Eylül ayında Netflix‘te yayınlanan Squid Game, kısa sürede platformun en popüler dizisi haline geldi. Netflix tarafından yapılan açıklamaya göre Squid Game, yayınlandığı günden bu yana 1.6 milyar saat izlendi. Yani Squid Game’yi izleyerek geçirilen süre aşağı yukarı 182.000 yıl. Böylelikle herkes tarafından tartışılan, üstüne çokça yazılar yazılan bir dizi olmayı başardı. Genel olarak herkes tarafından ortaklaşılan fikir; Squid Game’nin sistem eleştirisi yaptığıdır. Ben de farklı bir bakış açısından diziyi değerlendirmeye ve dizi üzerinden dünyada ki insan ilişkilerini ve çalışma koşullarını anlatmaya çalıştım. Dizinin amacı bunu anlatmak olmayabilir ama diziden bu çıkarımın yapılmasının gerekli olduğunu düşünüyorum.
Aslında en temelde dizi kapitalist üretim ilişkisini anlatıyor. İşçi ve patron arasındaki ilişki; 456 borçlu insanın “özgür iradeleriyle”, 38 milyon dolarlık ödülü kazanmak için ölümü göze alarak verdiği mücadele ile anlatılıyor. Daha basit bir ifade ile; borçlu insanlar emeklerinden başka satacağı bir şeyi olmayan işçilerdir. İstedikleri yerde çalışma özgürlüğüne sahipler ama çalışmama özgürlükleri yoktur. Eğer çalışmazlar ise açlıktan ölürler. Bu yüzden seçilen bütün oyuncular borç batağında olan, hiçbir umudu kalmamış insanlardan seçiliyor. Borç aslında emeği temsil ediyor diyebiliriz.
Oyun yeri ise; şirketi/fabrikayı temsil ediyor. Dışarısıyla her türlü bağlantısının kesildiği, dışarıdan içerisinin görülmediği, içeride zamanın nasıl geçtiğinin anlaşılmadığı, her tarafı kameralarla kaplanmış ve her an gözetilen bir yer. Tabi ki oyuncuların tek tipleştirilmesine uygun tasarlanmıştır. Oyun yerinde dikkat çeken 2 önemli durum var. Birincisi yatakhane duvarlarında oynanacak oyunların resimlerinin çizili olmasıdır. Tabi duvardaki resimleri ne oyuncular ne de izleyiciler ilk izlediklerinde fark edemiyor. Yatakhane duvarlarındaki bu resimler, çalışma hayatındaki uyulması gereken kurallar ve yetenekleri temsil ediyor. Oyun yerinde dikkat çeken ikinci durum ise oyuncuların oyun alanına giderken geçtiği merdivenlerdir. Bu merdivenler ünlü M.C. Escher’in “Görelilik” adlı gravüründen esinlenerek tasarlanmış olmasıdır. Yani tek tipleştirilen oyuncuların çelişkilerinin göstergesi. İster üniversite mezunu, ister göçmen, ister kadın isterse erkek olsun hepsi birer oyuncu/işçi. Ne olduklarının hiçbir önemi yok. Ama hepsi oyuna katılmak/çalışmak zorunda. Dizinin sonunda dünyanın her yerinin aslında “oyun yeri” olduğunu göstermeleri tesadüf değil.
Squid Game toplam 7 oyundan oluşuyor. İlk oyun “Ddakji” yani işe alınma oyunu ya da mülakat oyunu. Bu oyunda, oyuncular özgür iradeleriyle oyuna katılmayı hak ettiklerini kanıtlamaları gerekiyor. Yani para için tokat yiyerek kişisel dokunulmazlıklarından feragat edip şirket için uygun olduklarını göstermeleri gerekiyor. Bu oyundaki en çarpıcı sahne; Seong Gi-hun’un kazandığı anda karşısındaki adama vurmak için hamle yaptığı ve adamın Seong Gi-hun’un kolunu tutarak avucuna para sıkıştırmasıydı. Artık hem kişisel hakları hem de onuru satın alınmıştı. Böylelikle oyun/şirket için uyumlu oyuncu/işçi adayı olarak oyuna/şirkete girmeye hak kazandı.
