10.7 C
İstanbul
18 Kasım Pazartesi, 2024
spot_img

Türkiye’nin 44 yıllık Kıbrıs işgali -Attila Tuygan

Türkiye’nin Kıbrıs politikasının ipuçları 1958’de zamanın Menderes Hükümeti’nin Dışişleri Bakanınca dile getirilen “Kıbrıs komünizmin sıçrama taşı haline getirilemez. Akdeniz’e açılan yollardan faydalanmak isteriz. Komünist tehlikesi karşısında adayı bir üs olarak kullanmak hakkımızdır” sözlerinde yatmaktadır. 1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nda cumhurbaşkanının % 82 çoğunluğu oluşturan Rumlar tarafından, yardımcısının da % 18 azınlıktaki Türklerce seçileceği öngörülür.   Buna göre ilk cumhurbaşkanı Makarios, yardımcısı da Fazıl Küçük olmuştur. Bakanlar Kurulu 7 Rum ve 3 Türk’ten meclis de 35 Rum ve 15 Türk’ten oluşuyordu. Ada nüfusunun aldığı kararla Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir başka devletle birleşmesi ya da bölünmesi yasaklanmıştı.  Türkiye ise sömürgeci çıkarları gereği taksimden yanaydı.  1967’de Yunanistan’da darbe yapan Albaylar Cuntası Kıbrıs politikasını sertleştirmişti, çünkü nüfusunun ezici çoğunluğunun sola/sosyalizme güçlü bir eğilim göstermesinden rahatsızdı ve sonunda Sovyetler’e yakın duran Makarios yönetimine  karşı faşist bir darbe gerçekleştirdi. İşte fırsat bu fırsat diyen Türkiye, Yunanistan’da 1967’den beri iktidarda olan, ama 17 Kasım 1973’te başlayarak tarihe Politeknik ayaklanması olarak geçen olaylarla gerilemeye başlayan Albaylar Cuntası’nın bu darbesini gerekçe göstererek 20 Temmuz 1974’te adayı işgal etti. Hâlbuki Kıbrıs Cumhuriyeti’nin seçilmiş lideri olan Başpiskopos Makarios’u deviren darbenin hemen ardından Yunan Cuntası da devrilmişti. Yani sekiz gün sürmüş bir darbeye karşı 44 yıldır süren bir askerî işgal söz konusudur artık. Türkiye sivil halk içinde korku yaratmayı amaçlayan katliamları da içeren bir etnik arındırma operasyonu başlatarak, işgale kadar Adanın kuzey tarafında yaşayan Rum Kıbrıslı nüfusu Güney’e sürerken, Ada’nın diğer tarafında yaşayan Türk Kıbrıslılar Kuzey’de toplanmış; bu da, Ada’yı fiilen ikiye bölmüştür.

Türk ordusu harekâtın ertesi günü K. Antonakis, Nicolaou Chrisostomos, H. Stephanos, P. Charalambos, C. Georghios adlı tutsak askerleri gazete ve televizyonlarda konuşturarak onlara ne kadar iyi davrandıklarını; askerlere sigara filan ikram ettiklerinin propagandasını yürüttü. Ancak kısa süre içinde bağımsız kaynaklarca bu beş asker de dahil olmak üzere 1500 Rum’un kaybolduğu bilgisi yayılmaya başladı. Nitekim 2006’da terk edilmiş bir köydeki su kuyusunda bulunan 14 insana ait kemik parçaları Kayıplar Komisyonu tarafından yakınlarını kaybeden kişilerden alınan DNA örnekleriyle analiz edildiğinde bunlardan 5’inin o Rum askerlere ait olduğu belirlenmişti. Türkiye bu işgale ‘Barış Harekâtı’ adını takmıştı; zaten bu tür komik adlandırmalar 44 yıl sonra Efrin işgaline Zeytin Operasyonu adını koyup kenti ve halkını ÖSO mensubu cihatçı yağmacılara terk eden Türkiye için bir gelenektir. 40-50 bin asker, zırhlı araç ve ağır silahlarla gerçekleştirilen bu ‘barış harekâtı’ sırasında binlerce insan hayatını kaybetmiş, on binlercesi sakat kalırken, 200 bine yakın Rum da topraklarından sürgün edilmişti. Sonuçta Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarının %37’si Türk askerlerinin işgali altında kalmıştır; binlerce Kıbrıslı Rum ve Maronit kuzeyde mahsurdur. Dönemin dünya medyası talan, soygun, tecavüz, infaz ve savaş suçları haberleriyle kaynıyordu. Elbette bunlardan Türkiye halkının haberi bile olmuyordu. Ardından Ada’nın demografik yapısını değiştirmek üzere Türkiye’den ırkçı faşistler taşındı buraya. Gelenler evlere, topraklara el koydular.  Bu talanın başında, bildiğimiz gibi, hayat boyunca çözümsüzlüğün peşinde koşmuş ve son dönemlerine kadar Türkiye’deki hükümetlerin ve ordunun tam desteğini arkasına alarak, devletini aslında Türkiye’nin bir ‘ili’ gibi görmüş, dolayısıyla Türkiye’nin sömürge valiliğini yürütürken, Kıbrıs’ta barışı, çözümü, AB’yi savunan herkesi ‘satılmışlıkla’ suçlamış; göçmenlik ve mal-mülk meselesinin hallini öngören Annan Planı’nı ‘şeytanlaştırmış’; son dönemlerini kaybettiği desteği Türkiye’de Kemalist CHP ve ordu nezdinde destek aramakla geçirmiş Rauf Denktaş’ın yönetimi olduğu bilinmektedir. On binlerce tapu… bunların içinde kümes gibi bir Rum evi alan da var, on binlerce dönüm toprak alan da. (Hâlbuki aynı süreçte Rum kesimi Türk mülklerini bir vakıfta toplamış; bu evleri Rumlara kiralamış ama tapusunu vermemişti). İşte Denktaş bu Rum ev ve topraklarının tapularının önemli bir kısmını kendisine ve ailesine ve yakın çevresine ayırmış; bir kısmıyla da oy satın almıştı hep. Bu ulufe dağıtımından Türkiye’deki siyasetçiler, gazeteciler, diplomatlar, profesörler de paylarını aldılar.  Bunların arasında, solcu olduğu dönemlerde “Ne Amerika’nın işine gelen ‘Taksim’ tezi, ne de adadaki gözü dönmüş unsurların sürdürdükleri ‘ENOSİS’ düşüncesi onu bu tutumundan döndürmeye yetmedi” gibi cümlelerle Kıbrıs’ın bağımsızlığını savunduğu için Makarios’u öven ve Kıbrıs sorununa bulunacak çözümün, kardeşlik, bağımsızlık ve özgürlük ilkelerine dayandırılmasını talep eden bir profesör-siyasetçi de var. Adamımız daha sonra Kıbrıs’a kapağı atmış, Denktaş’a başdanışman olarak ayrıcalıklar yaşamaya başlamıştı; buna paralel olarak da muhtemelen ‘derin bir aydınlanma’ yaşamış ve “Kıbrıs, Türkiye’nin Türkiye dışındaki Türkler açısından neyi, nasıl, ne ölçüde yapabileceğini gösteren bir deneme alanıdır. Bu denemede başarısız olursa Kafkaslarda ve Orta Asya’da öyle iri laflarla büyük düşler kurmanın bir âlemi kalmaz.” diyecek kadar Pantürkist diskurlarda bulunmaktan çekinmeyen bir milliyetçi olmuştu. O kadar ki zamanla Türk askerlerinin Kıbrıs’taki varlığına istilâ diye itiraz etmeye başlayan ve Kıbrıslı ve Türkiyeli Türklere ve elbette Rumlara da, “Olayın adı, istilâ değil, hak edilmiş tokattır. Hem de fena halde hak edilmiş,” diye karşılık veriyordu artık. Artık ileriyi gören, insan haklarını ve dünya hukukunu savunan solcu bir anayasa uzmanı değil, “Toprak bizdedir, devlet bizimdir” şiarıyla ‘Kıbrıs’ın Kıbrıslı Türklere rağmen’ muhafaza edilmesini savunan bir Turancıydı. Sonuç olarak Türkiye Kıbrıs’ı 1974 yılında ‘barış harekâtı’ adı altında işgal etmiş ve adanın fiili olarak bölünmüşlüğünü başlatmıştı. Elbette tüm işgalci devletler gibi, askerî operasyonlarına bir gerekçe üretmek adına işgalin ‘ölümleri durdurmak’ için olduğunu söylemişti.  1980’de de Türkiye’de yönetime el koyan cunta 1983’te kurduğu kukla devlet Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ile adadaki bölünmüşlük kesin bir hal aldı. Kıbrıs o günden beri silahlı güçleri Türk ordusunun komutasında olan; politik hayatı, özellikle kriz dönemlerinde açık bir biçimde Türk büyükelçisi tarafından belirlenen; Kıbrıslı Türk topluluğunun kendisine el açmak zorunda kalması için ekonomisi Türk devleti tarafından mahvedilen ve ayrıca kuruluşundan bugüne geçen otuz yılı aşkın süre boyunca diplomatik olarak sadece Türkiye tarafından tanınan bir devlettir.  Ve Ada Türkiye’den giden/kaçan ülkücü mafya ve burjuvazinin her türlü faaliyet olanaklarını bulduğu; Türkiye’nin bütün kirli işlerinin yürütüldüğü ve uluslararası uyuşturucu ve silah kaçakçılarının örgütlendiği bir suç merkezidir artık.  Günümüz sömürgeciliğinin temsilcisi Tayyip Erdoğan da Türkiye’nin Kıbrıs politikasının aynen sürdürücüsüdür. O kadar aynen ki, Erdoğan’ın çözümsüzlük stratejisine en çok övgü başında “Ermenistan ya da İsrail diasporalarıyla bütünleşecekler; ama Türkiye’nin Turan’la bütünleşmesi ideolojik amaçlı Pantürkizm sayılacak. Olmaz öyle şey…” diyecek kadar ırkçılığa savrulmuş İlhan Selçuk’tan geliyordu. CHP de iktidarın ‘yeni’ Kıbrıs politikasını desteklediğini açıklamıştı.

Ezcümle, aradan geçen 44 yıla rağmen Kıbrıs’ta işgal sürüyor. Türkiye hükümetleri Özel Harp Dairesi gibi örgütler eliyle onyıllar öncesinden devreye soktuğu gizli eylemleriyle, Kıbrıs’ı Türkiye topraklarına katma derdindedir. Türkiyeli sosyalistler de, Türkiye Cumhuriyeti devletini ve zalimliklerini eleştirerek olaya yaklaşmak zorundadır; dış ve iç güçlerin yutmaya çalıştığı Kıbrıs’ın işgalci güçlere itiraz eden Kıbrıs halkıyla yan yana, omuz omuza durması gerekmektedir. Kıbrıs’ın işgaline karşı verilen mücadele, hem emperyalistlere, hem de her iki tarafın ‘patronlarına’ karşı da verilen bir mücadeledir.

[1] 22 Kasım 1958 günlü Bozkurt gazetesi

[2] https://devrimcikaradeniz.com/20-temmuz-1974-kibris-isgal/

[3] http://direnisteyiz3.org/rauf-denktas-mumtaz-soysal-isbirligi-attila-tuygan/

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol