70’li yılların devrimci önderlerinden, eski DEV-GENÇ başkanlarından hayatını kaybeden Bülent Uluer’in 2015 Mart’ında Al Jazeera Türk’ten İrfan Bozan’a verdiği röportaj.
Uluer, verdiği röportajda şöyle diyor: “Bir solcu; Marks’ı, Engels’i, Lenin’i tabii ki bilecek ama, Gazali’yi, İbn-i Rüşd’ü de bilecek. Eğer bunları bilmiyorsanız, bu toplumda büyük bir kesimle bağlantı kuramazsınız.”
“Önce sol neden iyi bir muhalefet olamıyor, oradan başlayalım. Sol olarak tarihimizin bütünü itibariyle muhalefet olmayı da beceremedik. Bunun bir toplumsal arka planı var, bir de sol örgütlerin kendi gerçekliği var. Bunların ikisi birleştiği zaman böyle bir sonuç ortaya çıkıyor. Neden Yunanistan’da, İspanya’da, Fransa’da, Almanya’da sol başarı elde edebiliyor, ya da iyi muhalefet olabiliyor da burada olmuyor. Bu ülkelerin hepsinde cuntalara, faşizme karşı direnme gelenekleri var. Syriza faşizme, cuntaya direnme geleneği olan bir hareket, tesadüfi bir hareket değil. Türkiye’de de 15-16 Haziran işçi direnişi örneği var yakın zamanda. Gezi büyük bir canlanmaydı, Zonguldak kömür işçilerinin büyük Ankara yürüyüşü var. Lokal de olsa, bizde de önemli direnişler var. Peki, burada niye bir sonuç yok? Türkiye sosyalist hareketi genç bir hareket. 1920’lere indirgenebilir ama o dönemler çok az sayıdaki aydının hareketiydi, kitlesel bir hareket olma özelliğini gösteremedi. Sosyalist hareketin büyüyememesinin en önemli nedeni de Kemalizm ile bağlantısını koparamamış olmasıdır. Kemalizm ile bağlantı kurduğunuz zaman devlet ile bağlantı kurmuş oluyorsunuz. Sosyalistlerin devletle bağının olmaması gerekir. Sosyalistler devletten âri olabildiği müddetçe kendi ideolojilerini hâkim hale getirebilirler, topluma ulaştırırlar. Bizim toplumumuz her ne kadar devlete biat etmiş gibi görünse de, gerçeklik, devletten çok hoşlanmadığıdır. Türkiye’deki siyasetin geleneği ittihatçılıkla başlamıştır. Bunun öncesi de Jön Türkler hareketi ile başlamıştır Meşhur bir laf vardır, ‘Rus edebiyatı Gogol’un paltosundan çıktı’ diye. Türkiye’deki siyaset de ittihatçıların kaputundan çıkmıştır. Bu sadece sol için de geçerli değil, bu sağ için de geçerlidir. İtilafçılar da, İttihatçılar kadar ittihatçıdırlar. Mehmet Akif de ittihatçıdır, Mustafa Suphi de ittihatçıdır.
Onların geleneğinde de İttihatçı özelliği vardır. Devlet geleneği vardır. Devlet âli olarak değerlendirilir ve devlete karşı tavır almada tereddüt ederler. Sosyalizm ideolojisi, sınıfın ideolojisidir ve egemenlere karşı en alttakilerin savunulması gerekir. En alttakileri savunduğunuz zaman en tepede organize olmuş devletle bağınızın olmaması gerekir.
Zamanla azalarak devam ediyor. Bugünlere doğru gelirken, gene de bunu devam ettiren, kendine sol diyen örgütler var. Benim prensibim, biri kendisine sol diyorsa, sol’dur. Benim diyeceğim bir şey yok, kendisini öyle görüyor demek ki. Burada, tabii bizim ayırmamız gereken çok önemli şey var. Sol, devrimcilik ve sosyalizm kavramları beraber kullanılıyor, bu doğru değil. Bir insan solcu olabilir, devrimci olabilir ama sosyalist olmayabilir. Ama siz sosyalistseniz solcu ve devrimciliği de içeren bir açıdan bakarsınız bütün sorunlarınıza. Bizim hep CHP ile beraber toplanmamız bir haksızlık. CHP sosyal demokrat bile olmamış bir harekettir. Yani, bizim bir Willy Brandt’ımız, bir Mitterrand’ımız olmadı. Ecevit de buna dahil. Ecevit’in sosyal demokrasi terimini kullanmak istememesinin nedeni, sosyal demokrasinin enternasyonale bağlı olduğunu ve Marksizm kökenli olduğunu bilmesindendir.