Bu oyun için bir parantez açmak gerekiyor. Oyunda mavi ve kırmızı kartlarla 2 seçenek sunuluyor. Adaylar mavi kartı seçip oyuncu/işçi ya da kırmızı kartı seçip görevli/polis olmakta özgürdürler. Ama birini seçmek zorundalar aksi takdirde dizinin son bölümündeki sokakta soğuktan donan adamın kaderini yaşayacaklar. Zaten Seong Gi-hun’un oyuna katılmak için araç beklediği yer ile sokakta donan adamın olduğu yerin aynı yer olması tesadüf değildir. Elbette her iki kartında kendine özgü kuralları var ve kurallar harfiyen yerine getirilmek zorunlu. Oyuncuların/işçilerin kurallarını detaylı işleyeceğiz ama görevli/polislerin kurallarını ve bu görevdeki yükselmelerini anlamak için kendi aralarında geçen geçen diyalogları hatırlamanız yeterli olacaktır.
Gelelim ikinci oyuna. İkinci oyun “Kırmızı Işık Yeşil Işık”. Bu oyun ise oyuna/işe alınmış oyuncuların/işçilerin sisteme uygun hale yetirilmesidir. Yani uysallaştırma, ehlileştirme ve eleme oyunu. Kısaca dur deyince duracak, git deyince gidecek, sorgulamayacak her şeye itaat edecek olanların seçileceği oyun. Asiler ise kurşunla öldürülecek/işten atılacak. Kariyerin ilk basamağı bu.
Üçüncü oyun ise Şeker Kalıbı. Oyuna/şirkete uygun olduğunu kanıtlayan oyuncular/işçiler için artık yaratıcılık zamanı. Bundan önceki oyunlarda yaşamları dahil bütün haklarını teslim eden oyuncular/işçiler bu oyunda şeker kalıbı içindeki şekilleri kırmadan çıkarmak zorundalar. Bunu nasıl yapacakları ise onlara kalmış. Başkalarından fikir ya da araçta çalabilirler, yalayabilirler de, ama her koşulda bir biçimde bunu başarmaları gerekir aksi takdirde silahla öldürülecekler/işten atılacaklar.
Geldik dördüncü oyuna. Şimdiye kadar ki oyunlarda özellikle silahla öldürüldüğünü vurguladık. Çünkü silahla öldürülmek işten atılmayı simgeliyor ve ölüm/işten atılma bütün oyuncuların yanında yapılıyor. Dördüncü oyundan itibaren ise artık yüksekten düşmek var. Oyuncuların/işçilerin sadece düştüğünü görüyoruz. Ölüp ölmediklerini ya da nasıl öldüklerini göremiyoruz. Bu ise kariyerde düşüşü simgeliyor. Dördüncü oyun “Halat Çekme”. Halat çekme oyunu ekip çalışmasına dayalı bir oyun. Aslında bütün iş ilanlarında gördüğümüz “ekip çalışmasına yatkınlık” diye istenilen bir “yeteneğin” sembolleştiği bir oyun. Bu aşamada oyuncuların kaderi ekip içindeki deneyim ve fikirlere bağla.
Beşinci oyun ise misket oyunudur. Şimdi sıra -birlikte mücadele edilen hatta hayatlarını birbirlerine emanet eden- ekip arkadaşlarıyla yarışmaya geldi. Hem de en güvendikleri, en yakın arkadaşlarıyla yarışma zamanı. İki kişiden biri kazanacak ve her yol mubah. Oyunu kazanmak/kariyerde yükselmek için rakibinin her türlü açığını değerlendirerek sırtından bıçaklama zamanı. Bu oyunda oyuncuların yaptıkları hilelere şaşıranlar; dizinin ilk bölümüne dönüp tokat sahnesini izlemeleri gerekir.
Altıncı oyun “Cam Köprü”. Bu oyunda hiçbir oyuncu tek başına sahip olduğu bilgi ya da deneyimler ile oyunu kazanamaz. Kazanılmasına da izin verilmiyor, cam ustasının olduğu sahnedeki ışıkların kapatıldığı yeri hatırlayın. Oyunun kazanılması için birilerinin ölmesi gerekiyor. Yani insani düşüncelerle bu oyun kazanılamaz.
