Görünüşe göre hayatımızın her anına işleyen neoliberal kuşatma güçlendikçe, bize servis edilen saçmalıkları yontma ihtiyacı da giderek azalıyor.
Fakat insana saç baş yolduran tüm yanlarına rağmen, gelin biraz dişimizi sıkıp Ukraynalı evsiz Slavik üzerinden yürüyen ‘stil’ tartışmasını inceleyelim. Zira hikaye, tüm mide bulandırıcılığına rağmen bizi düşündürücü sorularla baş başa bırakıyor.
**
Meselenin merkezinde Slavik varmış gibi görünse de, gölgede kalan asıl kahraman Ukraynalı fotoğrafçı Yurko Dyachyshyn. Lviv sokaklarında yaşayan bu garibana verdiği bir dolar ‘bahşişle’ onun fotoğraflarını çeken Dyachyshyn, Slavik’in Modası (Slavik’s Fashion) isminde bir ‘proje’ ortaya çıkartır. Muhtemelen projeden de bihaber olan Slavik zaten 2013 yılında sırra kadem basar, öldü mü kaldı mı bilen yoktur.
Buna karşın Slavik’in ‘moda anlayışına’ hayran olduğunu söyleyen Dyachyshyn, ‘her şeye rağmen nasıl giyinmesi gerektiğini bilen’ Slavik’in fotoğraflarını pazarlamaya devam eder. BantMag’a konu hakkında röportaj veren Dyachyshyn, hikayeyi şu sözlerle açıklıyor:
“Slavik 55 yaşında evsiz bir Çingene, fakat kesinlikle sıradan biri değil. Hayat tarzı diğer evsizlerden oldukça farklı. Etrafta bir sürü torbayla dolaşmıyor, zamanını çöplerden eşya toplayarak geçirmiyor. Diğer evsizlerle konuşmuyor ve yerel Çingene popülasyonu tarafından terk edilmiş. Neredeyse hiçbir zaman aynı kıyafeti iki kez giymiyor, ki bu evsiz biri için oldukça ilginç bir durum. Her gün farklı kıyafetlerin (hattâ bazen günde iki farklı kostüm değişimi de olabiliyor), saç ve sakal stilini de düzenli olarak değiştiriyor, koltuk altını tıraş ediyor. Bütün bunlar bir evsiz için nasıl mümkün hiçbir fikrim yok. Kimsenin bilmediği bir sığınağı var. Kesinlikle gizli tutuyor. Tüm gün şehirde dolaşıp insanlardan para dileniyor, ancak kesinlikle sinir bozucu olmadan. Düzenli olarak alkol, çoğunlukla bira tüketiyor fakat bir alkolik değil.”
Yahu sanırsınız insandan değil de evcil hayvandan bahsediyor! Dyachyshyn bize öyle bir ‘ideal bir evsiz’ tarifi yapıyor ki gören de evsizliği, ‘çevresel faktörler sonucunda oluşan kapitalizmin ürettiği bir semptom’ değil de ‘bireysel bir tercih’ zanneder. Hatta bakın ‘evsiz’ tanımı hakkında daha da ileri gidip nasıl inciler diziyor:
“Evsiz deyince aklımızda ne canlanıyor? Çoğunlukla pislenmiş kıyafetler giyen, tüm eşyalarını pek çok torbayla oradan oraya taşıyan, para kazanmak için şişe, kâğıt, karton gibi atıkları toplayan insanlar… Kaldırımlarda uyuyan, dilenen kişiler. Ancak mesela ben Slavik’i hiçbir zaman bir şeyler taşırken görmedim. Elinde en fazla bir bira şişesi ve bir sigara paketi oluyor. Sanki bir şey yemek, bir bira içmek ve insanlara yeni kıyafetini göstermek için şehirde bir yürüyüşe çıkmış gibi gözüküyor.”
Bugün, hâlâ sabah akşam Slavik üzerinden kendine bir kariyer inşa etmeye çalışan Dyachyshyn, fotoğrafları nasıl çektiğine dair ise şunları söylüyor:
“Tüm fotoğraflar (100’den fazla portre) geçtiğimiz iki sene içinde rastlantısal karşılaşmalarımızda çekildi. Bazen onunla her gün karşılaştım, bazen haftada bir, bazen de aylarca görmedim. Her fotoğraf karşılığında kendisine yaklaşık bir dolar para verdim. (…) Benim kıyafetleri hakkındaki tüm sorularıma her şeyin yüzeysel olduğu ve çöpten her türlü şeyin bulunabileceği şeklinde cevaplar verdi. Slavik’e göre esas önemli olan sağlıklı kalmak ve iç huzurunu bozmaktan kaçınmak. Fakat tüm bu ‘umursamaz’ gözüken cevaplarına rağmen Slavik’in kendine has bir güzellik, stil ve moda anlayışı var. Giydiği kıyafetleri rastgele şekilde seçmiyor veya kombinlemiyor. Her gün farklı kıyafetler giymesinin ve bunu havaya ve sezona göre yapmasının altında bu kendine has anlayışı yatıyor.”
