10.4 C
İstanbul
27 Kasım Çarşamba, 2024
spot_img

Türkiye’de sosyal güvenlik – Hakkı Taşdemir

Siyasi iktidarın başındaki şahıs aklına her estiğinde “Ey Kılıçdaroğlu” diye başlayıp “SSK’yi kim batırdı?” diye sorabilmekte. Devlet yönetiminin ne olduğunu bilmeyen bir cahile yakışan soru bu. Hemen belirteyim bu yazının amacı CHP liderini savunmak değil elbette. O işi başkaları yapsın. Benim maksadım ülkedeki sosyal güvenlik sisteminin içler acısı durumunu sergileyebilmek. Yapabildiğim ölçüde elbette.

İsterseniz şuradan başlayalım:

Devlet denilen aygıt şirket gibi yönetilmez. Devletin temel amacı kâr etmek değil, ülkede yaşayanla­rın huzur ve güvenliğini sağlamak, refah düzeylerini yükseltmektir. Konuya böyle yakla­şınca “sosyal güvenlik kurumlarının” zarar etmelerinin kötü bir şey olmadığını söylemek mümkün. Yeter ki kul­lanmış olduğu fonları mensuplarına yönelik hizmetlerde kullansın.

Yeter ki kötü yönetim, yolsuzluk vb. nedenler­le kurum zarara uğratıl­mamış olsun.

Milyonlarca emekçi­nin ücretlerinden kesi­len primlerle varlığını sürdüren sosyal güven­lik kurumları, eğer kul­lanımına tahsis edilmiş parayı yine emekçilerin refahı ve güvenliği için harcamışsa zarar etmesi o kurumun ayıbı değil, onurudur. Yukarıda da belirtildiği gibi yeter ki para emek­çiler için kullanılmış olsun.

Ne var ki günümüzde de açık veren sosyal güvenlik sisteminin (2022 yılı açığı 88 milyar lira olarak beklenmekte; Bkz. bütçe revizyo­nu) açığının nedeni emekçilere vermiş olduğu hizmetlerden daha çok, kurumda ayyuka çıkan yolsuz­luklar. (Bütçe görüşmelerinde, biz­zat konu ile ilgili bakan tarafından 1 milyar liralık yolsuzluğun mevcu­diyeti kabul edildi. Bu sadece açığa çıkan ve itiraf edilen bölüm. İddi­alar ise çok daha büyük rakamları işaret etmekte.)

Sosyal güvenlik kurumları zarar eder etmesine de bu zarar yolsuz­luklardan kaynaklanırsa eğer, günü geldiğinde hesap sorulur.

Kendi yaratmış olduğu açığı görmeyip 30 yıl öncesinin hesabını sormaya kalkan iktidarın bir de önemli bir iddiası var.

Herkesi sosyal güvenlik kapsamı­na aldıklarını iddia ediyorlar.

Oysa Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) raporları yalanlamak­ta bu iddiayı. Söz konusu rapora göre Türkiye’de sosyal güvenlik kapsamındaki insanlar nüfusun yüzde 79,8’ini oluşturmakta. Oran hayli yüksek gibi görülse de nüfusu 85 milyon olan bir ülkede 17 milyon insanın sosyal güvenlik kapsamı dışında olduğunu göstermekte. Gö­rüldüğü gibi hiç de küçümsenme­yecek sayıda insan var güvenceden yoksun.

Kaldı ki insanların sosyal güven­lik şemsiyesi altında olması pek de bir anlam ifade etmemekte. Önemli olan sağlanan hizmetin kalitesi. Bu konuda sınıfta kalmış bir ülkede yaşamaktayız ILO verilerine göre.

Bir ülkede sosyal güvenliğin kali­tesini ölçmede kullanılan en önemli araç sosyal güvenlik harcamalarının Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya (GSYH) oranıdır. Bu oran ne kadar yüksek­se sosyal güvenlik hizmetlerinin ka­litesinin o kadar yüksek olduğu dü­şünülür (tabi yolsuzluğun olmadığı durumlarda geçerli bir varsayım). ILO raporlarına göre bahse konu oranın dünyada en yüksek olduğu ülke Fransa. Bu ülkede GHYH’nın yüzde 32,2 si sosyal güvenlik har­camalarında kullanılmakta. Fran­sa’yı Kuzey Avrupa ülkelerinden Danimarka, Finlandiya ve İsveç izlemekte. Türkiye’de ise bu oran yüzde 13,1…

Bu oran Avrupa’da Arnavut­luk’tan sonra en düşüğü. Türkiye ile benzer iktisadi ve sosyal özel­liklere sahip olan İspanya, Portekiz ve Yunanistan ile kıyaslandığında ülkenin bu alandaki içler acısı hali­ni daha iyi görebilmekteyiz.

