Kübalı devrimciler bir yılbaşı gecesi, Kibritçi Kız’ın yalnızca pencerenin dışından izleyebildiği o sofrayı dağıttı. 1958’i 1959’a bağlayan gece yalnızca yeni bir yılı değil, yeni bir dünyayı karşıladı, o dünyayı tüm Küba halkıyla birlikte kurdu.
Her yıl, yılbaşı gecesi olduğunda mutlaka aklımın bir köşesinden, küçük bir an için bile olsa Andersen’in Kibritçi Kız masalı -belki de öyküsü- geçer. Karlı ve soğuk bir yılbaşı gecesi, tüm gün bir tanesini bile satamadığı kibritlerini birer birer yakarak, bir sokağın köşesinde ısınmaya çalışan ve pencerelerden gördüğü mutlu aile tablosuna, burnuna gelen kaz kızartması kokularına imrenerek hayallere dalan Kibritçi Kız’ı. Hâlâ ara ara açıp Müşfik Kenter’in sesinden dinlediğim, çocukluğumuzda bizi en çok etkileyen ve sınıflı toplumların acımasızlığıyla bizi belki de ilk kez böylesine yüzleştiren Kibritçi Kız masalı… Çocukları yüzleştirmesi kadar, belki de esas hitap ettiği yetişkinleri de büyük bir sorumlulukla baş başa bırakan bir masal kendisi. Hikayenin sonunda, yeni yılın ilk sabahı, yanmış kibritler arasında yatan kibritçi kızın cansız bedenine bakıp “Isınmaya çalışmış, zavallı” demekle yetinenlerden olmama sorumluluğuyla.
Kibritçi Kız, aklımızın bir köşesinde duruverirken, Küba’daki bir billboard geliyor aklıma, üzerinde 1996 yılında Küba Meclisi Başkan Yardımcısı Carlos Lage’in Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmasından bir cümle yer alıyor: “Bugün dünyada 200 milyon çocuk sokakta uyuyor. Bunların hiçbiri Kübalı değil!” Evet bugün hâlâ milyonlarca çocuk sokaklarda uyuyor ve bunların hiçbiri Küba’da değil. Çünkü yine Kibritçi Kızlar’ın yalın ayak başı kabak hayallerle yeni yılı karşıladığı bir yılbaşı gecesi, Kübalı devrimciler, Batista diktatörlüğünü yenerek iktidarı ele geçirdi ve sosyalist Küba’yı inşa etti.
1958’in yılbaşı arefesinde, 6,5 milyon nüfuslu, dörtte biri işsiz, kişi başına düşen yıllık geliri 350 dolar olan, temel gıdaların dahi fahiş fiyatlarla ithal edildiği, gelir eşitsizliğinin tavan yaptığı, her alanda çürüme, baskı ve sansürün egemen olduğu Küba’da, ardı ardına darbeyle iktidara gelen ve o dönem 20 bine yakın insanı katleden Batista, görkemli bir yılbaşı eğlencesine hazırlanıyordu. Şu unutulmaz Baba serisinin ikinci filminde Michael Corleone’nin katılımıyla gördüğümüz yılbaşı eğlencesine. ABD destekli darbelerle Küba’da iktidarını sürdürmeye çalışan Batista ve burjuva dostları, İsyan Ordusu’nun art arda gelen zaferlerinin ve halkın artan öfkesinin ‘huzur’larını kaçırmayacağından emin oldukları otellerinde, kumarhanelerinde saklanarak yeni gelen yılın keselerini ne kadar daha dolduracaklarının hayaliyle büyük bir neşe ve coşkuyla karşılayarak kadeh kaldırdıkları yılbaşı gecesi. İşte o yılbaşı gecesi Batista tüm umutlarını 150 bin nüfuslu ordusunun iki mevziden savunduğu Santa Clara’nın düşmeyeceğine bağlamış, öte yandan olası yenilgi için kaçış planları düşünüyordu. Batista’nın ordusu için Santa Clara’da asıl savunma tren istasyonu etrafındaydı. Burada en büyük güvenceleri, kentin Camajunaí girişinde mevzilenmiş olan zırhlı trendi.