Yedinci ve son oyun ise, “Kalamar”. 456 kişiden geriye kalan ve sadece bir kişinin kazanacağı oyun. Ödül ise 455 kişinin hayatına biçilen 38 milyon dolar. Aslında dizinin özetlendiği yer burası. Tabi dizinin sonuna şaşıranların sayısı da bir hayli fazla. Ama burada iki temel ayırım görüyoruz. Birincisi 218 numaralı Cho-Sang Woo’nun kendini öldürmesiyle anlatılmak istenen. Eğer sistemin senden istediği gibi bir tutum alırsan artık senden geriye hiçbir şey kalmaz. Şöyle düşünün eğer oyunu Cho-Sang Woo kazansaydı ve oradan sağ çıksaydı; artık Cho-Sang Woo olabilecek miydi? Ve aslında Cho-Sang Woo, Seong Gi-hun’a yenilmedi. Seong Gi-hun’nun tutumuna yenildi. Evet insanı şekillendiren sistemdir ama insan da bilince sahip bir canlı. Tam olarak bu çelişkinin çözüldüğü bir sahneydi. İkincisi ise,Seong Gi-hun oyun içinde sürekli uyumsuz olmayı başarabilmesi. Dizinin başlarında Seong Gi-hun’un grevde yaşadıklarına yer verilmesinin amacı son sahneyle bütünleşiyor.
Oyunculara/işçilere çokça değindik ama oyun kuruculara/patronlara da değinmek gerekir. Oyun kurucuları son sahnede görebiliyoruz. Maskeli VIP’ler yani sermayenin insan vücuduna büründüğü ve oyuncuların/işçilerin kanını/emeğini sömürenler. Oyun içinde oyun kurucularından birinin olmasıyla anlatılmak istene ise; evet patronlarda çalışır hem de işçilere göre daha çok deneyim sahibidirler. Ama onlar her koşulda kazanırlar. Oyunu kazanan oyuncu 38 milyon dolar alacak ama patronun sahip olduğu 38 milyon dolarlar gökdelen sahnesinde çok güzel anlatılmış.
Dizi aslında özellikle de son yıllarda üniversitede, iş yerinde çokça duyduğumuz ve gördüğümüz “Kariyer Günleri”, “Kişisel Gelişim” vb. kavramları çok güzelde özetlemiş. Hani bize sürekli anlatılan masallar vardır ya. İşte Elon Musk, Steve Jobs, Bill Gates kendini geliştirerek nasıl başardığının anlatıldığı masallar. Düşünün dünyadaki 7 milyar insandan birkaç yüz tanesi hariç herkese bunlar anlatılıyor. 7 milyar insana, birkaç yüz tanesi hariç, 456 oyuncuya dendiği gibi; “başarmak mümkün, yeter ki isteyin bakın kazananlar var işte.” Evet bu sistemin kuralı bu: hayatta kalmak istiyorsanız çalışmak zorundasınız ve siz çalıştığınız her an patronlar sizin emeğiniz üzerinden kar elde edecek. Tabi patronların tek amacı kar elde etmektir. Sizin ölüyor olmanız, aç kalmanız, soğukta kalmanız bunların hiçbirinin önemi yok. Tek amaç daha fazla kar elde etmektir. Aksi takdirde nasıl açıklanabilir ki; dünyada her bir saniyede 11 insan açlıktan ölürken, milyonlarca yiyeceğin çöpe gitmesini. Ve insanlar bütün bunlara hayatta kalabilmek için katlanıyor. “Yaşamak” için değil hayatta kalabilmek için. Acaba 7 milyar insandan, birkaç yüz tanesi hariç, kaç tanesi gerçekten yaşadığı hayattan memnundur, gerçekten ben yaşıyorum diyebiliyordur?
Seong Gi-hun güzel bir şey gösteriyor: Mesele koşulları kabullenmek, itaat etmek değil onları değiştirecek iradeyi ortaya koymaktır. Tıpkı elini Cho-Sang Woo’ya uzattığı gibi. Tek başına değiştireceklerinin sınırı vardır. Ama ortak hareket edilirse bütün koşullar ve kurallar değişebilir.