İspanya’da GSYH’nın yüzde 23,1’i, Yunanistan’da yüzde 23’ü, Portekiz’de ise yüzde 22,9’u harcan­makta sosyal güvenlik amacı ile.

Rakamlar açıkça göstermekte ki; Avrupa ile kıyaslandığında sosyal güvenlik açısından küme düşmüş bir ülkede yaşamaktayız. İşi tüm dünya geneli ile kıyaslama bo­yutunda incelediğimiz takdirde de yine hüzün verici bir tablo ile karşılaşıyoruz. Açlıkla boğuşan Afrika ülkelerinin, yabancı işçilere köle muamelesi yapan Ortadoğu ülkelerinin ve Latin Amerika ile Güneydoğu Asya ülkelerinin de dahil edilmesi sonucu bulunan dünya ortalaması yüzde 18,7. Yani Türkiye’de sosyal güvenlik har­camaları dünya ortalamasının da hayli gerisinde.

Şimdi de bu durumun hayatımıza nasıl yansıdığına bir göz atalım.

2021 yılı verilerine göre Türki­ye’de elde edilen GSYH 815 milyar USD…

Ülke nüfusu 85 milyon. Yukarı­da belirtildiği gibi bu nüfusun 17 milyonu sosyal güvenlik kapsamına girememiş. O halde sosyal güvenlik hizmetlerinden yararlanan 68 mil­yon insan var. Ülkede sosyal güven­lik için harcanan para, yılda 106,76 milyar USD (815×0,131).

Bu durumda bir kişi için sosyal güvenlik harcaması 1.570 USD oluyor; güncel kurdan hesaplarsak 29 bin 830 TL… Fena bir rakam değil gibi duruyor ama bunun içinde emekli maaşları var. Yaklaşık 42 milyar USD tutmakta. Yaşlılık, malullük, yetimlik vb. maaşlar top­lama dahil.

Bunu düşelim şimdi; 106,76 mil­yar dolardan 42 milyarı çıkarırsak geriye 64,76 milyar dolar kalıyor.

Tekrar yapalım bölme işlemimizi, sonuç vahim; sadece 952 USD. Yani güncel kurdan hesaplandığında kişi başı harcama tutarı 18 bin lira.

Kişi başına düşen sağlık harcama­sı bu işte.

Bu kadar para ile tedavi olacak iş kazası ve/veya meslek hastalığına maruz kalan işçiler, bu kadar para ile ödenecek geçici iş göremezlik ödenekleri, bu kadar paradan pay­larını alacak anneler doğum yaptık­larında…

İşte sosyal güvenlik sisteminin kalitesi.

1945’ten bu yana ulusal ölçekli sosyal güvenlik programları uygu­layan Türkiye’nin sosyal güvenlik harcamaları açısından hala Avru­pa’da sondan ikinci.

75 yıllık kurumsal sosyal güvenlik uygulamaları ve 60 yıllık anayasal sosyal devlet ilkesine rağmen içinde bulundu­ğumuz durumun içler acısı olduğunu söyleye­biliriz rahatlıkla. Üstelik bir de yaklaşık 17 milyon insan var sosyal güvenlik kapsamı dışında.

Bu nedenle artmakta muayene ve reçete için ödenen katkı payları günden güne. Bu neden­le ödenememekte pek çok ilacın parası SGK tarafından, bu nedenle hayati öneme sahip pek çok ilaç ithal edileme­mekte.

Yine bu nedenle maddi olanaksızlıklar nedeni ile ölümcül hastalıkla­ra yakalanmış evlatlarını tedavi ettiremeyen ebeveynler, valilik onaylı yardım kampanyalarına bağlanmaktalar umutlarını. Sosyal devletin görevi yardım kampanya­larına onay vermek mi? Yoksa hasta vatandaşlarını tedavi ettirmek mi? Diye sorgulamak gerek bu kampan­yalar karşısında.

Cumhurbaşkanı makamında otu­ran şahıs ülkedeki refah düzeyini “buzdolabı” sayısı ile açıklarken, o buzdolaplarının neden boş oldu­ğunu sorarken bir yandan, diğer yandan da yukarıdaki acıklı tablo­yu hatırlatmak gerek kendisine.

Üzerinden geçmediğimiz yollara, köprülere, kullanmadığımız ve asla kullanamayacağımız havalimanlarına milyarlarca USD harcayıp zaten zengin olan küçük bir azınlığı daha da zengin ederken, milyonlarca insanını sosyal güvenlik kapsamı dışında bırakan, kapsam içindeki in-sanlarını da düşük kaliteli bir sosyal güvenlik sistemine mahkûm eden devlete sosyal devlet denilip denilemeyeceğini sormak gerek bir de.

 

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol