Melek İpek, Nimet Akgün, Gülşen Bilgi, Fikriye Özbek gibi hayatlarını savunan birçok kadın mahkemeler tarafından “yaşamlarını” korudukları için yargılanırken özsavunmanın ne demek olduğunu, kadın mücadelesindeki yerini ve önemini, nasıl bir mücadele hattı gerektirdiğini Sosyalist Kadın Meclisleri Genel Sözcüsü Deniz Aktaş ile konuştuk.
Son dönemlerde öz savunma yapan kadınların sayısının arttığını görüyoruz ve öz savunmaya dair tartışmalar da devam ediyor. Öz savunmayı bizim için tanımlar mısınız? Kadına yönelik şiddetle mücadelede öz savunmanın yeri nedir?
Özsavunma en klasik anlamı ile erkek şiddetine karşı yaşamını savunma, hayatta kalma eylemidir. İster tek tek erkeklerin kadına karşı yönelttiği her türlü şiddete karşı isterse de erkek egemen sistemin örgütlü erkek şiddetine karşı kadınların, yaşamını ve özgürlüğünü savunma eylemi özsavunmadır. Kadınların; bedeni, emeği ve cinselliği üzerinde geliştirilen baskı ve şiddete “Dur” demesidir. Son yıllarda kadın özgürlük mücadelesinin gelişmesi, kadınların erkek şiddetinin ‘kader’ olmadığını bilince çıkarması, özsavunma hakkının meşruluğu ile ilgili politik çalışmalar ve hayatta kalmak için özsavunma uygulamanın zorunluluğu kadın cinsinin kolektif cins bilincinde sıçrama meydana getirdi.
Bugün erkek şiddetine maruz kalan veya erkek şiddetinin tehdidi altındaki birçok kadın özsavunma ile hayatta kalacağını biliyor, bunu eyleme döküyor. Bu hem kadınların kendi haklarının ve yaşamları üzerindeki denetimin sahibi olduğu bilincin gelişmesi ile ilgili hem de azgınca kışkırtılan erkek cinselliği ve egemenliğinin kadınların hayatına nasıl yansıdığı ile ilgili. Erkek yargının kadın katillerine, tacizcilere ve tecavüzcülere karşı ödül gibi cezalar vermesi, her türlü erkek şiddetinin yargı eliyle resmen teşvik edilmesi; kadınların adalet talebini kendi eyleminde araması ve bulmasına neden oluyor. Örneğin şiddete maruz kalan bir kadın başvurduğu yargı mekanizmalarının onu korumayacağını biliyor ve erkek şiddetinden kurtulmak için kendi gücüne ve özsavunma hakkına başvuruyor. Bu nedenle erkek egemen sistemin erkek adaletine karşı bir isyandır özsavunma.
Öz savunma yapan kadınlar çoğunlukla yargı tarafından cezalandırılıyor, öte yandan ise birçok fail erkek ceza indirimi alıyor. Bu çerçevede sizce öz savunmanın yargı ve devlet politikalarıyla sizce nasıl bir ilişkisi var?
Özsavunma aslında yasada yer alan meşru müdafanın politikleşmiş halidir. Çünkü herkesin yaşamını savunma hakkı vardır. Ancak meşru müdafanın yasal çerçevesi bile kadınlar için uygulanmamaktadır. Örneğin kendisine tecavüz eden erkeği özsavunma ile durdurmak ya da erkeğin öldürmek istediği kadının erkeği engellemesi; erkek adalet sistemi tarafından tek bir erkeği durdurma olarak değil, erkek egemen sisteme meydan okuma olarak görülüyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, erkeğin egemenlik alanlarını, kadın bedeni ve cinselliği üzerindeki sömürünün varlığını sarsacak her türlü kadın pratiği cezalandırılıyor. Buna özsavunma hakkını kullanmak da dahil elbette. Dolaysıyla erkek egemen sistemin bekasını korumakla görevli hukuk sistemi, kadın lehine bir adalet işletmek yerine erkek egemen sistem lehine bir adalet işletiyor. Burjuva hukuk normlarının bile işletilmediği, özsavunma hakkını kullandığı yani hayatta kaldığı için cezalandırılan kadınların varlığı daha büyük bir öfke biriktiriyor. Erkeğin bireysel egemenlik alanını daraltarak erkek egemen sistemi tehdit eden her türlü kadın pratiği, ister bireysel ister kolektif olsun, aynı biçimde cezalandırıyor.
Önümüzdeki dönemde öz savunmanın kadın hareketinin gündeminde nasıl bir yer tutacağını düşünüyorsunuz? Öz savunma ile ilgili kadın örgütlerinin nasıl bir tutumu olmalı ve nasıl bir mücadele hattı izlemeliler? Sizin bu konuda planlarınız neler?
Kadınların; yaşamına, emeğine, bedenine ve cinsel özgürlüğüne yönelik saldırılar karşısında özsavunma hakkını daha fazla kullanacağını söylemek mümkün. 21. yüzyılda gelişen kadın özgürlük mücadelesi ve biriken kadın isyanı, her kadını daha fazla özsavunma hakkını kullanmaya itiyor. Özsavunmanın meşruluğu ve kadınların hayatındaki zorunluluğu bilince çıktıkça kadınlar, kendini çaresiz hissetmiyor. Bu da kadın hareketinin önüne özsavunma hakkını kullandığı için erkek yargı tarafından cezalandırılan kadınlarla daha fazla dayanışma, davalarını kitlesel sahiplenme ve o kadınları erkek yargının elinden koparıp alma sorumluluğu yüklüyor. Çilem Doğan, Name Öztürk ve Yasemin Çakal gibi özsavunma hakkını kullandığı için tutuklanan kadınları; nasıl kadın dayanışması ile sarıp sarmaladıysak, davalarını erkek şiddetini, erkek adaletini ve özsavunma hakkının meşruluğunu anlattığımız politik gündemlere dönüştürdüysek ve en nihayetinde onlar özgürlüklerine kavuştuysa bunu her bir kadın için yapmalıyız. Yasanın hiçbir engele takılmadan özsavunmanın meşruluğunu tanımasını ve yasal bir hak olarak hukuk sistemi içinde yer almasını sağlamalıyız. Biz tüm bunları hem birleşik kadın hareketi ile hem de bağımsız politik çalışmamızın temeline koyuyoruz.