Stranger Things dizisinin yeni sezonu oldukça sığ bir Sovyet düşmanlığıyla karşımıza çıktı: İlk sezonlarda ABD’ye atılan taşlardan sonra Sovyetlerin itibarını da hedef alma gerekliliği. Ancak Sovyetlere isabet eden taş değil de koca bir kaya oluyor… Diziyi neresinden tutarsak tutalım, doğrudan bir anti-Sovyet propagandası ile doğrudan ya da dolaylı bir kapitalizm övgüsüyle karşılaşıyoruz.
Stranger Things‘de görünürde yer alan anti-komünizm unsurları, ancak 1996 tarihli strateji oyunu Red Alert ile karşılaştırılabilir. 2000’lerde yeni versiyonları çıkan bu oyun, birden fazla jenerasyonun -özellikle 80’ler ve 90’larda doğmuşların- ilk karşılaştığı anti-komünist propagandalardandır. Oyunu bilmeyenler için içeriğini şöyle tanıtabiliriz: Sovyetler ‘Batı’ya saldırmaktadır ve Lenin’e inanılmaz derecede benzeyen -hatta soru işaretine yer bırakmadan ‘o’ diyebileceğimiz- Yuri isimli karakter düşman askerlerinin bilincine girerek onları kontrol eder… Red Alert 3’te de tıpkı Stranger Things‘de gördüğümüz ‘çılgın Sovyet deneyleri’ klişesinin devam ettiğini görüyoruz. Özetle bu oyunun, -kurgu masumiyetini taşısa da- arka planı hiç de basit değildir. Daha detaylı incelemek isteyenler aşağıdaki oyun fragmanına göz atabilir.
Diziyle Red Alert karşılaştırmamız bir tarafa, işin daha ilginç tarafı oyunun çıktığı tarih düşünüldüğünde daha ‘anlaşılabilir’ bir Sovyet karşıtlığı içerdiğidir. Sovyetlerin yıkılışının hemen ardından piyasaya sürülen Red Alert, dönemin ruhunu böyle ‘taçlandırmış’ oluşu mantıksal düzlemde beğenelim beğenmeyelim bir yere oturuyor. Oyuna neredeyse bir asır boyunca Sovyet düşmanlığıyla beslenen bir neslin ‘Soğuk Savaş’ anılarını kusması olarak bakabiliriz. Bunun haricinde her şeyi geçip ‘Red Alert basit bir oyun işte’ görüşünü de savunabilirsiniz. O halde nasıl oluyor da IMBD zirvesine oturacak kadar iddialı bir dizi, anti-komünist ögelerde bu ‘oyunla’ aynı düzleme düşüyor?
AVUSTURYA İŞÇİ MARŞI’NIN DÜŞÜNCESİZ KULLANIMI
Bu yazıda teker teker, bariz anti-komünist propaganda örneklerinin peşinden gitmek, insan aklıyla alay etmek olacaktır. Çünkü dizinin içinde yer alan bu denli kör göze parmak Sovyet karşıtlığı, insana ister istemez tüm bunların bir ‘parodi’ olup olmadığı sorusunu da beraberinde getiriyor: Kim bilir belki hissetmemiz gereken şey tam da 1980’lerin ABD propaganda filmlerinin bir ‘komedisi’dir? Bu nedenle her iki ihtimali de değerlendirelim.Yazıya başlamadan önce küçük bir parantez açmak gerekirse: Şenay Aydemir, Altyazı Dergisi’nde yazdığı yazıda diziyi etraflıca ele almış ve yeni sezonun ‘parodinin parodisi’ oluşunu ayrıntılı bir şekilde dile getirmiş. Dileyenler ‘Stranger Things 3. Sezon: Duvarın altında kalmak!‘ başlıklı bu yazıya buradan ulaşarak analizlerden faydalanabilir. Biz elimizden geldiğince söz konusu yazıyı tekrara düşmeden, farklı örneklerle dizideki anti-komünizmi ele almaya çalıcağız.
Sezonun ilk bölümünde karşımıza çıkan şarkının anti-komünizmden de öte saygısızlık olduğunu belirtmeden başlamayalım. Önüne gelen bilim insanını, askeri bir çırpıda öldüren bir general, ‘çılgın projelerin’ gerçekleştirildiği laboratuvardan arkasında Rusça bir şarkı çalarken çıkıyor. Şarkıya hakim olmayanlar için önemli bir detay gibi görünmüyor. Ne de olsa ‘Rusların’ şeytanlığına yakıştırdığımız, yine kendi dillerinde askeri bir marş öyle değil mi? Ancak bu şarkı Sovyetler’in çoğu milyonlarca kayıp verdiği İç Savaş dönemini anlatmaktadır. Sadece Ruslar için değil, o günlerin korkunçluğunu tatmış pek çok halk için çok daha farklı anlamı olan bu şarkıyı kullanmak art niyetli olmasa bile en iyi ihtimalle korkunç bir düşüncesizliktir. Daha ileri gitmek istersen şarkının ‘Avusturya İşçi Marşı’nın melodisini taşıdığını hatırlatabilir ve hassasiyeti dünyaya yayabiliriz… Aşağıdaki ilk video, dizide şarkının kullanımını gösteriyor.
