile tartışıyoruz. Yeni anayasaya giden yolun temel taşı olarak gördüğümüz demokrasiye giden yolu nasıl açabiliriz ve mevcut çatışmaları nasıl engelleyebiliriz. Bunu Kürt sorununun barışçıl çözümünden bağımsız düşünmek mümkün değil. Kürt sorununu yaratan zihniyetin değişmesi gerekiyor. Ama bu noktaların tümünde o genel ve resmi ideolojik bariyer önümüze çıkıyor. Türkiye’de kadınların çatı örgütleri var. Hepsiyle görüşüyoruz, iletişimi kesmiyoruz. Ama bu ziyaretler bizi yeni bir anayasa tartışmasına götürmüyor. Eşitlik ve kadına şiddet noktasında kalıyoruz. Sol-sosyalist ya da feminist hareketlerle zaten sıkıntımız yok, onlarla bir ilişki var. 8 Martlarda birlikteyiz. Ocak ayında ‘Kadınlar Birlikte Güçlü’ grubu oluştu, orada birlikteyiz. Bu konuda bir sıkıntı yok.
Emekçi kadınlara ulaşmalıyız
Ağır darbelere rağmen bizim örgütlülüğümüz her koşulda devam etti, yine en güçlü kampanyaları, eylemleri kadınlar yürüttü. Türkiye kadın hareketiyle birlikte hareket etme konusunda da ısrarlı olacağız. Uluslararası alanda Dünya Kadın Yürüyüşü gibi dahil olduğumuz organizasyonlar var. Dünya feminist hareketinin, Türkiye feminist hareketinin parçasıyız. Ama Batı’daki sorun şu. İşler orta sınıflar üzerinden yürüyor, mahallelere, emekçi, yoksul kadınlara dayanmadan gelişmek mümkün değil. İktidar ise en çok onlara oynuyor, ihtiyaçları üzerinden gidiyor. Burada boşa çıkarabiliyoruz bunu, yardımı alıp yine bildiklerini okuyorlar ama bunu Türkiye’ye yayabilmenin koşullarını yaratmak gerekiyor.
Kürt sorununun barışçıl- demokratik çözümü mümkündür ama cins mücadelesi bu sorun çözülse bile devam edecek. O yüzden, bugünkü cepheleri, platformları daha da güçlendirmek için aralıksız çalışmalıyız, çalışıyoruz.
Sürekli dinamizm gerekiyor
Kürt kadın hareketi Ortadoğu’ya, dünyaya öncülük eden bir noktada; jineoloji ile ideolojik bir çığır da açtık. Ama gel gör ki, bir kurum kapatıldığında onun kapalı olmasına alışıyoruz. Medeni Kanun’dan ‘ailenin reisi erkektir’ ibaresi çıktı da pratikte durum değişti mi? Hayır. Kaç kadına, kaç aileye bu bilinci verebildik? Koruma yasaları çıktı ama mekanizmalar ne durumda? Bir zihniyet devrimine ihtiyaç var. Diyarbakır’da daha önce tanık olmadığımız bir şey yaşadık, bir ay içerisinde 3 kadın öldürüldü. Yıllardır bunun mücadelesini veriyoruz, az çok bir bilinç oluşturmuştuk. Şimdi bu ölümlerden kendimizi de sorumlu tutuyoruz. Biz de geriye düşmüşüz demek ki. Bütün olarak zihniyet sürüyor. Yani, bir an durmamız mümkün değil.
Hülya Osmanağaoğlu/Sosyalist-Feminist
23 Haziran ittifakını iteklemeli
2017 Nisan referandumunda hayır oyları ağırlıklı olarak bir tür parlamenter demokrasiyi-sistemi koruma mücadelesi ekseninde yan yana gelmişti. Politik ekseninde dini baskılara karşı laiklik, Kürt sorununda savaş politikalarına direniş ve AKP iktidarında cisimleşen erkek egemenliğine karşı mücadele vardı.
31 Mart-23 Haziran sürecinde ise Nisan referandumunun “hayır” cephesine büyüyen ekonomik krizin faturasını ödemek zorunda kalanlar, yani emekçi kesimler, hatta AKP’nin her daim oy deposu durumundaki esnaflar eklendi. Üstelik bu kez İyi Parti’nin milliyetçi tabanı ve Saadet Partisi’nin dindar tabanı da fazla tereddüt duymadan aynı cephe içinde HDP üzerinden yürütülen milliyetçi saldırganlığa rağmen saf tuttu. Bu saf tutuşun birleştirici harcının ekonomik krizin neden olduğu hızlı yoksullaşma ve yıkım olduğunu görmek önemli. Tek adamlık rejiminin iki yıl önceki resmi başlangıcı, hızlı yoksullaşmanın miladı haline gelince rejim sorgulanmaya başladı ve tabir yerindeyse siyasal olarak beş benzemezin seçmeni 2019 yerel seçimlerde yan yana gelmekten imtina etmedi.
Kendi yolumuzu çizmeliyiz
Tabii bunun bir Demokrasi İttifakı olarak tanımlanması ne kadar mümkün tartışılır. Ancak AKP faşizminin kurumsallaşmasını engelleyebilecek çapta bir demokrasi ihtiyacının görünür hale geldiği yerel seçimlerde ortaya çıktı. Bundan sonra ne yapılması gerektiğine ilişkin kararları ise bu beş benzemezin siyasal temsilcilerinin ferasetine bırakmak pek anlamlı görünmüyor. Zira AKP bu tür yan yana gelişleri her daim Kürt sorununda savaş politikalarını gündeme sokarak dağıtmak konusunda son derece başarılı. 2016 darbesinden hemen sonra HDP’li seçilmişlerin tutuklanmaları, DBP’li belediyelere atanan kayyumlar, Afrin süreci, parlamenter siyaseti HDP ve diğerleri şeklinde bölerken, toplumsal alandaki yansımasını da işçilere, gençlere, Kürtlere, sosyalistlere, LGBTİ+’lara, kadınlara, aslında AKP iktidarına hayır diyen herkese saldırı olarak gösterdi. 2003’ten beri İstanbul’da 8 Martlarda İstiklal Caddesi’nde gerçekleştirilen 8 Mart feminist gece yürüyüşünün engellenmesi de bu sürecin bir parçasıydı. Bu engellemeyi sadece İstiklal Caddesi’nin muhalefetin eylemlerine kapatılmasıyla açıklamak mümkün değil. Kadınların nafaka hakkını gasp etmeyi, İstanbul Sözleşmesi’nin ilgasını, geçtik toplumsal cinsiyet eşitliği hedefini bizzat toplumsal cinsiyet kavramını bile literatürden çıkarmayı hedefleyen iktidar, kadınların göstereceği direncin siyasal gücünü kırmak, sokaktaki sesini kısmak için feminist gece yürüyüşüne saldırdı. Bundan sonrası hiç kuşku yok ki AKP’nin var gücüyle saldırdığı kesimlerin yan yana gelişlerini sağlamlaştırarak 23 Haziran sürecinde oluşan ittifakı, bir tür emek, demokrasi ve barış cephesiyle tabir yerindeyse iteklemek olmalı. (İyi Parti’nin milliyetçi, Saadet’in dinci tabanını ve CHP’nin ulusalcı ve neoliberal kesimlerini düşününce ancak iteklemek kavramı ile durumun tariflenebileceğini düşünüyorum.)
Direnişi süreklileştirmek
Ancak böyle bir emek barış demokrasi cephesinin oluşması bile kadınlar açısından AKP saldırganlığının kolayca geriletebileceği iyimserliğine kapılmayı mümkün kılmıyor kuşkusuz. Zira İyi Partili bir vekilin kadınların nafaka hakkının gaspı için, Saadetli bir vekilin ise İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılması için yaptıkları girişimler feminist siyasetin kendi baskısını tüm AKP muhalifi güçler için de sürdürmesi gerektiğini gösteriyor. Aksi takdirde erkek siyaset kadınların kazanımlarının gaspına sessiz kalmayı da bir üstü örtük mutabakat olarak benimseyebilir. Kuşkusuz bu mutabakata karşı feminist hareketin birlikte mücadele ettiği Türkiye kadın hareketi ve Kürt kadın hareketi bugün AKP’de cisimleşen erkek egemenliğine direnişi topyekûn tüm erkek siyasete yönelik bir direniş haline getirecektir.
YARIN: HALKEVLERİ EŞ GENEL BAŞKANI NURİ GÜNAY / KALDIRAÇ HAREKETİ’NDEN HAKAN DİLMEÇ / TOPLUMSAL ÖZGÜRLÜK PARTİSİ SÖZCÜSÜ EMRAH ARIKUŞU