Oysa 31 Aralık sabahına girildiğinde Che’nin komutasındaki İsyan Ordusu birliği, kent merkeziyle zırhlı tren arasındaki iletişimi kesmeyi başarmışlardı. Zırhlı trendekiler, kentin düştüğünü görünce çareyi kaçmakta buldular. Ancak hareket eden tren, daha önce İsyan Ordusu’nun kırdığı makasa gelince raydan çıktı. Che’nin deyimiyle “Zırhlı tren gibi mükemmel bir koruma aracına sahip oldukları halde, sadece uzak mesafeden ve silahsız kimselere karşı dövüşmeyi biliyorlardı. Tıpkı Kuzey Amerika’nın batısındaki kolonicilerin Kızılderililere yaptıkları gibi.” İsyan Ordusu’nun attığı molotoflarla zırhlı tren bir fırına dönüşmüştü ve treni terk etmek zorunda kalan askerler, sonunda teslim oldular. Batista yılbaşı kutlamasına hazırlanırken Santa Clara ele geçirilmişti bile.
İsyan Ordusu’nun Sierra Maestra’da zafer kazandığı dönemde, bölgedeki ordunun şefi, General Eulogio Cantillo, 26 Temmuz Hareketi’yle temaslar kurmaya çalışıyor, Batista’yı acımasızca eleştirip, gerillaya sempatiyle yaklaştığını belirtiyordu. Fidel Castro, Cantillo’yla görüşmüş ve bir anlaşmaya varmıştı. Cantillo, Havana’ya gidecekti; ancak anlaşmanın üç önemli şartı vardı. Havana’da darbe yapılmayacaktı, Batista’nın kaçmasına yardım edilmeyecekti ve ABD elçiliğiyle temasa geçilmeyecekti. Ancak 31 Aralık günü Cantillo, anlaşmanın tüm maddelerinin tam tersini yapma görevini üstlendi ve yılbaşı yemeğine eşlik ettiği Batista’nın kulağına fısıldadı. Yılbaşı planı değişen Batista ve ahalisi o geceyi Dominik Cumhuriyet’ine kaçmakla meşgul olarak geçirdiler. Tabii tasları ve taraklarıyla değil, toplam değeri 700 milyon dolar olan sanat eseri ve nakitle birlikte.
Santa Clara ele geçirilmiş; ama Leoncia Vidal Kışlası hâlâ teslim olmamıştı yılbaşı gecesinde. Çatışma gece boyunca sürdü. 1 Ocak sabahı Che’nin teslim olmalarını söylemek üzere kışlaya gönderdiği Núñez Jiménez ve Rodriguez de la Vega Batista’nın kaçtığı haberini getirdi. Cantillo’nun ordunun teslim olduğunu açıklamayı reddetmesiyse ihaneti açığa vuruyordu iyiden iyiye.
1 Ocak sabahı bir Küba radyosu, o dakikalarda Columbia Askeri Kampı’nda üst düzey generallerin önemli bir buluşma gerçekleştireceklerini ve basının da davet edildiğini duyurdu. Bir diğer radyo, “General Cantillo’nun ordunun başına geçtiği, yüksek yargıç Dr. Carlos M. Piedra’nın da devlet başkanlığı görevini üstleneceği” haberini veriyordu. Yılbaşı gecesi, 19 Aralık’tan beri İsyan Ordusu’nun merkez karargahının bulunduğu Central América’ya gelmiş olan Fidel, derhal Santiago’ya saldırılması emrini verdi. Che ve Camilo ise Havana’ya yürüyecekti.
