Suriye’de paralel devlet mi kuruyoruz sorusunu çoktan geçtik gibi, fiili olarak yeni devletçik oluşmuş. Bu kaptıkaçtı devletinde kimler yaşayacak? El Nusracılar mı? Türkistan İslam Ordusu mu? El Kaide uzantıları mı? Milli Ordu adı verilen örgütün militanları mı?
İktidarın Suriye’deki her tasarrufu komşu topraklarında adım adım paralel bir devletçiğe doğru gittiğimizi gösteriyor.
Suriye’de İstanbul Sağlık Bilimleri Üniversitesi’ne bağlı bir tıp fakültesi ve sağlık meslek yüksekokulu kurulması kararı da bu adımların sonuncusu oldu.
Bu adım tesadüfi değil, uzun zaman önce bir planlama dahilinde başlayan bir sürecin parçası. Parça parça ilerleyen süreç 2013’e kadar uzanıyor.
“Mülteciler” Türkiye’ye ilk akmaya başladığı zamanlarda Gaziantep merkezli “vali ataması” yapıldığı ortaya çıkmıştı.
Türkiye’nin Suriye topraklarındaki ilk adımlarından biri ise Cerablus, Azez, Mare, El Bab gibi yerleri kapsayan bölgelerde 2017’de polis (asayiş) karakollarının açılması oldu.
Birkaç ay sonra şimdilerde tıp fakültesi açılmasına karar verilen Rai’de (Çobanbey) ilk sağlık ocağı hizmete sokuldu. Törene sivil ve askeri erkan katıldı. Törene katılan isimlerden Kilis Valisi Mehmet Tekinarslan sadece sağlık değil, eğitim, içme suyu, sosyal hizmetler gibi alanlarda da hizmet vereceklerini belirtiyordu.
Bu adımlardan sonra İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Ocak 2018’de Suriye’nin kuzey bölgelerinde bulunan Azez, Mare ve Cerablus’a kaymakam ve emniyet müdürleri atandığını açıkladı.
Mart 2018’de ise Hatay vali yardımcılarından biri Afrin’de oluşturulan ve Türk makamlarınca onaylanan “Afrin Meclisi” koordinasyonu ile görevlendirildi ve böylece Afrin’e de bir yönetici atanmış oldu.
Ekim 2018’de dönemin emniyet genel müdürü Selami Altınok, “Azez İlçe Emniyet Müdürlüğü’nü” ziyaret etti ve Anadolu Ajansı, haberi sanki Altınok Türkiye’de herhangi bir ilin emniyet müdürlüğünü ziyaret ediyormuş gibi verdi. Suriye bayrağı yerine “Özgür Suriye Ordusu” adı verilen örgütün bayrağının olduğu “Emniyet müdürlüğü” binasında tabelalar, sloganlar Türkçe yazılmıştı.
2019 Ekim ayında Azez, Afrin ve El Bab’ta Gaziantep Üniversitesi’ne bağlı 3 yeni fakülte kurulması kararı alındı.
En kritik adımlardan biri 2020 ortalarında atıldı ve Türkiye’nin hakim olduğu bölgelerde savaş ve yaptırımlar nedeniyle değeri çok düşen Suriye Lirası’nın yerine Türk Lirası tedavüle sokuldu.
Merkez Bankası ve Maliye Bakanlığı yetkilileri Suriye’ye paraları kendilerinin göndermediğini savundu ancak bir dönem gazetecileri fişlemekle suçlanan ve hükümete yakınlığıyla bilinen düşünce kuruluşlarından birinin bir çalışanı The Wall Street Journal gazetesine yaptığı açıklamada “Ankara Türk Lirası’nı İdlib ve Suriye’nin kuzeyindeki diğer bölgelere geçen ay gönderdi” diyordu.
Ve son olarak Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile tıp fakültesi ve sağlık yüksekokulu kararı geldi.
Türkiye her açıklamasında Suriye’nin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü desteklediği ifadesinin kullanıyor ancak tam da “ayinesi iştir kişinin” dedirten tersi tasarruflarda bulunuyor.
Türkiye açısından Suriye’nin toprak bütünlüğünün önemi yok aslında. Toprak bütünlüğü vurgusu da “aman Kürtler devlet kurmasın” ifadesinin dolambaçlı halinden başka bir şey değil.
Bu arada Suriye Arap Cumhuriyeti adı altında bir devlet, egemenlik hakları, uluslararası hukuk, teamüller, komşuluk hukuku, tarihsel sorumluluk, insan hakları ve benzeri konuların hiç önemi yok.
İşin bir boyutu daha var: Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatlarında hakim olunan yerler sanki Suriye yönetiminin malıymış gibi hareket ediliyor oysa o topraklar Suriye halkının malı, zenginliği değil mi?
Bir diğer boyut ise İsrail-Türkiye benzerliği. İsrail BM kararlarına rağmen Golan’dan çıkmıyor, İktidar Suriye’nin kuzeyinde aynı mantıkla mı hareket ediyor?
Suriye’de paralel devlet mi kuruyoruz sorusunu çoktan geçtik gibi, fiili olarak yeni devletçik oluşmuş. Bu kaptıkaçtı devletinde kimler yaşayacak? El Nusracılar mı? Türkistan İslam Ordusu mu? El Kaide uzantıları mı? Milli Ordu adı verilen örgütün militanları mı?
Suriye’nin haklarını, ileride uluslararası alanda Türkiye’nin karşı karşıya kalacağı durumları gözardı ediyorlar da şu örgüt listesinin barındırdığı tehlike potansiyelinin de mi farkında değiller?