‘KENDİN GİBİ’ OLMANIN YOLU: ALIŞVERİŞ!
Sovyetlerin şeytanlığına bir ara verelim ve dizideki gizli ya da açık kapitalizm övgüsüne gelelim. Alışveriş merkezinin bu mesajın ana mekanını oluşturduğunu hepimiz daha ilk sahnelerden fark etmişizdir. Görünürde gerçekten öyle: AVM’nin rahatsız edici derecede renkli ve parıltılı oluşu, içinde sonu gelmez reklamlar barındırışı, neşenin yeni merkezi olarak tüketimin ta kendisinin gösterilmesi, küçük Erica’nın dondurmacıdaki kapitalizm ve serbest pazar tespitleri… Bu örneklerin kapitalizm övgüsü olduğuna karşı çıkanlar ilkin şöyle diyebilir: “E zaten belediye başkanı sahnesinde o alışveriş merkezini Rusların işi olduğunu öğrenmiyor muyuz ileriki bölümlerde?” Bu eğer Rusların dünyalar arası geçit yarattıkları laboratuvarı Amerikalardan paradoksal bir biçimde ‘AVM ile oyalayarak saklamalarının bir sebebiyse, sahiden kimsenin günahını almayalım, hiç fena gönderme değil…
Ancak maalesef farklı sahnelerde asıl olayın bu olmadığını görüyoruz. Max’ın El’e dünyayı göstermek için onu AVM’ye getirdiği anı düşünelim. Ne diyordu Max: “Artık ‘sen’ gibi olmanın zamanı geldi!” Nasıl oluyor dersiniz bu insanın kendi olma süreci? Elbette ‘Gap’ gibi ünlü mağazalardan çılgınca alışveriş yaparak: Üstelik para, alım gücü, sınıf vs gibi hiçbir şey yokmuşcasına! Bu bize AVM sahnesinin doğrudan bir ‘parodi’ olmadığını gösteriyor. (Küçük bir not: Belediye başkanı sahnesinin ABD’deki Trump-Rus hackerlar gündemine bir atıf olduğunu söyleyenler de var, ancak konumuzu oldukça detaylandıracağı için buna yazıda fazla değinemeyeceğiz.)
AVM dışındaki sahnelerde de benzeri durumlara rastlıyoruz. Belki çok ayrıntılı bir örnek olacak ancak tüm çocukların hastaneye gittiği sahneyi aklımıza getirelim. Mike otomattan m&m çikolatası düşürmeye çalışır, El yardım eder, Mike, El’e verdiği çikolatalarla barışır… Reklam almış bir dizi için buraya kadar her şey normal. Araya giren başka sahnelerin ardından kamera aşağıda bekleyen çocuklara, hatta özellikle bir şeylerin ters gittiğini fark eden Will’e odaklanır, Mike ve El de kadraja girer. Will’in uyarısına kadar Mike ve El m&m ürününü incelemektedir. Bu detayı incelemek sıradan, hatta ‘takıntılı’ bir yaklaşım olarak düşünülebilir ancak dizi baştan aşağı, parodi ya da değil böylesi göndermelerle dolu olunca böylesi ayrıntılar da değer kazanıyor. Basit bir bekleme anında bile yeni barışan çocuklar sohbeti m&m ambalajında buluyor.
MÜHENDİSİN KAPİTALİZM AŞKI
Bir de atlamadan geçemeyeceğimiz, diğer Sovyet vatandaşları gibi ‘kalpsiz robot olmadığını’ anladığımız kapitalizm aşkıyla yanan bir mühendisimiz var: Aleksey. 4 Temmuz kutlamalarında Aleksey Murray’e “Sonra ben de belki Amerikan vatandaşı olup eğlenceye katılabilirim?” diyor, Murray’in de kanı kaynıyor “Gel kardeşim ne gerek var vatandaşlığa” diyor ve mühendis ‘hayatın tadını aldığı’ ilk gün, kendisini ‘hain’ gören yoldaşları tarafından öldürülüyor. Şimdi şöyle düşünenler olacaktır: “Ya sen de havadan nem kapıyorsun, Murray bilet sahnesinde ‘her oyun hileli, her şey adaletli görünüp zengin adamın cebini doldurmak içindir, işte Amerika bu’ gibi bir tespit yapmadı mı? Bunu nereye koyacağız o zaman?” Bu yorumlara bir detay daha ekleyerek vereceğimiz cevabı daha da ‘zorlaştıralım’: Murray’ın evinde Vietnam Savaşı karşıtı gösterilerle ilişkilendirilerek yargılanan Chicago 8’lisinin posteri vardır.