Fidel, Celia Sánchez’le beraber on dakika içerisinde bir metin kaleme aldı ve saat sabah dokuzda bu metni İsyan Ordusu’nun yayın yaptığı Radyo Rebelde’de okudu. Herkes, radyo ve televizyonlarda çalışanlar bile bu radyo istasyonuna bağlanarak, Fidel’in ülkenin tüm radyo ve televizyonlarında zincirleme konuşması sağlandı: “Devrime evet, darbeye hayır! Görünüşe göre başkentte bir darbe oldu. İsyan Ordusu, bu darbenin gerçekleştiği koşulları göz ardı edecek. Başkentten gelecek haberler ne olursa olsun, birliklerimiz hiçbir durumda ateşkes yapmamalılar. Batista ve diğer suçluların kaçabilmesi için bir darbeye hayır çünkü bu ancak savaşı uzatmaya yarayacaktır. (Merkez) Kumandanlık’tan bir emir alınmadığı sürece askeri operasyonlar sürecektir. Halk ve İsyan Ordusu, bu denli kana mal olmuş zaferin elinden alınmasına izin vermemek için her zamankinden daha fazla birlik içinde ve kararlı davranmalıdır.” Bu yayınla “Devrimci genel grev!” çağrısı yapıldı ve toplamı 3 bini ancak bulan İsyan Ordusu’nun tüm birliklerine ilerleme ve çarpışma emri verildi. Fidel’in ardından Üniversite Öğrencileri Federasyonu (FEU) lideri Juan Nuiry de, tüm öğrencilere ve halka İsyan Ordusu’yla birlikte hareket etme çağrısı yaptı.
Bu saatlerde Raúl Castro ve birliği Santiago’ya varmış, yedi sene önce ele geçiremedikleri Moncada Kışlası’na girmiş, sevinç çığlıkları ve alkışlar eşliğinde Batista resimleri indiriliyordu. 26 Temmuz Hareketi’ni başlatan Moncada Kışla Saldırısı’ndan tam 5 yıl, 5 ay, 5 gün sonra zafer kazanılmış, devrim gerçekleştirilmişti. Radyo Rebelde’den yapılan çağrıyla genel grev başladı. Her yerde ayaklanmalar oluyordu. 2 Ocak’ta Che Guevara ve Camilo Cienfuegos’a bağlı kollar Havana’ya girdi. Kimse direnmedi bile, tek bir kurşun dahi sıkmalarına gerek kalmamıştı. Ve Fidel, 9 Ocak gününün şafağında Havana’da yaptığı ilk büyük konuşmasıyla, İsyan Ordusu zaferini ilan etti ve Havana’ya ve hatta tüm dünyaya yeni bir yaşamın umudunu taşıdı.
Kübalı devrimciler bir yılbaşı gecesi, Kibritçi Kız’ın yalnızca pencerenin dışından izleyebildiği o sofrayı dağıttı. 1958’i 1959’a bağlayan gece yalnızca yeni bir yılı değil, yeni bir dünyayı karşıladı, o dünyayı tüm Küba halkıyla birlikte kurdu.
O billboard’daki sözlere dönecek olursak, evet bugün dünyada hâlâ milyonlarca insan açlıkla mücadele ediyor, her 5 saniyede dünya üzerinde bir çocuk açlıktan ölüyor; ancak bunların hiçbiri tarihin en güzel yılbaşı gecesini yaşamış olan sosyalist Küba’da değil.
Her alanda enternasyonalist yaklaşımını ortaya koyan Küba’da, bu sene bir yandan devrimin 61’nci yılını kutlayarak yılbaşını karşılayan Kübalı devrimciler, kendi ülkesinde aç ve açıkta olanların bulunmadığını bilerek yeni yıla girme lüksünü yaşarken, yaktıkları kibritin hâlâ sönmeyen aleviyle, devrim ateşinin tüm dünyayı tutuşturacağı günün hayalini kurmaya devam ediyor.