17.9 C
İstanbul
21 Kasım Perşembe, 2024
spot_img

Sulu bir şaka bu hayat… – Anıl Aba

İrfan Alış’dan geriye bize Peyk’in albümleri, dayanışma ve mücadele ruhu kaldı. İçimizde derin derin izler bırakarak gitti İrfan. Ve bitti bir devir, gelmez ki yenisi…

Beş sene önce kültür-sanat sektöründeki tekelci eğilimler üzerine yazılar yazıyorum bir gazetede. Biletix, D&R, şu, bu derken konu malum festival tekeline geldi. Konu güzel; yazan eden de yok, olmaz da zaten. Fakat camia içinden sağlam bilgi lazım. Kiminle görüşsem “abi doğru haklısın, daha fazlası da var ama evde faturalar, taksitler bizi bekler” minvalinde konuşuyor. Herkes şikayetçi, hepsi bir şeyler söylüyor ama yarım ağızla… Sinmiş herkes; bir daha bunların mekanlarında, festivallerinde konser alamamaktan korkuyorlar. Örgütlü hareket, protesto vs. zaten yok. Tek başına sesini yükseltmeyi de kimsenin gözü kesmiyor. Bu yüzden tıkandım, yazı ilerlemiyor. Bana korkmadan olan biteni anlatacak müzisyen lazım ama nerde… Derken biri dedi “senin İrfan’la konuşman lazım, Peyk İrfan’la. O çok çekti, çok anlattı bunların neler yaptığını.” Aldım numarasını hemen aradım.

“İrfan merhaba, ben aslen bir akademisyenim ama şu gazetede müzik piyasasındaki tekelleşmeler üzerine yazılar yazıyorum. Sıradaki konu da Türkiye’deki festival tekeli…” Gülerek, “Trilyonfest mi?​” dedi. Ben de gülerek “Evet abi.” dedim. Niyetim telefonda bir randevu alıp kahve üzeri yüz yüze konuşup dinlemek [Ben İstanbul’dayım, meğer İrfan da zaten İzmir’de yaşıyormuş]. Lafa bile giremedim. “Evet abi”den sonra İrfan bir başladı anlatmaya, yemin ediyorum 2 saat soluksuz konuştu, telefonumun şarjı bitti konuşurken. Çok dolmuş, bıkmış, bezmiş piyasadaki çürümeden. Ve asla korkmuyor konuşmaktan. Neyse sonra yönlendirdiği birkaç kişiyle daha konuşup yazıyı tamamladım. Sonraki yazıda da Spotify tekelini yazdım. Kaynıyor ortalık. Televizyonda ana haberlere falan çıktık, o derece. Camia karıştı, ikiye bölündü ama 50-50 değil, daha ziyade 90-10, çoğunluk bizi destekliyor, bu düzenden nemalanan yüzde 10’luk ama güçlü bir azınlık da ekşiyor işte. Klasik.

Bir gün İrfan gülerek “Olm [müzik camiasından] habire beni arayıp bıdı bıdı ediyor millet” dedi. Ben de dedim “Abi beni de çok sıkıştırıyorlar zaten.” Biri “Sen niye kültür sanat yazıyorsun ki, siyaset sosyalizm falan yazsana” der, başka biri “Yaa sen neden bizden gruplara sallıyorsun, İbrahim Tatlıses’e falan sallasana” der. Anladım ki kimse bu yazıların yazılmasını istemiyor. Yazıların çıkmasını, yayılmasını, haber olmasını, ödül almasını engellemeye çalışanlar bile oldu o dönem. “Atanamamış rockstar” ve AKP’li avukat ortağının bana ve gazeteye açtığı dava hâlâ sürüyor. Arada duruşmaya falan gidiyoruz. Nihayetinde İrfan festival tekelinden uzaklaştı ben de ufak ufak yazı yazmaktan uzaklaştım. Biz çıkıp yazdık korkmadan ve acısını çekip durduk kaçmadan. Birileri de gözünü kapadı ve payını aldı bu pis pastadan. Paraya pula kul olmuş o rock grubunun Ankara Belediyesi’nden aldığı kaşeyi İrfan iyi ki görmedi. Onların banka hesapları kabarık ama bizim başımız dik, alnımız açık. Velhasıl, Peyk İrfan’la böyle tanıştık işte.

İrfan Alış
İrfan Alış | Fotoğraf: Anıl Aba kişisel arşivi

HER ŞEY BURADA KALDI, GÜMÜLDÜR’DE BİR PLAJDA…

İrfan meslekten alüminyum doğramacı. Kalfalıktan ayrılıp harç borç kendi dükkanını açıyor Avcılar’da. Tabii bir yandan aklında ve hayatında müzik var; Pazaryeri Sinekleri’nden Peyk’e, reggae’den rock’a… “Olm,” diyor “Ben doğrama tezgahında ölçü aldığımız kâğıdın arkasını çevirip söz yazardım.”