Kıyafeti hakkında ısrarla sorduğu soruları cevaplamamasından da anlaşılıyor ki Slavik’in yaşamında ‘stilden’ daha önemli şeyler var, dondurucu Ukrayna soğuğunda hayatta kalmak gibi. Ama yok! Dyachyshyn nasıl görmek ve göstermek istiyorsa başlık ona göre şekilleniyor. Stilden modadan bir haber olan evsiz hikâyenin merkezinde de olsa “Sorularıma yanıt vermiyor ama ben biliyorum kendine has bir stil anlayışı var” demesi yetiyor işte…
Fakat konunun asıl saç baş yolduran kısmına, yani büyük markaların ‘ilhamı’ kısmına daha yeni geliyoruz. Dyachyshyn’ın Slavik’in Modası projesini ısrarla pazarlaması nihayet ‘sonuç verir’ ve Vogue Paris ya da Esquire gibi bilindik pek çok yayında Slavik’in stiline dair -artık her neyse o stil- yazılar kaleme alınır.
Modacıların dikkatini çeken Slavik’in çöpten topladığı kıyafetler, daha sonra Balenciaga ve VTMNTS gibi tekstil devlerinin radarına girer. Bu markalar ‘Slavik’ten’ esinlenen kimi kreasyonlar oluşturur. Dyachyshyn de göğsünü kabarta kabarta bu tasarımların kreasyonlara dönüşünü paylaşır.
**
Nereden başlayalım? “Nasıl olur da böyle tasarımlar yapılır?” diye yakınıp Balenciaga’nın kodamanlarından aman mı dileyelim? “Her şeyin bir sınırı olmalı” diye düşünüp Dyachyshyn’ın düşüncesizliğini ve kişisel hırslarını mı hedefe koyalım?
Evet, Balenciaga ya da diğer markalar, yaptıkları Slavik kreasyonlarıyla insan onurunu sadece ayaklar altına almayıp bir de üzerinde tepiniyorlar. Evet, “Evsiz ama uslu, koltuk altını tıraş eden bir evsiz, üstelik stili var” diyen Dyachyshyn evsizliği normalleştiriyor, yetmiyor koyun postu giyen bir kurt gibi aşağıladığı şeyi pazarlıyor.
Tüm bunlar lanetlenmeyi fazlasıyla hak ediyor. Fakat bunlar münferit olaylar değil. Balenciaga’nın modacıları da, Dyachyshyn de bunu Marie Antoinette’in gerçek dünyanın çarklarına kayıtsız tavrıyla yapıyorlar. Dolayısıyla yapılan münferit eleştirilerin dönütü ‘pozitif’ bile olsa özü itibariyle aynı kayıtsızlıkta olacaktır. Diyelim en iyi ihtimalle eleştiriler arttı şirket köşeye sıkıştı… Neler yaşanır sonrasında dersiniz? Mesela şirketin ‘sıfır atıkla üretilen evsiz kreasyonundan elde ettiği kârın yüzde bilmem kaçının evsizlere yemek veren bir aşevine bağışlanması’ olası geliyor, değil mi? Bakarsınız orda yemek yiyen diğer ‘stil sahibi’ evsizleri de yine Dyachyshyn fotoğraflar!
Genelde bu durumu romantize edilmiş, övgüler dizilmiş fakirlik olarak tanımlıyoruz. Her zaman Slavik’in hikayesi kadar aşırı olmuyor örnekler: Garibanlık bazen ‘retro’, ‘mütevazi’ ya da ‘sade’ ilan ediliyor. Yine moda alanından bilindik örnek vermek gerekirse eğer ‘yırtık’ ya da ‘beyazlamış’ kotlar bir bakıyorsunuz moda olabiliyor. Mesela kısa bir süre önce İspanya’da, işçi sınıfıyla özdeşleşen fosforlu ve genelde sarı-turuncu renkteki yelekler, ünlü markalarca ‘yeniden’ tasarlanır fakat gelen tepkiler üzerine sönümlenir.
Yine de ‘moda’ deyip geçmemek gerekir. Özü itibariyle kapitalizmin gelişme çağında pamuk alanında yaşanan patlama ile birlikte anlamsız seviyelere ulaşan tekstil sektörünün tüketime dayalı bir furyası olsa da bize zamanın ruhuna dair ipuçları veriyor. Her geçen gün daha küçük bir azınlığın elinde daha büyük bir sermaye birikirken ‘salaş’ tarzların ‘moda’ olması, ne bilinçli bir tasarının ürünüdür ne de bir tesadüftür.
Şunu iyi görmek gerekiyor, Balenciaga’nın ya da Dyachyshyn’ın bir başlarına sahip oldukları etik değerler pek önemli değildir. Asıl sorunlu olan, bilerek ya da bilmeyerek temsil ettikleri kapitalizmden bir ‘etik yaklaşım’ beklemektir.
Bu örnekten de gördüğümüz üzere aşağılama, yaşadığımız sınıflı toplum yapısının olmazsa olmazı. Dikkat çekici olan ise genelde ‘dolaylı yollarla’ yapılan aşağılamaların giderek daha az filtreden geçerek karşımıza çıkartılıyor oluşu. Kendini az ya da çok insan gören herkes için sinir bozucu olan böylesi örnekler, sömürüye dayalı sermaye düzeninin taşıdığı kalıtsal özelliklerden ileri geliyor. Meydan boş kalınca vahşetin, aşağılamanın ve ikiyüzlülüğün en baskın halleriyle karşımıza çıkması pek şaşırtıcı değil. Sözün özü bıçak ile katil arasındaki farkı iyi seçmek gerek.