-
ÜTOPYALAR(IMIZ)IN TARİHSEL ZEMİNİ
TEMEL DEMİRER
- AYRIM: ÜTOPYA(LAR)IN “NE”LİĞİ, İŞLEVİ
- AYRIM: DOĞU VE ORTADOĞ’DA ÜTOPYA(LAR)
II.1) MAZDEK, HÛRREM, BÂBEK, İSMÂİLÎLER, KARMATÎLER ŞEYH BEDREDDİN
III. AYRIM: AVRUPA’DA ÜTOPYA(LAR), İSYAN(LAR)
III.1) ROMA’DA SINIF MÜCADELESİ VE ÜTOPYA
III.2) RÂFİZÎ HAREKETLER
III.3) AVRUPA’DA KÖYLÜ İSYANLARI
III.3.1) VE THOMAS MÜNTZER
- AYRIM: ÜTOPYA ÖRNEKLERİ
IV.1) PLATON’UN ‘DEVLET’İ
IV.2) FARABÎ’NİN ‘EL-MEDİNETÜ’L FAZILA’SI
IV.3) MORE’UN ‘UTOPİA’SI
IV.4) CAMPANELLA’NIN ‘GÜNEŞ ÜLKESİ’
IV.4.1) GÖRÜŞLERİ
IV.4.2) ONUN ADASINDA
IV.5) BACON’UN ‘YENİ ATLANTİS’İ
- AYRIM: ÜTOPİK SOSYALİZM VE MARKSİST-LENİNİSTLER
V.1) VE BİR ŞEY DAHA…
ÜTOPYALAR(IMIZ)IN TARİHSEL ZEMİNİ[1]
TEMEL DEMİRER
“Ki insanlar rüya görmüyor
Ve sıfır nedir biliyorlar
Düş kuranlarsa çoktandır
Meczup sayılıyor artık.”[2]
Kaldıraç Dersliği’nde bir oturumda, ‘Marksizm Öncesi Ortakçı Toplum Ütopyaları (Mezopotamya, Balkanlar ve Anadolu)’ konulu bir sunum yapabilmek kolay değil; hatta “imkânsız”!
“O da neden” mi? Meselenin genişliği, hacmi, derinliği…
Bu bir oturuma sığmaz; öncelikle bunun altını çizip, “Dünün ütopyası bugünün gerçeğine dönüşüyor,” diyerek başlayayım sunumuma…
Kendi hesabıma ben, ütopya kavramının içerdiği değerleri müthiş önemseyen birisiyim.
Çünkü M. Keith Booker’ın, “Ütopyacı düşünce… içinde bulunduğumuz dünyadan niteliksel olarak farklı bir dünya olasılığını canlı tutar ve mevcut olanın inatla yadsınması biçimini alır,”[3] diye tarif ettiği ütopya(lar) devrimci mücadelenin -kilit önemdeki- “olmazsa olmazı”dır(lar).[4]
Tam da bu noktada Robert N. Bellah’ın, “Bütün ütopyalar kişilerin yaşamın olağan baskılarının kaldırıldığı bir tür gevşek alanda bulunduğunu hayal edebildiği bir çeşit yapay oyun değil midir?”[5] biçimindeki naif sorusuna verilecek yanıt şudur: “Ütopya özgür hayal gücünün bir ürünü değildir, ütopya içten gelen bir zorunluluk meselesidir; tek çıkış yolu o olduğu için hayal etmek zorunda kalırsınız. Bugün ihtiyacımız olan ütopya işte budur.”[6]
Kadim bir kökene sahip ütopya(lar), örneğin Guarani kabilesinde -Hıristiyanlık öncesi dönemde- “kötülüğün bulunmadığı yer” (Land without Evil) arayışında somutlanırken; Doğu uygarlıklarında olduğu gibi Batı uygarlıklarında da ütopik söylemler mutluluk vaadine bağlı olarak cennet ve ideal toplum tasvirlerini kapsar.
Cennet ve ütopik kavramlar, çoğu inanç ve düşünce sistemine göre insanın ölümden sonra yaşayacağına inanılan, yitik bir kökenin özlemini de içeren mutluluk vaadidir. Antik dönemden bugüne bu kavramlar, çok tanrılı ve tek tanrılı dinlerin söylence ve kutsal metinlerinde çoğu zaman simgesel anlatımlar biçimini almıştır.
Sümerlerin ‘Dilmun’ adını verdikleri dünyevi mutluluk diyarından başlayarak tarihsel süreç içinde bahçe, ada ve yabanıl doğa gibi tasvir ve anlatımlarla biçimlenen ütopyalar, Antik Yunan düşünürlerden Euhemerus’un ‘Kutsal Söylenceler’inde betimlenen Panchaea adasında, Platon’un ‘Timaios ve Kritias’ başlıklı diyaloglarındaki Atlantis efsanesinde ve ütopik düşüncelerin çıkış kaynağı olan Thomas More’un ‘Utopia’sında ete kemiğe bürünmüştür.
Aynı şekilde, Eski Ahit’ten başlayarak semavi dinlerin kutsal kitaplarında geçen cennet ve cehennem kavramlarında, insanlığın yitirmiş olduğu cennet özlem(ler)inde ifadesini bulur.
Yunan literatürüne “gerçekte olmayan” bir dünya ve toplum özlemini Hesiodos’un ‘Altın Çağ’ mitosunda görürüz. (Bu mitolojik aktarım daha sonra Thomas More’la kavramsallaştırılır.)
Hesiodos’un ‘Erga Kai Hemerai/ İşler ve Günler’ başlıklı yapıtının 106-201. dizeleri arasında anlatılan ‘Altın Çağ’ öyküsüne göre, insanlık yaratıldığından beri dört ya da beş çağ yaşamıştır. Bunlar sırasıyla Altın, Gümüş, Tunç, Kahramanlar ve Demir Çağıdır. Madenlerin en değerlisinden en az değerlisine doğru sıralanan bu çağlar, mitolojik kronoloji anlamında insanlığın ve toplumun değerinin düştüğünü gösterir.
- Finley’in analizine göre, Hesiodos’un ilkel imaj olan ‘Altın Çağ’ mitosu, onun için günün belli sorunlarını düzeltme yolunda okuyucularına/ dinleyicilerine gösterdiği bir hedef, başvurduğu bir referans çerçevesidir.[7]
Yunan düşüncesinde, teorideki açıklık ve pratikteki detaylar bakımından Hesiodos’un ‘Altın Çağ’ mitosundan daha somut bir toplum ve devlet ideali sunan iki örnek bulunur. Bunlardan ilki Atinalı Solon’a, ikincisiyse Spartalı Lycurgus’a aittir.
Kent-devletlerin Solon, Lycurgus, Pythagoras gibi yasa-koyucuları “iyi toplum” anlayışını insan doğasına ilişkin felsefî görüşlerine dayandırmış olup ideallerini işleyen siyasi mekanizmalara dönüştüren ilk önderler olmuştu. (Hem Solon’un, hem de Lycurgus’un yasaları yarı-mitsel niteliğiyle Fransız Devrimi’nin ütopya geleneği için önemli birer örnek olarak görülmüştü.[8])
Özetle insan(lık)ın yaşadığı topluma bakıp, “bunu değiştirmek istiyorum” demesiyle birlikte, bunu nasıl yapabileceğini düşünmeye başlar. Bunun da besin kaynağını ‘Altın Çağ’ gibi geçmişte olduğu varsayılan -kökensel- bir deneyimden ya da tümüyle kurgusal bir idealler toplamından alır. Bunlardan hangisi onun kaynağı olursa olsun, neticede gerçekte olmayan bir ülkenin peşine düşmesi isyankâr bir tavırdır.
Bu yüzden Krishan Kumar’ın “Ütopya, Rönesans ve Reformla birlikte düşünceye yerleşen isyanın ürünüdür,”[9] tanımıyla; peşinde koşma sorumluluğunu devreye sokan ‘Utopia’nın, “Geleceğin değiştirilebileceği bilincine bağlı olarak insanlığın en temel yönelimi”[10] olduğu unutulmamalıdır.
Dolayısıyla ‘Ütopya’cılık, herhangi bir zaman dilimiyle sınırlı olmayan, koşullara göre içeriği belirlenen “kendinde” ve “doğal” bir isyan tipine denk düşer.
Tarih bunun -Ortakçılıkta somutlanan[11]– binlerce örneği vardır.
Mesela İlk Çağ materyalistleri, Yahudi Esséen’ler, Isparta komünalizmi, Zenon’un düşünceleri, Spartaküs’ün başkaldırısı, Rafizi hareketler, Carpocrate’cılar, Cathare’lar, Avrupa’da köylü ayaklanmaları, Jean Wiclef, John Ball, Jean Huss, Şeyh Bedreddin, Sebastien Franc, Thomas Münzer ve Taboriteler, Fransız Jacquerie’leri, Anabaptisme’leri ve diğerleri…[12]
BAŞLICA ÜTOPYA YAPITLARI[13]