Sonra tabii Avcılar depremi… Her yer darmaduman. Orhan (Alış) abi anlatıyor: Dükkân yıkılmadı ama sütunlar çatlak; camlar, pencereler kırılmış; raflar devrilmiş. İçerde milyonluk makineler, malzemeler. İrfan hiç demedi ki ben bunları toparlayayım, kapıyı, kilidi yaptırayım. İçerdekileri çalarlar mı, yağmalarlar mı hiç düşünmeden koşarak gitti AKUT’a katıldı. Günlerce ceset çıkardı enkaz altından. Üç gün sonra geldiğinde bir bakmış dükkân bomboş. Ne var ne yok her şeyi almışlar. Daha borcu bitmemişti o makinelerin. Hiç umurunda bile olmadı.

Ertesi gün atlamış Seferihisar’a gelmiş. Burada bir otelin dükkanında esnaflığa başlamış. “Ortamın en düzgün, en kaliteli işini biz yapardık” diyor ortağı Âdem abi. “Fransa’dan bile devamlı müşterilerimiz vardı. Tatilden dönenler arkadaşlarını yollardı, yine bizden alışveriş yaparlardı.” Sezon kapandığında İrfan çıkar gidermiş Hindistan’a, Güney Kore’ye mal almaya. “Bizzat görüp dokunup almak lazım,” dandik, fabrikasyon ürünlerle işi olmazdı, yaptığı her şeyin kaliteli olmasını isterdi. Zaten Hint müziğine de oralardayken sarmış. Bir gün açtım torpido gözünde Hint müziği cd’leri var; arabada onları dinler, o müziklerden çok esinlenirdi. Çok fark edilmez ama şarkıları tekrar dinleyince göreceksiniz o etkileri.

seferihisar
Fotoğraf: İrfan Alış kişisel arşivi

Seferihisar’daki işler bitince Gümüldür’deki evi yaptırıyorlar. O zamanlar Gümüldür sahili boş. İlk evlerden biri İrfanlarınki. Alt katı dükkân yapıp turizm esnaflığına devam ediyorlar, kaliteden, güzel sosyal ilişkilerden taviz vermeden. Sonra yanlış turizm politikaları, her şey dahil oteller, pandemi falan derken turizm de ölünce dükkânı bölerek daire yapıp kiraya veriyorlar.

Pandemiden sonra ben İzmir’e taşındım. Ev arıyorum. Kira krizinin olduğu zamanlar. Üniversite maaşıyla İzmir’in merkezinde ev tutamıyorum, sağda solda kalıyorum. İzmir’deki arkadaşlara, eşe, dosta haber saldım. Bir yandan da Seferihisar, Foça, Urla gibi etraf sahil kasabalarına bakıyorum, bıkmışım büyük şehir hayatından. İrfan dedi “Benim alt kattaki kiracı çıktı, Gümüldür biraz uzak ama istersen gel bir bak.” Geldim, baktım; hemen kırtasiyeye gidip bir kira sözleşmesi aldık, kahveye gidip beraber doldurduk. Hepsi yarım saat sürdü. Böylece İrfan’la komşu da olduk. Şansa bak; ne büyük bir şansmış…

Gümüldür’de 65+ arkadaşlarımızla takılıyoruz, Nejla teyze, Şenay abla, Olgun abi, Mustafa amca… İrfan fenomen tabii ama kimse bunu bilmiyor. Komşularla hep arkadaş. Arada gelip “Dün akşam televizyonda seni gördük İrfan” falan diyor teyzeler. Sohbet, muhabbet, misafir, mangal, deniz hiç eksik olmuyor ortamdan. Herkes seviyor İrfan’ı. Kediler, köpekler, uçan kuş bile seviyor. Sokağın hayvanlarını hiç aç bırakmazdı İrfan. Kışın herkes yazlığını kapatıp evine döndüğü için hayvanlara bakmak bana kalırdı; İrfan da İstanbul’a giderken 15 kilo mama alıp bırakırdı masrafları paylaşmak için.