Ancak tüm bunlar dizinin Aleksey başlığını ‘masum kapitalizm aşkına’ ilişkilendirmemizi engellemiyor. Öyle ki oracıkta dünyalar arası geçit açmanın makinalarını, şifreleri ve krokilerini Burger King çöplerine yazabilecek düzeyde bir deha olan Aleksey, tüm bunları bir bir anlattıktan sonra ‘Looney Tunes izleyebilir miyim artık?’ diye kendisini kibarca rehin alanlara danışmasını nereye yerleştirebiliriz? Ya buzlu içeceği makinesinin musluğunun altına bardak koymayı akıl edemeden, parmağına koya koya içmesini? Sanki kendi memleketinde hiç Looney Tunes vari çizgi filmleri izlememiş bu adam nasıl oluyor da dünyalar arası köprü kuruyor ama bir musluğun altına bardak koymayı başaramıyor? Başta bahsettiğimiz gibi dizinin tümüyle 1980’ler anti-Sovyet filmlerin bir parodisi olarak sunulmak istendiği varsayımına geri dönelim ve Aleksey’in bu mantık dışı hareketlerini de buna yoralım. O halde Murray’ın ‘Amerikan rüyası’ tanımını ne yapacağız? Bu çelişkiyle ‘Anti-kominizm var mı yok mu’ tartışmalarının kesin bir şekilde noktalamaya yaklaşıyoruz…
KAPTAN AMERİKALARDAN SIRADAN MEMURA
Son olarak genel bir değerlendirme yapalım. Hatırlarsanız ilk sezonlarda benzeri deneyleri ABD yapıyordu. Sovyet versiyonunu düşündüğümüzde bu benzerliğin zayıfladığını söylemeye gerek yok herhalde. Şöyle düşünelim ABD ‘kötü adamları’, dizinin iyi polisi Hopper ile iyi kötü müzakere edebiliyordu. Son sezonda müzakereyi geçtik, ‘Sovyet şeytanlarıyla’ konuşmaya tenezzül bile edilmedi. Vaşhet dışında iletişim kuran varlıklar bile değildi yeni ‘kötüler’. Sanki bir anneden doğmamış da Sovyetler tarafından granit ve çelikten inşa edilmişlerdi. Öyle ki son sahnede dünyalar arası geçit açılıyor mu, kapanıyor mu, patlıyor mu belli değil ve yukarıda insan bedenlerinden kurulmuş bir canavar AVM’yi yıkmış çocukları yemek üzere… Ama kimse akıl edip Ruslara demiyor ki ‘bakın böyle canavar gibi bir durum var, sizin yaptığınız da bu yüzden iş değil’. Ha Ruslar sonra gene mi duygusuzca öldürüyor, öldürsün. Yine de ilk kötülerde olduğu gibi bir şansı denemek daha akla yatkın olmaz mıydı?
Her nasıl olursa olsun bu ‘iletişim yoksunluğu’ dizinin son sezonuna dair söylenilen bir sözü daha farklı ele almayı gerektiriyor: İlk sezonlarda ABD’ye atılan taşlardan sonra Sovyetlerin itibarını da hedef alma gerekliliği. Ancak Sovyetlere isabet eden taş değil de koca bir kaya oluyor… Diziyi neresinden tutarsak tutalım, doğrudan bir anti-Sovyet propagandası ile doğrudan ya da dolaylı bir kapitalizm övgüsüyle karşılaşıyoruz. Görünen o ki anti-komünizm Stranger Things‘de çok az şekil değiştirmiş. Rockylerden Rambolara, Red Alert’lardan Stranger Things‘lere değişen sadece kaslı ve karizmatik ‘Kaptan Amerika’ versiyonlarının, göbekli ve sıradan bir ABD’li polis memuruna dönüşü olmuş… Eğer dizinin amacı bize dönemi hissettirmekse bunu başarmış: Belki gerçekçi olarak değil ancak, ABD’nin propaganda mekanizmasının nasıl ne ne zamanlarda çalıştığını hatırlama açısından… Yoksa ‘kızıl şeytan’ geri mi dönüyor?
*Dizide bahsi geçen canavar.
EK: Yenie’de yayınlanan bir başka faydalı yazı.