Toprak ne işleyenin, ne de su kullananın oldu. Böyle bir şey olamadı. Sloganda kaldı. Bir müddet sonra Ecevit, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) döndü, “benim size diyet borcum yok” dedi. Bunları unutmamak gerekiyor. Ecevit sosyal demokrat olduğunu da reddetti. Sosyal demokrasinin dahi olmadığı bir yerde solun gelişebilmesi çok zor. Sosyal demokrasi eğer Türkiye’de güçlü bir hareket olabilse, sol da güçlü bir hareket olabilir. Onlarla birlikte toplanacağımıza onlarla birlikte çıkartılmamız lazım. Ayrı bir kimlik göstermemiz lazım. Bugün sadece AKP karşıtlığı üzerinden CHP ile beraber olmayı ben doğru bulmuyorum. Biz kendi rüştümüzü ispat etmeliyiz.
Evet. Aynen öyle. Bu düşman olunacağı anlamına gelmez. CHP ile çatışırız anlamına gelmez. Bu CHP ile beraber olmayacağımız anlamına gelir.
Her partinin dönüşmesi mümkün ama bunun için çok şeyi bırakması gerekiyor. CHP’nin kendi tarihi ile gerçekten yüzleşmesi gerekiyor. Gemiyi sağa yatırarak bunu sağlamanız mümkün değil. Sağ adaylar gösterecekseniz ve oy almayı deneyecekseniz sağa oy verecekler az önce de söylediğim gibi gerçeği varken suretine niye oy versin.
O barışmanın böyle olacağını zannetmiyorum. Sağdaki bir takım insanları bünyenize alarak barışmayı sağlayamazsınız. Barışacaksanız, mütedeyyin insanlar üzerinde kullandığınız kelimelere, toplumla kurduğunuz irtibatta ki dilinize, davranış biçiminize dikkat etmeniz lazım.
Söylemini değiştirmesi gerekiyor. Kendi içindeki ulusalcı ekibi tasfiye etmesi gerekiyor. Daha toplumsal bir dil kullanması gerekiyor, ilişkiler ağını geliştirmesi gerekiyor. CHP memur, kasaba eşrafı gibi insanlara dayanarak örgütlenmiş bir örgüt. Bu örgütlenme biçimini değiştirmesi gerekiyor, sendikalarla daha yakın olması lazım. Tabii, sendika denilince 80 öncesi gibi sendikalar da kalmadı maalesef.
Değil. Bu sendikalarla buluşma değil. Sendikalarla buluşma, Yunanistan’da Syriza’nın yaptığı gibi 22 maddelik bir programla olur. CHP’nin böyle bir programı yok. Hâlâ, Dersim’in bir katliam olduğunu kabul etmeyen bir CHP ile karşı karşıyayız. Ermeni sorununda ne diyor, çok tartışılır, Kürt sorununda ne diyor, çok tartışılır. Syriza’nın ilk yaptığı şey, Gümülcine’deki Türklere ana dilde eğitim hakkı tanıması oldu. Burada, anadilde eğitim hakkını CHP tanıyor mu? Tanımıyor. Kürt sorunu söz konusu olduğunda birden bire eski hisleri galeyana geliyor.
Türkiye’de herkes kimlik politikaları üzerine yoğunlaşmak mecburiyetinde. Ben şunu diyorum; kimliğinin acısını çekmemiş insan, kimlik politikasının ne olduğunu, neden ihtiyaç duyduğunu anlayamaz. Bunu hissetmiyorlar. Hâlâ, “kimlik üzerinden politika yapmayacağız” diyorlar. Hayır, yapmak mecburiyetindesiniz. Bu bir gerçeklik artık. “Cumhuriyeti biz kurduk” söyleminden vazgeçmeleri lazım. Bu Cumhuriyet’i burada yaşayan halklar kurdu.
Burada iktidar getirir sorusuna itirazım var. İktidar getirmeyebilir ama çok başarılı bir muhalefet olmanız sağlanabilir. Her şeyi iktidar olmak için yaptığınız taktirde yalan söylemek durumunda kalabilirsiniz. Şunu tercih edecek miyiz? ‘İktidara gelmek için her düzenbazlığı yaparız’ diyecek miyiz? Bunu kabul etmemek gerekiyor. Biz iktidara gelmeyebiliriz ama toplumla uzlaşırız. Toplumla kaynaşırız ama bu bizi bu muhalefette tutar. Tutarsa tutar, ama iyi bir muhalefet olursunuz, iyi bir muhalefet olmadan iktidar olunmaz. AKP’nin kökeni Milli Görüş yıllarca muhalefet oldu. Düşük yüzdelerde durdular. Bugünkü başarılarının arkasında yıllardır muhalefette söyledikleri var.
