Rejim neredeyse 100 yıl sonra yine çöküşünün sorumlusu olarak Kürtleri göstermenin peşinde. Oysa Kürt meselesini çözmekten kaçınanlar asla gerçek bir iktidar olamadılar ve savaşa yöneldiler.
Suriye’de Güvenli Bölge ya da Barış Koridoru, namı diğer Kürtlere etnik temizlik hesapları…
Yine sökmedi.
ABD ile yapılan görüşmelerin, konuşmaların, tartışmaların, çıkar alışverişinin, tavizlerin, havada uçuşan efelenmelerin sonucunda ne olduğu belirsiz bir anlaşma imzalandı.
Bu, ayrıntıları şimdilik açık edilmeyen anlaşmanın belirli bir tek maddesi var.
Ana paradigmasını Kürt düşmanlığı, farklılıkların reddi ile demokrasi karşıtlığı üzerine oluşturmuş bu insan haklarına ve hukuka aykırı rejim başarısızlığının ve
tükenişinin faturasını, bir kere daha Kürtlere kesmek istedi.
Bir kere daha hüsrana uğradı.
Anlaşma üzerine bir sürü teknik laf edilebilir.
Ama sonuç Türkiye’nin istediği gibi değil, ABD’nin dayattığı gibi oldu.
Mesele bir sürü ayrıntıya boğuldu ve sonunda ortak bir ‘Komisyon’a daha doğrusu Komuta Merkezi’ne havale edildi.
Türkiye’nin, sınırlarının ötesinde, derinliği şu kadar ya da bu kadar olacak Suriye topraklarını işgal ederek kendi başına yönetmek arzusu kabul edilmedi.
Zaten kimseler Türkiye’nin böyle bir şeyi niçin istediğini de tam olarak anlayabilmiş değil.
Tabii Ankara’nın gerçek niyetini biliyorlar.
Bir yandan buna engel olmak isterken öte yandan da Türkiye gibi büyük bir -hadi müttefik diyelim- NATO ülkesini bu savaş ittifakının hasmı olan Rusya’ya kaptırmak da istemiyorlar.
ABD ANKARA’NIN SURİYE’DE KÜRTLERİ EZMESİNE İZİN VERMEDİ
O nedenle, “Tamam Kuzey Suriye’ye gir de, öyle etnik temizlik falan yapamazsın. Bizim müttefikimiz olan Kürt güçlerini ezemezsin. Girdiğin bölgeleri öyle daha önce girdiğin yerleri yönetir gibi tek başına yönetemezsin.” diyorlar.
Yaramaz bir çocuğu avutur gibiler.
“Madem bu bölgelere girmek senin için çok önemli, hadi biraz gir ama oralarda bizi ve müttefiklerimizi rahatsız edecek hareketler yapma” diyorlar Türkçesi…
Şimdi strateji ve güvenlik uzmanları ile siyaset bilimciler bu noktaya kadar esip gürleyen, delikanlı söylemlerle memleketin askerini, tankını, topunu sınıra yığan
İktidar’ın böyle bir anlaşmaya nasıl razı olduğunu anlamaya çalışıyorlar.
Gerçi Cumhurbaşkanı da Bayram mesajında, sanki böyle bir anlaşma yapılmamış gibi yine esip gürledi ve yeni Ağustos zaferlerinden söz etti ama olsun…
Meseleyle ilgili dedikleri şunlar:
“Ağustos ayı, bizim tarihimizde zaferler ayı olarak geçer. Yaklaşık iki hafta sonra idrak edeceğimiz Malazgirt Zaferinden Mercidabık Seferine, İstiklal Harbimizin zirvesi olan 30 Ağustos Zaferinden Kıbrıs çıkarmasına kadar pek çok dönüm noktasını bu ay içinde yaşadık.
Son olarak Suriye sınırlarımız boyunca kurulmaya çalışılan terör koridoruna ilk vurduğumuz darbe olan Fırat Kalkanı Harekâtını da, yine bir Ağustos günü başlattık. İnşallah bu Ağustosta da tarihimizin zaferler halkasına bir yenisini daha ekleyeceğiz.”
Daha Ağustos’un ikinci haftasındayız. Bakalım gelen günler ne gösterecek?
Bu ‘Ağustos’ta yeni zafer’ söylemi, anlaşma dolayısıyla ortaya çıkan hayal kırıklıklarını tedavi amacıyla mı sarfedildi?
Yoksa İktidar bizim zannettiğimizden de daha zor bir durumda da bizim haberimiz mi yok?
“Neticesi ne olursa olsun Suriye’ye girip bir zafer(!) kazanalım, belki bu sayede iktidarımızı sürdürebiliriz” diye mi düşünüyorlar acaba?
Bu, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana hep böyle oldu.
Rejim başarısızlığını, yetersizliğini ve ülkeyi çağdışı anlayışlarla yönetmenin mazeretini hep Kürt meselesinde aradı.
Şimdi yeniden bir başarısızlık ve tükeniş yaşanıyor.
Ülkemiz insanının içinde bulunduğu durum ortada. Demokrasi ve hukuku hiçe sayan, çağ dışı, otoriter bir iktidar bu çöküşün faturasını yine Kürtlere çıkartmaya çalışıyor.
Meseleleri barışçı yöntemlerle, görüşerek, uzlaşarak, insan haklarına saygı göstererek çözmek yerine, yine kaba kuvvete başvurarak, devlet şiddeti uygulayarak çözebileceğini düşünüyor.
Zannediliyor ki, Kuzey Suriye işgal edilirse, oralardaki Kürtlere etnik temizlik uygulanırsa hatta Kandil’e operasyon yapılırsa Kürt meselesi ve ülkenin diğer hayati meseleleri çözüme kavuşabilir.
Suriye Kürtleri gerekirse daha güneye yönelirler. Başka bir alana yerleşirler ama ortadan kalkmazlar. Örgütlü oldukları sürece de mücadeleye devam ederler.
Şimdi bakıyoruz Kuzey Suriye’ye girilemeyeceği anlaşıldıktan sonra yine dönüldü Kürt halkını temsilcilerine, Kürt politikacılara ve sivil toplum üyelerine yönelik rutin operasyonlar yoğunlaştırıldı.
Yine seçilmiş belediye başkanları görevden alınmaya başlandı. Bunun hiçbir işe yaramadığı bilindiği halde.
Hala, neredeyse 100 yıl sonra yine başarısızlıklarının ve çöküşlerinin faturasını Kürtlere çıkarmanın peşindeler.
Şu gerçeği bildikleri halde görmezden gelmeye çalışıyorlar:
Kürt meselesini çözmekten kaçınan, çözemeyen iktidarlar asla gerçek bir iktidar olarak ülkeye esenlik getiremediler.
Bundan sonra da getirmeleri mümkün değil.