Ve tabii ki Doci… Sokağımızın sevgili köpeği. Bilmeyenler Sosis ya da Patates derdi ama onun adı Doci. İrfan bazen değiştirip İtalyan aksanıyla Dociandro derdi, Dociandro Labarakaçi. O kadar seviyordu ki Doci’yi, “dünyanın en sevimli hayvanı” diyordu. Ben de dayanamadım, kışın biraz soğuk olunca kış bahçesinin içine bir yatak aldım, sokaktan kurtulup yaz kış bizimle yaşamaya başladı Doci. Denize Doci de gelirdi ama suya girmezdi, korkuyor herhalde. Bir gün alışsın diye alıp bunu denize attı da üç gün yüzüne bakmamıştı İrfan’ın. Geçen yaz herhalde kuyruğunu kesmeye çalışmışlar, İrfan hemen arabaya atıp koşturdu veterinere. Herkese bir iyiliği dokunmuştur İrfan’ın, herkese, her şeye…

Fotoğraf: İrfan Alış kişisel arşivi
Fotoğraf: İrfan Alış kişisel arşivi

AY DELİ BAŞIM, DELİ BAŞIM, DELİ BAŞIM, DELİ BAŞIM

Şarkıları arabasında yazardı, enstrümansız. Bir yandan direksiyon ve ön panele vurarak ritim tutar, bir yandan da enstrüman gibi kullandığı ıslığıyla melodileri yapardı. Başlarda sadece bir şarkı olan “Hamiyet” böyle yazılmıştı mesela. Arabada, denizde, kumsalda… Önce bir gün plajda hikayesini anlattı; sonra sözler ve melodiler; sonra Özgür altyapıları yapmaya başladı. 7-8 dakikalık şarkı için 30-40 dakikalık kayıt yapılınca “böyle şarkı olmaz, müzikal yapalım” dedi. Türk sanat tarihindeki ilk melodram müzikali yaptılar. Haftalarca dosyalar hazırlandı, telefon görüşmeleri, yazışmalar. Yok… Hiçbir marka bir melodrama sponsor olmak istemedi; “Daha eğlenceli, daha catchy, daha pozitif şeyler lazım bize.” diyorlar. Sanatı destekleyen kapitalist şirketlerin sanata yaklaşımı da bu kadar oluyor işte. Kimse sponsor olmayınca arkadaşlarından borç para alarak Hamiyet’i yaptı. Temsillerin yarısı battı, yarısı çıktı. Hamiyet müzikalinin borçlarını Hamiyet plaklarıyla ödeyecekti. Çok heyecanlıydı. Plaklar hazır, baskıdan gelmek üzereydi. Kendi elleriyle kargolayacaktı. Ne kadar kalleşsin ah dünya…

Gümüldür sahilinde belediyenin bir parkı var, hep denize girdiğimiz yer. Çay 10, tost 50 lira. Bayılırdı buraya. “Kamulaştıracaksın abi bütün özel plajları falan, sahiller halkın olmalı” derdi hep. Gel gör ki belediye Eylül başı sezonu kapatıyor. Gümüldür’ün en güzel zamanı başladığında mekân kapanıyor yani. Bir gün dedi “Olm bu park Eylül’de, Ekim’de böyle âtıl duracağına biz burayı kiralayalım konser ya da kamplı festival falan yapalım. Hem belediye kazanır hem müzik olur, sanat olur, eğlence olur, üniversite öğrencileri gelir. Bunlara kalırsa boş durur burası.” Yolda hesap kitap yapıyoruz; şu kadar bilet kesilir, bu kadar bira satılır, kendimizi anlatırız, yaptıklarımızın yapacaklarımızın teminatı olduğunu gösteririz… Kültür ve sosyal işler müdürü bir kadınmış, bıyıklı bir dayı değil. Arabada kendi kendimize diyoruz “Abi kültür-sanat işlerinden anlıyordur herhalde, yoksa belediye bir kadını müdür yapmazdı; okumuştur, eğitimlidir, gençtir, belki Peyk’i bile biliyordur lan, derdimizi anlar.” Kadına hikayesini anlatıp parkı kiralamaya ikna edecek güya. Gittik, ikinci kata çıktık, kapılardaki isimliklere bakıp odayı bulduk. Kapıyı çaldık, bir kadın sesi içerden “Giriiiin” dedi. Bir girdik içeri; orta yaş üzeri bir teyze ayaklarını masaya uzatmış patik örüyor. Patik. Gözlüklerinin üzerinden bize bakıp “Buyrun?​” dedi. İrfan’la birbirimize bakıp hafif bir sırıtmayla gözlerimizi kaydırdık. Konser falan da olmadı tabii. Türkiye, belediye, siyaset, kültür, sanat, müzik ve patik…

ELVİS OLSAN KAÇ YAZAR?

Bir röportajında “Peyk ticari açıdan başarısız bir gruptur” demişti. Çünkü Peyk hiçbir zaman çok popüler olacak ticari bir müzik yapmadı. Niş bir müzik yaptı, niş bir kitlesi oldu. Daha fazlasını hak ediyordu kesinlikle. Ama ülkenin çorak ortamı İrfan’a daha fazlasını vermedi. Hep derdik, “Olm Amerika’da doğsan Bob Dylan olurdun, Grammy alırdın” diye. Türkiye’de doğunca ancak bu kadar oldu. Çok seveni oldu ama hak ettiği değeri görmedi. Ekşi’de biri yazmış; 5 Kasım’dan önce beş sayfa yazılmış, 5 Kasım’da 50 sayfa… Al buradan yak. Adam o kadar ünlü değildi ki bir gün konser verecekleri damsız girilmeyen bir mekâna girerken içeri almamışlar, “Abi konseri ben veriyorum” falan demiş de öyle girmiş. Zaten rockstarlık kurumunu da reddederdi. Rockstar gibi takılmazdı. Çok diyen oldu “Solo kariyer yap daha ünlü olursun” diye ama o hep “Grup olmak ne demek bilmedikleri için öyle diyor onlar” derdi. “Gruptan biri ölse Peyk adı altında müzik yapmam” demişti Okan Bayülgen’e. Şimdi geriye kalanlar da Peyk adı altında müzik yapmayacaklar, orası kesin.

Sponsorsuz, reklamsız, editörsüz, listesiz, medya desteği olmadan Türk müzik tarihinin en kaliteli müziklerinden birini yaptılar. Kliplerin bazılarını evde külüstür bilgisayarında kesip biçerek kendi yaptı. “Abi canlı performansınız kayıtlardan daha iyi” dediğimde “Olm kayıt bütçemiz kısıtlı bizim, onu da zaten cepten veriyoruz, üst düzey bir prodüksiyon yapamadık ki hiçbir zaman” diye cevap vermişti. Müzikten kazandıklarını yine müziğe harcadı. Ne konserden ne Spotify’dan ne YouTube’tan cebine bir kuruş “kâr” kalmadığını çok iyi biliyorum. Festival esnaflarına, müzik tekellerine, sanat tüccarlarına hiçbir zaman eyvallahı olmadı. “Koy G…” diye şarkısını bile yaptı üç kuruşa domalanların, kalbini yüzen tüccarların, kendini satan şairlerin.

Bu satırları konser yapamadığı belediyenin o parkında yazıyorum. Park boş, plajda da kimsecikler yok. Her zaman İrfan, Rena, komşu ve misafirlerle oturulan yerden denize bakıyorum. İrfan’ın şnorkeli, deniz gözlüğü ve havlusu geliyor aklıma. Denizde balıklara bakardı hep. Balıkları çok iyi bilirdi. Sakin ve güzel denizi, Gümüldür’ün sessizliğini çok severdi. Hafta sonları balıkçı barınağındaki mezada giderdik, taze balık almaya. Son hobisi “sashimi” yapmaktı. Palamutları fileto kestirip evde sashimi yapardı. İlkinde tutturamadı, parçalandı falan ama sonra eli alışmaya başlamıştı.

Fotoğraf: İrfan Alış kişisel arşivi
Fotoğraf: İrfan Alış kişisel arşivi

ER GEÇ ZAMAN BİZE YAZILAN KADAR

Haksızlığa, baskıya, otoriteye hep başkaldıran bir solcuydu. Dimdik durmaktan beli kırılırdı. “Gezi’ye şarkı yapmadınız” diyenlere “Çünkü biz Gezi’de stüdyoda değil sokaklarda yürüyorduk, barikatları tutuyorduk; talk şov programlarında şarkı pazarlamıyorduk.” cevabını vermişti. Örgütlülüğün her şeyi çözeceğini düşünürdü ve düzen siyasetine asla inanmazdı. Herkes değişim için heyecanlanırken “Abi ha o parti olmuş ha bu parti, bir şey değişmeyecek bak” derdi. “Solcu” belediyelerin de bir hayrını görmemişti zira. Siyasete de müzik camiasına da sitemi vardı. Kırgın gitti.

Hayatın her alanında hep mücadele etti. Müzik yapmak için mücadele etti, konser vermek için mücadele etti, konserler iptal olmasın diye mücadele etti. Müzik hiç susmasın istedi. Bir gün öncesinde bile daha neler yapacağını anlatıyordu; film, yeni albüm, yurtdışı turnesi… Peykland’i kuracaklardı daha. Arsa bakıyorlardı. Bunlar olmazsa da bir noktada satıp savıp Rena’yla Girit’e yerleşmek de aklından geçiyordu.

İşte gün geldi, hazan vaktinde bir sabah dalından koptu gitti. Hiç yaşanmadı gibi oluverdi her şey. Hayaller, planlar, umutlar hepsi yarım kaldı. İçinde belki daha binlerce sayfa vardı bize anlatacağı. Melodi, ritim, akor, ıslık yetim kaldı… Rena’yla evlilik yıldönümlerinde toprağa verdik İrfan’ımızı. İrfan Alış’dan geriye bize Peyk’in albümleri, dayanışma ve mücadele ruhu kaldı. İçimizde derin derin izler bırakarak gitti İrfan. Ve bitti bir devir, gelmez ki yenisi…

KaynakEvrensel

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol