Cumhurbaşkanı Kais Said’in, 14 Ocak 2011’de diktatör bin Ali’nin kaçışının ardından devlet aygıtını ele geçiren karşı-devrimci güçlere, Tunus halkının zorlu mücadeleler sonucu kabul ettirdiği taleplerini yerle bir etmesi sadece bir yılını aldı. Gerçekten de, üç mecliste çoğunluğa sahip olmalarına rağmen İslamcıların ve müttefiklerinin başını çektiği komprador burjuvazinin temsilcileri, umdukları gibi dini bir rejimi dayatamamışlardı. Dahası, temel metinlerin dinin ağırlığı altında olduğu Arap-İslam dünyasında benzersiz olduğu söylenen bir anayasayı, demokratik güçlere teslim etmek zorunda kalmışlardı.
Peki bu, meşhur “demokratik geçişin” emekçi sınıfların yararına olması için yeterli miydi? Hayır, hiç de değil. Son on yılda yaşananlar halkın özlemlerine ters düştü: Halk sınıflarının yaşam standartlarının feci şekilde bozulması, yoksulluğun, işsizlik oranının, borçluluğun, tüm sosyal sorunların (şiddet, uyuşturucu, intiharlar…) artması; yolsuzluğun, adam kayırmacılığın, bölgeciliğin, terörizmin artmasıyla karşı karşıya kalındı.
Siyasi istikrarsızlık, durumu daha da kötüleştirdi: 10 yılda 10 hükümet. Bu, ülkenin sürekli ve net bir çıkış yolu yokmuş gibi görünen bir kriz durumunda yaşadığı anlamına geliyor.
Tek adamın yol haritası
Tek bir gün bile durmayan protestolar, sistemin şu ya da bu bileşeninin (Hükümetin görevden alınması, parlamentonun feshi…) gitmesini isteyen siyasi sloganlar atsalar bile, yerel ya da sektörel oldukları ve kısmi ekonomik taleplere odaklandıkları için bu yönetim sisteminin üstesinden gelemediler. Bu memnuniyetsizlik, siyasi geçmişi, partisi ya da programı olmayan Kais Said’in 2019’da cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle sonuçlandı. Said, belirsiz ve muğlak sloganlar ve siyasi sınıfın sistematik bir şekilde damgalanması yoluyla sokaktaki kalabalığı boşaltabilen, on yıl boyunca iktidarda olanları ve onlara karşı çıkanları aynı torbaya koyan adanmış bir popülist. Seçilmiş cumhurbaşkanının bir halk oylaması olarak sunduğu bu anayasa referandumu dayatması, onu, ülkeye kendi alternatifini yerleştirmek için manevra alanı sağlayacak.
Bir yandan parlamentoyla diğer yandan hükümetle ve ayrıcalıklarla ilgili yaptığı tartışmalarla, siyasi durumu çürütmeye çalıştıktan sonra 25 Temmuz 2021’de parlamentoyu askıya aldığı ve hükümeti görevden aldığı bir darbe yaptı. Bunu başka adımlar da izledi. Devrimci sürecin başlamasının yıl dönümü olan 17 Aralık 2021’de yol haritasının adımlarını açıkladı:
- Sonuçları yeni rejimin seçimlerini belirleyecek, elektronik yollarla sözde bir halk istişaresi düzenledi. Propaganda kampanyası ve kamusal araçlara rağmen istişareye katılanların sayısı, seçmen sayısının yüzde 7’sini geçemediği için 1 Ocak-20 Mart tarihleri arasında gerçekleştirilen bu istişare, büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı.
- Bu başarısız istişarenin sonuçları, Cumhurbaşkanı tarafından atanan hukukçulardan oluşan bir komisyon tarafından, 25 Temmuz 2022’de (darbesinin yıl dönümü) referanduma sunulmak üzere yeni bir anayasa ve yeni bir seçim kanunu taslağı hazırlamak için kullanılacak.
- 17 Aralık’ta parlamento seçimleri düzenlenecek.
Anayasa metni bütün yetkileri tek bir kişide topluyor
Başkanın anayasa metninin 30 Haziran’da yayımlanması, sadece ilerici ve demokratik güçler arasında değil, İslamcı parti ve müttefiklerinin iktidarına son verdiğini savunarak 25 Temmuz darbesini destekleyenler arasında bile bir karışıklığa neden oldu. Anayasa, tüm yetkilerin tek bir kişinin elinde toplandığı, yasama ve yargı organlarının sadece “işlevlere” indirgendiği ve başkandan bağımsız olmadığı bir başkanlık rejimi kurmaktadır. Başkan tüm görevlere ve her düzeyde atama yapan kişidir. Anayasa tüm denetim ya da düzenleyici kurumların kaldırılmasını öngörüyor. Hepsi 2014 Anayasa’sında yer alan “Yolsuzlukla Mücadele Kurumu”, “İşkenceyi Önleme Üst Kurumu”, “Bağımsız Görsel-İşitsel İletişim Yüksek Kurumu” için de aynı durum söz konusu. Sadece “Yüksek Yargı Konseyi”, “Bağımsız Yüksek Seçim Kurumu” ve “Anayasa Mahkemesi”ni muhafaza ediyor, ancak tüm üyelerinin cumhurbaşkanı tarafından atanması gibi önemli bir değişiklik yapılıyor.
Laikliğe yapılan atıflar siliniyor
Daha da vahim olanı, 2014 Anayasa’sının 2. maddesinde belirtilen devletin laikliğine yapılan atıfların silinmesi ve Tunus’u İslam topluluğunun (ümmet) bir parçası haline getiren ve bu nedenle İslam’ın amaçlarının uygulanmasını sağlamanın devletin görevi olduğunu belirten yeni bir maddenin eklenmesi. Böyle bir maddenin uygulanmasının, coğrafi ve kültürel alanımızda hüküm süren karanlıkta bir ışık noktası olarak herkes tarafından kabul edilen tüm Tunus mevzuatı üzerinde ne gibi sonuçlar doğurabileceğini bir düşünün.
Kısacası Kais Said, İslamcıların hakim oldukları Mecliste kabul ettiremedikleri her şeye kendi metninde yer veriyor. Ve 25 Temmuz’daki oylamanın sonucu ne olursa olsun, oylamaya katılanların sayısı ne olursa olsun önümüzdeki günler daha karanlık görünüyor, ancak toplumun belirleyici kesimleri asla boyun eğmedi ve direniş çağrıları çoğalıyor.
Başta Marksist-Leninistler olmak üzere devrimci güçler, yaklaşan mücadeleye sınıfsal karakterini kazandırmak için göreve hazır olmalıdır.
*Tunus Emekçileri Partisi Merkez Yöneticisi