Süveydiye’de (Samandağ) düzenlenen 18. Kaldıraç Öğrenci Kampı’ndan bir öğrencinin okur mektubu
Merhabalar,
Ben ilk defa bir Kaldıraç öğrenci kampına katılanlardanım. İlk katıldığım ilk kampın Süveydiye’de (devlete göre Samandağ), yani özellikle deprem sonrası daha belirgin bir şekilde bir direniş alanı haline gelen Süveydiye’de olması, benim için ayrıca anlamlıydı.
Kampa vardığım ilk gün, çeşitli şehirlerden birçok ortak geldi. İlk günümüz hem biraz tanışma faslıyla, hem de atölyelerin belirlenmesiyle geçti. Her birimiz bir atölye ve dayanışma faaliyeti seçip katılım sağladık. İlerleyen günlerde bu atölyelerde hem birbirimizle hem de Süveydiye halkıyla daha çok yakınlaştık, bir olduk. Biz Süveydiye’yi çok sevdik, Süveydiye de bizi… Öyle ki girdiğimiz her evde müthiş bir sevgi ve sıcakkanlılık ile karşılaşıyorduk, aynı zamanda deprem gerçekliğinin hala ilk günkü ağırlığından aslında pek bir şey kaybetmediğini görüyorduk her konuştuğumuz ailede. Sorunlardan konuşmaya başlayınca insanlar içini döküyor, hükümete de devlete de saydırıyorlardı, ne yapmamız lazım diye sorduğumuzda örgütlenmemiz lazım diyenlerin sayısı fazla olsa da, yapacak bir şeyimiz yok diyenlerin sayısı da az değildi maalesef. Fakat herkesin bildiği ve söylediği bir şey vardı, o da Antakya’ya bilinçli olarak farklı bir politika uygulandığıydı. Bunu kronik olarak süren elektrik ve su sorunundan, hala düzene binmemiş ulaşım hatlarından, kaldırılan çadır mahallelerden, asbest sorunundan, hala ulu orta yerde duran ve en az bir yılı daha var denen enkazlardan, enkazlardan çıkan demirler için verilen ihalelerden, Dikmece’ye yapılan saldırıdan ve yapılması beklenen saldırılardan, yani Samandağ’a girdiğiniz andan itibaren karşılaşmanız duymanız veya görmeniz çok muhtemel olan bu birçok sorundan görüyorduk. Bu sorunların Antakya’nın TC’nin ilhak ettiği bir ülke oluşuyla, Antakya’nın asimilasyonu ve demografik yapının değiştirilmesi planı ile doğrudan ilgili olduğunu biliyorduk. Sorunların ancak örgütlülükle, direnişle çözülebileceğini elimizden geldiğince anlatıyorduk. Nitekim bu çabalarımızın, Süveydiyeli ortaklarımızın aylardır verdikleri emekleriyle birleştiğinde nasıl bir güce dönüştüğünü kamp sonu Süveydiye’de yapılan dayanışma yemeğindeki gerçekleşen katılımda da gördük ve deneyimledik.
Dokuz günlük kamp sürecimiz boyunca, burada sayamayacağım kadar çok şeyi deneyimledik, gördük. Ortaklar olarak birbirimizle bütünleştik. Komün yaşamı uygulamaya çalıştık, çok eksik ve hatalarımız oldu fakat bunlara rağmen bir komünde örülen yaşamın sistemin sunduğu ”kendini kurtaran” yaşamlardan daha sıcak ve gerçek olduğunu, şiir okumanın, türkü çalıp söylemenin, etkinlik yapmanın günlük yaşamın bir parçası haline getirilebileceğini gördük. Kendimizi yönetmeyi öğrenmek konusunda bir adım attık. Bu adımı her yıl atacağız, milyonlar olarak atacağımız günler için ise kat etmemiz gereken uzun bir yolun olduğunu biliyoruz, fakat umutluyuz.
Çünkü köstebek kazmaya devam ediyor, yapı, bir gün Süveydiye’de, başka bir gün İstanbul’da, ama her bir adımda biraz daha yükseliyor, yükseliyor.