Siyasi iktidarın başındaki şahıs aklına her estiğinde “Ey Kılıçdaroğlu” diye başlayıp “SSK’yi kim batırdı?” diye sorabilmekte. Devlet yönetiminin ne olduğunu bilmeyen bir cahile yakışan soru bu. Hemen belirteyim bu yazının amacı CHP liderini savunmak değil elbette. O işi başkaları yapsın. Benim maksadım ülkedeki sosyal güvenlik sisteminin içler acısı durumunu sergileyebilmek. Yapabildiğim ölçüde elbette.
İsterseniz şuradan başlayalım:
Devlet denilen aygıt şirket gibi yönetilmez. Devletin temel amacı kâr etmek değil, ülkede yaşayanların huzur ve güvenliğini sağlamak, refah düzeylerini yükseltmektir. Konuya böyle yaklaşınca “sosyal güvenlik kurumlarının” zarar etmelerinin kötü bir şey olmadığını söylemek mümkün. Yeter ki kullanmış olduğu fonları mensuplarına yönelik hizmetlerde kullansın.
Yeter ki kötü yönetim, yolsuzluk vb. nedenlerle kurum zarara uğratılmamış olsun.
Milyonlarca emekçinin ücretlerinden kesilen primlerle varlığını sürdüren sosyal güvenlik kurumları, eğer kullanımına tahsis edilmiş parayı yine emekçilerin refahı ve güvenliği için harcamışsa zarar etmesi o kurumun ayıbı değil, onurudur. Yukarıda da belirtildiği gibi yeter ki para emekçiler için kullanılmış olsun.
Ne var ki günümüzde de açık veren sosyal güvenlik sisteminin (2022 yılı açığı 88 milyar lira olarak beklenmekte; Bkz. bütçe revizyonu) açığının nedeni emekçilere vermiş olduğu hizmetlerden daha çok, kurumda ayyuka çıkan yolsuzluklar. (Bütçe görüşmelerinde, bizzat konu ile ilgili bakan tarafından 1 milyar liralık yolsuzluğun mevcudiyeti kabul edildi. Bu sadece açığa çıkan ve itiraf edilen bölüm. İddialar ise çok daha büyük rakamları işaret etmekte.)
Sosyal güvenlik kurumları zarar eder etmesine de bu zarar yolsuzluklardan kaynaklanırsa eğer, günü geldiğinde hesap sorulur.
Kendi yaratmış olduğu açığı görmeyip 30 yıl öncesinin hesabını sormaya kalkan iktidarın bir de önemli bir iddiası var.
Herkesi sosyal güvenlik kapsamına aldıklarını iddia ediyorlar.
Oysa Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) raporları yalanlamakta bu iddiayı. Söz konusu rapora göre Türkiye’de sosyal güvenlik kapsamındaki insanlar nüfusun yüzde 79,8’ini oluşturmakta. Oran hayli yüksek gibi görülse de nüfusu 85 milyon olan bir ülkede 17 milyon insanın sosyal güvenlik kapsamı dışında olduğunu göstermekte. Görüldüğü gibi hiç de küçümsenmeyecek sayıda insan var güvenceden yoksun.
Kaldı ki insanların sosyal güvenlik şemsiyesi altında olması pek de bir anlam ifade etmemekte. Önemli olan sağlanan hizmetin kalitesi. Bu konuda sınıfta kalmış bir ülkede yaşamaktayız ILO verilerine göre.
Bir ülkede sosyal güvenliğin kalitesini ölçmede kullanılan en önemli araç sosyal güvenlik harcamalarının Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya (GSYH) oranıdır. Bu oran ne kadar yüksekse sosyal güvenlik hizmetlerinin kalitesinin o kadar yüksek olduğu düşünülür (tabi yolsuzluğun olmadığı durumlarda geçerli bir varsayım). ILO raporlarına göre bahse konu oranın dünyada en yüksek olduğu ülke Fransa. Bu ülkede GHYH’nın yüzde 32,2 si sosyal güvenlik harcamalarında kullanılmakta. Fransa’yı Kuzey Avrupa ülkelerinden Danimarka, Finlandiya ve İsveç izlemekte. Türkiye’de ise bu oran yüzde 13,1…
Bu oran Avrupa’da Arnavutluk’tan sonra en düşüğü. Türkiye ile benzer iktisadi ve sosyal özelliklere sahip olan İspanya, Portekiz ve Yunanistan ile kıyaslandığında ülkenin bu alandaki içler acısı halini daha iyi görebilmekteyiz.
İspanya’da GSYH’nın yüzde 23,1’i, Yunanistan’da yüzde 23’ü, Portekiz’de ise yüzde 22,9’u harcanmakta sosyal güvenlik amacı ile.
Rakamlar açıkça göstermekte ki; Avrupa ile kıyaslandığında sosyal güvenlik açısından küme düşmüş bir ülkede yaşamaktayız. İşi tüm dünya geneli ile kıyaslama boyutunda incelediğimiz takdirde de yine hüzün verici bir tablo ile karşılaşıyoruz. Açlıkla boğuşan Afrika ülkelerinin, yabancı işçilere köle muamelesi yapan Ortadoğu ülkelerinin ve Latin Amerika ile Güneydoğu Asya ülkelerinin de dahil edilmesi sonucu bulunan dünya ortalaması yüzde 18,7. Yani Türkiye’de sosyal güvenlik harcamaları dünya ortalamasının da hayli gerisinde.
Şimdi de bu durumun hayatımıza nasıl yansıdığına bir göz atalım.
2021 yılı verilerine göre Türkiye’de elde edilen GSYH 815 milyar USD…
Ülke nüfusu 85 milyon. Yukarıda belirtildiği gibi bu nüfusun 17 milyonu sosyal güvenlik kapsamına girememiş. O halde sosyal güvenlik hizmetlerinden yararlanan 68 milyon insan var. Ülkede sosyal güvenlik için harcanan para, yılda 106,76 milyar USD (815×0,131).
Bu durumda bir kişi için sosyal güvenlik harcaması 1.570 USD oluyor; güncel kurdan hesaplarsak 29 bin 830 TL… Fena bir rakam değil gibi duruyor ama bunun içinde emekli maaşları var. Yaklaşık 42 milyar USD tutmakta. Yaşlılık, malullük, yetimlik vb. maaşlar toplama dahil.
Bunu düşelim şimdi; 106,76 milyar dolardan 42 milyarı çıkarırsak geriye 64,76 milyar dolar kalıyor.
Tekrar yapalım bölme işlemimizi, sonuç vahim; sadece 952 USD. Yani güncel kurdan hesaplandığında kişi başı harcama tutarı 18 bin lira.
Kişi başına düşen sağlık harcaması bu işte.
Bu kadar para ile tedavi olacak iş kazası ve/veya meslek hastalığına maruz kalan işçiler, bu kadar para ile ödenecek geçici iş göremezlik ödenekleri, bu kadar paradan paylarını alacak anneler doğum yaptıklarında…
İşte sosyal güvenlik sisteminin kalitesi.
1945’ten bu yana ulusal ölçekli sosyal güvenlik programları uygulayan Türkiye’nin sosyal güvenlik harcamaları açısından hala Avrupa’da sondan ikinci.
75 yıllık kurumsal sosyal güvenlik uygulamaları ve 60 yıllık anayasal sosyal devlet ilkesine rağmen içinde bulunduğumuz durumun içler acısı olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla. Üstelik bir de yaklaşık 17 milyon insan var sosyal güvenlik kapsamı dışında.
Bu nedenle artmakta muayene ve reçete için ödenen katkı payları günden güne. Bu nedenle ödenememekte pek çok ilacın parası SGK tarafından, bu nedenle hayati öneme sahip pek çok ilaç ithal edilememekte.
Yine bu nedenle maddi olanaksızlıklar nedeni ile ölümcül hastalıklara yakalanmış evlatlarını tedavi ettiremeyen ebeveynler, valilik onaylı yardım kampanyalarına bağlanmaktalar umutlarını. Sosyal devletin görevi yardım kampanyalarına onay vermek mi? Yoksa hasta vatandaşlarını tedavi ettirmek mi? Diye sorgulamak gerek bu kampanyalar karşısında.
Cumhurbaşkanı makamında oturan şahıs ülkedeki refah düzeyini “buzdolabı” sayısı ile açıklarken, o buzdolaplarının neden boş olduğunu sorarken bir yandan, diğer yandan da yukarıdaki acıklı tabloyu hatırlatmak gerek kendisine.
Üzerinden geçmediğimiz yollara, köprülere, kullanmadığımız ve asla kullanamayacağımız havalimanlarına milyarlarca USD harcayıp zaten zengin olan küçük bir azınlığı daha da zengin ederken, milyonlarca insanını sosyal güvenlik kapsamı dışında bırakan, kapsam içindeki in-sanlarını da düşük kaliteli bir sosyal güvenlik sistemine mahkûm eden devlete sosyal devlet denilip denilemeyeceğini sormak gerek bir de.