CHP’nin kulakları bunlara tıkalı ve bunları yok kabul ediyor. Bunları kabul ederse kendi tabanlarının ürkeceğinden çekiniyor. Kendi tabanlarının bu güne kadar gördüğü ana eğilim, böyle bir şeyin olmadığı üzerine.
Çabalar var, haksızlık etmemek lazım ama bir yere kadar geliyorlar. Bir yere kadar geldikten sonra o söylediklerini tamamen reddeden başka bir yere gidiyorlar. Gelip gelip geri gidiyorlar. Tabanlarından ürküyorlar. Oysa bundan ürkmemek lazım. Kemal Kılıçdaroğlu, Dersim katliamını kabul etmiyor.
Bizim de sorunumuz, devletle olan bağımızı tamamen kesmekle problem yaşamamız. Meselâ; arkadaşlarımız hayatlarını verdiler, işkenceler gördüler, devletle hakikaten ciddi çatışmalar yaşadılar. Bunlar gerçek, bunları reddetmemek gerekiyor. Onların hepsine Allah’tan rahmet diliyorum. Buna rağmen bir yere geldiği andan itibaren, Kürt sorunu gibi sorunlara geldiği andan itibaren geriye doğru gidiş oluyor. Genel olarak bakıldığında solun devletle ilişkisi azalıyor. Aslında bir tarafta azalırken bir tarafta da kadim hale geliyor. Yani, bir kesimde devlet daha da katı savunuluyor. Burada ulusalcı solu kastediyorum. Ulusalcı solcular geçmişte söylediklerinden çok daha fanatik şeyler söylemeye başladılar. İlişkimiz de tamamen kopmuş durumda. Türkiye’de sol hareket ilk defa gerçek bölünmeyi yaşıyor. Bu zamana kadar olan bölünmelerde farklılıklar vardı, giderilebilirdi ama bugün yaşanan bölünme, bu ulusalcı sol ile diğer solun ayrımı gerçek bir bölünme ve bu bölünmenin olması lazım.
Evet hayırlıdır. Bu gerçek bir ayırımdır. Bu gerçek ayırım üzerinden iki taraf da yoluna devam etsin. Birbirimize takoz olmayalım. İkisi de berabermiş gibi yapıp, beraber olmanın bir anlamı yok. Öbür taraf devletle ve onun egemen ideolojisi Kemalizm ile bağını artırdı, diğer tarafsa bu bağını asgariye indirdi, tamamen koptuğunu söylemek zor ama kopma yoluna girdi. Biz bu günlerde bunu yaşıyoruz. Bu hızla da derinleşecek.
Türkiye’de sosyalist hareketin Müslümanlık ve din konusunda bilgisi çok az. Bu büyük bir handikap yaratıyor. Bir solcu; Marks’ı, Engels’i, Lenin’i tabii ki bilecek ama, Gazali’yi, İbn-i Rüşd’ü de bilecek. Eğer bunları bilmiyorsanız, ben Kastamonuluyum, Kastamonu’da hiçbir şey anlatamazsınız. Eğer bunlar hakkında yorum yapacak kadar asgari bilgiye sahip değilseniz bizim köydeki kahvelerde konuşsanız kimse sizi dinlemez. Bunları bilmek mecburiyetindesiniz. Bunları bilmediğiniz, ‘bunlardan bana ne’ dediğiniz takdirde, bu toplumda büyük bir kesim ile bağlantı kuramazsınız
Kimlik ve sınıfı birbirinden ayırmayalım, kimlik ile de sınıf politikaları ile de beraber yürüme şansımız vardır. Şunu bilmek gerekir ki, toplumda her şey sınıfsal değildir. Siyahların sorunu sınıfsal değildir, kadınların sorunu sınıfsal değildir, cinsel tercihlerini muhtelif şekilde kullananların tercihi sınıfsal değildir. Her şeyi sınıfa indirdiğiniz zaman hakikaten çok daralırsınız. Diğer insanların haklarını da heba edersiniz. Bu toplumda sorunu olan, yaşamını sürdürmekte güçlük çeken herkesin sorununu kendi sorununuz yapmanız gerekiyor. Ancak böyle çoğalabiliriz. Solun, hemen kazanma, iktidar olma iddiasından da vazgeçmesi gerekiyor. Biz topluma bir proje sunalım, toplumun içinde yaşayarak, onlarla beraber proje üretelim. Biz bir proje üretip, ‘bakın, size ne güzel reçete hazırladık, gelin yapalım’ dememeliyiz.”
avrupaforum.org