Tepkilerinde yaratıcılar, mesajlarında öğretici. Zekâlarıyla, vicdanlarıyla, körelmemiş iradeleriyle ‘Hayır’ demesini biliyorlar. Farklı ırk, din, mezhep, meşrep ve cinsiyetlerle ne kadar doğal ve uyumlu yaşadıklarını da gösteriyorlar. Bizi şaşırtacak kadar iyiler. Bize de ötekine rezerv koymadan yaşamanın değerini öğretiyorlar! İktidarın hedeflediği, rahat edeceği nesil bu nesil değil. Öfke bundan!
Karanlık ruhlarıyla hepimizin dünyasını karartmaya çalışıyorlar. Nefret saçan zehirli dilleriyle. Devletin azman aygıtlarıyla. Kendilerine paspas ettikleri yargıyla.
Düşün ki canından bir parça Boğaziçi’nde öğrenci, gururlusun. Sonra oturup sabahtan akşama kadar en tepeden yağan ithamları dinliyorsun; “sapkın”, “terörist” ve “vandal”dan hafifi kesmiyor. Bu dil polis şiddetine, akla zarar iddianamelere, televizyonlardan zırva yorumlara dönüşüyor. İnsanın kalbi duracak gibi oluyor, nefesi kesiliyor.
“Türkiye’nin böyle evlatları yoktur. Çocuk veya öğrenci dedikleri vandaldır, barbardır.” Devamında hedefi de koyuyor: “Başı ezilmesi gereken zehirli yılanlardır.” Bunu iktidara ‘dayatma gücü’ olan ama yürütmenin eylemlerinden sorumlu olmayan MHP lideri Devlet Bahçeli söylüyor. Şifahen değil tweet atarak diyor. Biteviye nefret, suça tahrik ve ayrımcılık suçlarını işliyor. Bunlar tek adam rejiminin yasalarında bile tanımlanmış suçlar. Güç tekellerinde, suç tekellerinde. Sürekli lince davet ediyor, polise daha fazla ezmesini telkin ediyor, yargı mensuplarına talimat yağdırıyor, saraya istikamet veriyor. Hayır, saray bundan beri olduğu için değil. Aksine tüm kararlar saraydan geliyor; resmen ve hukuken sorumlu makam orası. Nefrette, kutuplaştırmada, ötekileştirmede, muhalifini şeytanileştirmede, düşmanlaştırmada biri ötekinin ayinesi; iki lider birbirini, sözcüler liderlerini aratmıyor.
Dün de Cumhurbaşkanı Erdoğan el yükseltti, “Terör örgütlerinin üyesi olan bu gençleri biz ülkemizin gerçek manada milli ve manevi değerlere sahip gençleri olarak kabul etmiyoruz. Zira siz öğrenci misiniz, yoksa rektörün odasını basmaya kalkışan terörist misiniz?” dedi. “Bu ülke teröristlerin hakim olduğu bir ülke olmayacak. Buna asla fırsat vermeyeceğiz” diye ekledi. Öğrencilere sahip çıkanları da terörist yoldaşı ilan etti.
Polisin dövemediğine iktidarın sözlü şiddeti ulaşıyor! Bunlar bizim gençlerimiz, ülkenin geleceği.
***
Bu şiddetin nedenini biliyoruz. Gezi sendromu şimdi bütün hışmıyla bu gençlere çarpıyor. İtaati alınamamış insanların varlığını görmek huzursuz ediyor.
Tepkilerinde yaratıcılar, mesajlarında öğretici. Zekâlarıyla, vicdanlarıyla, körelmemiş iradeleriyle ‘Hayır’ demesini biliyorlar. Farklı ırk, din, mezhep, meşrep ve cinsiyetlerle ne kadar doğal ve uyumlu yaşadıklarını da gösteriyorlar. Bizi şaşırtacak kadar iyiler. Bize de ötekine rezerv koymadan yaşamanın değerini öğretiyorlar! İktidarın hedeflediği, rahat edeceği nesil bu nesil değil. Öfke bundan!
