Yüz yüze eğitimi çoktandır iflas etmiş bir ülkede uzaktan eğitimin başarılı olması zaten mümkün değildi… Ama öyle bir hava yaratıldı ki, sanki pandemi olmasa yüz yüze eğitimde her şey çok iyi ve çok güzel gidiyordu. Bu havanın yaratılmasında sol, sosyalist muhalif söylemlerin de dolaylı bir etkisi var.
Salgın nedeniyle yüz yüze eğitimden uzaktan eğitime geçişte, uzaktan eğitime katılım konusunda zengin ailelerin çocukları da aynı düzeyde olumsuz etkilenmiş olabilir mi? Bu soruya “evet” diye yanıt vermek pek kolay değil. En azından kesin olarak “evet etkilenmişlerdir” diyemeyeceğimiz kesindir.
Bunun nedeni sadece bilgisayara ve internete olan ulaşım imkânı ile açıklanabilir mi? Elbette uzaktan eğitimin olmazsa olmaz koşullarından ve gereklerinden birisi internet ve bilgisayardır. Lakin uzaktan eğitimde başarısız olunması meselesi sadece bu “olmazsa olmaz” gerekler ile sınırlı değildir. Bugün her öğrenciye bilgisayar verilebilse ve internet olanağı sağlansa dahi uzaktan eğitime katılım olması gerektiği niteliğe ve oranlara asla ulaşamayacaktır. Yani, uzaktan eğitimde başarılı olunamamasının nedeni salt bilgisayar ve internet imkânsızlığı ile açıklanamaz. Bu anlamda sol, sosyalist ve muhalif eğitim örgütlerinin, başta bazı eğitim sendikaları olmak üzere, iktidarı eleştirirlerken, daha sistematik ve daha geniş açılardan eleştiri yapmaları ve çözüm önermeleri gerekmektedir.
Esas sorun ve çözümsüzlüğün kaynağı on yıllardır üzerinde sürekli oynanan ve başından beri kamu okullarında dahi “kamucu eğitim modeli”nin terk edilerek, evrensel koşullara ve gelişimlere uygun olmayan, bunun yanı sıra bireysel özellikleri geliştirmeyi dikkate almayan, benmerkezci eğitim sisteminin sorgulanması gerekmektedir.
Devlet okullarında okuyan çocukların neredeyse tamamı on yıllardır gelişen eğitim ve bilişim teknolojilerine rağmen, teknolojiyi bilişim konusunda kullanmada edinilmesi gereken tutum ve davranışları kazanamamışlardır. Eğitim ve bilişim teknolojilerinden yararlanmayı bilmeyen, teknolojiyi eğitim ve gelişim amaçlı kullanma yerine eğlence ve tüketim amaçlı olarak kullanmaya kurgulanmış bireyler yetiştirmenin sonuçlarını yaşamaktayız. Eğitimbilim temelli bir söylem ve bakış açısıyla ifade etmek gerekirse, devlet okullarında yüz yüze eğitimin tüm kademelerinde çocuklar “öğrenen” merkezli eğitim yaklaşımı ve uygulamalarından çok uzak bir eğitim almış ve almaktadırlar. Öğretene mahkûm, öğretenin belirlediği ve öğretim olmadan öğrenmemin olmadığı ve olamayacağı bir eğitim modeli ile yetişen (aslında yetişemeyen) çocuklar, sonuç olarak “öğrenmeyi” bilmiyorlar. Çünkü “öğrenmeyi öğrenmemişler”. Öğrenme ihtiyacı içinde değiller. Dahası böyle bir talepleri de yok.
İşte asıl derdimiz budur ve bu olmalıdır. Bu sorun öyle hemen çözümlenecek bir sorun değildir. Bu sorun, bireysel ve toplumcu gelişim modeline dayalı bir eğitim sistemi ile uzun süreçli davranış değişikliği ve kazanım elde etmeyi sağlamakla olasıdır. Her şeyden önce çocuklarda öğrenme merakı, öğrenme isteği ve daha önemlisi öğrenme ihtiyacı duygusu ve bilinci yaratmak gerekir ki, bu tamamen eğitim felsefesi ve eğitim politikaları ile ilgilidir.
Yüz yüze eğitimde okula gelmek istemeyen, okuldan kaçan, dersin bir an önce bitmesini bekleyen ve bunun için haklı gerekçeleri olan çocuklarda öğrenme ihtiyacı duygusu ve bilinci oluşturamazsınız. Nitekim oluşturamadığımız çocuklardan, şimdilerde zorunlu olarak sürdürmeye çalıştığımız uzaktan eğitime katılmalarını ve verimli olmalarını bekliyoruz. Çoğunlukla katılmazlar. Verimli olmak için çabalamazlar. Çünkü büyük çoğunluk için okulsuzluk, eğitim sistemimizin neden olduğu bir fırsat haline dönüşmüş durumdadır.