Öfke bütün saptırma ve provokasyonların tutmamasından. “Terörist” dediler, tutmadı; DHKP-C’ye mal ettiler, olmadı; LGBTİ+’ları öne çıkartarak zorbalığa toplumsal meşruiyet kazandırmaya çalıştılar, işe yaramadı. “Kâbe’ye saygısızlık” diyerek dini hassasiyetleri kullandılar, sonuç alamadılar.
Başörtülü öğrencilerin direnişin paydaşı olması da ayarlarını iyice bozdu, hepten şirazeden çıktılar.
Rektör atama kararından dönmek de ayrı bir korku. Gücün tekelleştiği ve kutsandığı bir yapıda karar düzeltmesi ‘zayıflık işareti’. “Bir yerde tökezlersem, düşerim!” mantığı. Kayyum Melih Bulu zaten istifa edemez; rektörlük hırsı ile itibarlı bir eğitim kurumunu “halletme” konusunda efendisine maymuncuk olma misyonu arasında sıkışmış bir zavallı.
***
‘Hayır’ diyebilen bir potansiyel, iktidarın gaddarlaşan, katranlaşan, hukuksuzlaşan karakterini huzursuz ediyor. Ya yayılırsa! Ne büyük korku! Aslında çok da korkulacak bir durum yok! Anamuhalefet huzurunuzun teminatı. Salıyı bekler konuşmak için, sahip çıkamadıkları oyların atılacağı sandığı bekler hesap sormak için. İptal edilen seçime de sesini çıkarmaz. Hak ve hukuk mücadelesi süreklilik ve yaygınlık ister, yerindelik ve yerellik gerektirir ama nafile! Adliyeye gidip öğrencilerin hukuk mücadelesine ortak olmaya bile cesaretleri olamadı. Varsa yoksa kürsü demokrasisi. Kendi kendini sindiren bir telkin tekrarlanıyor: “Oyuna gelmeyelim.”
Her şey normalindeymiş gibi sokağa açık ya da zımnen gayrimeşru muamelesi yapan bir muhalefet zaten iktidarın kurallarıyla sarayın oyununda kalmış demektir. Muhalefet gençleri ezdirmemek için kendini ortaya koyabildiği kadar muhalefettir. Muhalefet Covid-19’un yere serdiği çaresizlere, işveren ve devletin cendereye aldığı işçilere, dereleri ve ovaları gasp edilen köylülere, tohumsuz ve ilaçsız çiftçilere, KHK’yle sosyal ölüme itilenlere gidebildikçe muhalefettir. Sokakta olmak budur!
Abartmaya da gerek yok, siyaseti alana taşımakla devrim olacak değil. Ne var ki iktidarın ‘kaos’ yaygarası muhalefetin de freni. İktidarın hak-hukuk tanımayan ‘meşruiyet çerçevesi’ dönüp dolaşıp muhalefetin kendi kendini sınırladığı ‘yasal zemin’ okumasına dönüşüyor. Hak ve hukuk mücadelesinin iktidarların değişken kıstaslarıyla gittiği dünyanın neresinde görülmüş; bu mücadele kendi meşruiyet zemininde giderse gider.
İktidar bir itirazla karşılaştığında her seferinde Kabataş yalanına devam sahnesi çekiyor. Gerçek sorunlara başka nasıl perde çekebilir? Muhalefet sürekli savunma pozisyonunda; iktidarın dini, ezanı, Kuran’ı, başörtüsünü, şehitliği, camiyi, minareyi, Kâbe’yi, eşcinselliği malzeme yapan sahte değerler savaşına suçluluk ve ezilmişlik psikolojisiyle laf yetiştirmeye çalışıyor. İktidarın oyununda kalmak tam olarak böyle bir şey. Temel dış politika meseleleri ve Kürt sorunu gibi yakıcı konularda zaten muhalefetin iktidardan farkı cımbıza bile gelmiyor.
***
Hasılı zehir zemberek sözleriniz, nefretten beslenen yargılarınız bu gençlerin dünyasında hükümsüz.
Gençler bize itirazın ne kadar normal ve değerli olduğunu anımsatıyor.
Devletin sözlü ve fiziki şiddetine rağmen #BaşlarınıYereEğmediler, #AşağıBakmadılar.
Bu gençlerle gurur duyuyoruz! Ve tabii hocalarıyla. Eğileceksek onların onurlu duruşu karşısında eğilelim.