Özel okulların bazıları, iktidarın bozamadığı bazı devlet okulları, özel ders alma olanağına sahip çocuklar, öğrenmeyi öğrenmiş ve öğrenerek başarılı olacağı bilinci oluşmuş çocuklar zaten öndeydiler. Bu konuda bir şey değişmedi ve değişmeyecek. Yeni pandemi koşulları nedeniyle sürekli vurgulanan eğitimde fırsat ve imkân eşitsizliği derdimiz yeni bir dert ve yeni bir eşitsizlik sorunu değildir.
Bizim şimdi ve bundan sonraki eğitim derdimiz; niteliği ve düzeyi oldukça düşürülmüş devlet okullarında okuyan, öğretim olmadan öğrenmeyi bilmeyen ve beceremeyen, milyonlarca çocuğun öğrenme ihtiyacı duymasını ve bunu talep etme düşünce ve duygusunu geliştirmeyi sağlamak olmalıdır.
Bakınız, TÜİK’in 2019 yılı Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması’na göre, Türkiye’de masaüstü bilgisayar bulunan hane oranı %17,6, taşınabilir bilgisayar bulunan hane oranı %37,9, tablet bulunan hane oranı %26,7, cep telefonu bulunan hanelerin oranı ise %98,7. İnternet erişimi olan hanelerin oranının %88,3 olarak belirtildiği araştırmada, internet erişiminin büyük bir kısmının mobil operatörlerin sınırlı internet erişiminden oluştuğu belirtilmiş.[1] Evet, gerçekten de “uzaktan eğitim” koşulları ve gerekleri adına iyi bir durum değil.
Lakin öte yandan sözkonusu bu oranları, 2020 uzaktan eğitime, öğrenci katılım oranları ile kıyasladığımızda, uzaktan eğitim koşullarına uygun ve koşut bir katılımın gerçekleşmediğini biliyoruz. Kaldı ki, televizyon üzerinden EBA kanalları için ulaşabilirlik çok daha yüksek boyutlarda. Peki, bunu nasıl analiz etmemiz gerekir? İlk akla gelen ve bilimsel temeli olan açıklama şu: Yüz yüze eğitim işleyişi o kadar başarısız bir eğitim sistemi ve içeriğine sahiptir ki, çocuklarda uzaktan eğitim için gerekli olan bireysel sorumluluk ve öğrenme talebi/isteği gelişimini dahi sağlayamamıştır.
Elindeki akıllı telefonu eğitim, bilişim amaçlı bilgiye ulaşmada kullanmayı istemeyen ama her türlü yazışma ve türlü oyun ve uygulamalar için büyük bir marifetle kullanan yüzbinlerce çocuğumuzun ve gencimizin sorunu gibi görünen mesele, aslında yüz yüze eğitimde iflas etmiş olmamız sorunudur. Yüz yüze eğitimi çoktandır iflas etmiş bir ülkede uzaktan eğitimin başarılı olması zaten mümkün değildi… Ama öyle bir hava yaratıldı ki, sanki pandemi olmasa yüz yüze eğitimde her şey çok iyi ve çok güzel gidiyordu. Bu havanın yaratılmasında sol, sosyalist muhalif söylemlerin de dolaylı bir etkisi var. Sanki uzaktan eğitimde bütün sorun bilgisayar, tablet ve internet yokluğu ile ilgiliymiş gibi bir hava yaratılmaktadır. Oysa çocuklarımızda öğrenme isteği ve talebi oluşturamamış bir okul ve eğitim işleyişine sahiptik. Zorla öğretim olmadan, öğrenmenin olmadığı bir okul ve eğitim kültüründen geliyoruz. Yüz yüze eğitimi başaramayan bir ülkenin, uzaktan eğitimi başarması nasıl mümkün olabilirdi? Nitekim olamadı ve olmayacak. Öğretmen İsmail Örnek’in çok güzel ifade ettiği gibi “Pandemi sürecinin yarattığı bu eşitsizlik durumu sanki pandemiye hasmış, pandemi öncesi adil, hakkaniyetli, kapsayıcı bir eğitim sistemimiz varmış gibi bir kalıp yargı, bilişsel çerçeve oluşuyor toplumsal zihnimizde.”[2]
Sonuç olarak yüz yüze eğitimi bilimsel temelli yürütmekten uzak duran, yeteneğe ve ilgiye göre eğitimde yönlendirmeyi düzenleyememiş, çocuklarda özbilinç ve özyeterlilik oluşturmaktan aciz, üretime, yaratıcılığa, sosyal sorumluluğa ilişkin değerler kazandırma yerine mistik ve metafizik ögelerden oluşan ezberci içeriklerden oluşan bir öğretimin, çocuk ve gençlerin uzaktan eğitime gönüllü/istekli katılım sağlaması söz konusu olabilir mi?
Dipnotlar:
[1] TÜİK, Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması 2019
[2] İsmail Örnek, Maskesi Düşen Eğitim Sistemi Yoğun Bakımda, Öğretmen Ağı, 18Ağustos 2020.