Geride kalan salı günü, Türkiye’nin içinde bulunduğu politik ve ekonomik koşulları, üstelik birbiriyle bağıntısı içinde gösteren bütünlüklü bir manzara oluşturdu. Sabah saatlerinde Türkiye’nin en büyük 500 ve ikinci 500 sanayi şirketlerini sıralayan listeler açıklandı. 1950’lerin ortalarından itibaren bağımsız bir sınıf fraksiyonu oluşturmaya başlayan, 60’larda egemen sınıflar panteonundaki yerini büyüten, 70’lerde holdingleşerek tekelci aşamaya geçen, 80’den itibaren kendini ülkenin mutlak sahibi gören, uluslararası sermayeyle bütünleşen, kamu varlıklarını yağmalayan sanayi burjuvazisinin anlık görünümü bu liste. Terkipte çok büyük bir değişim olmadığı görüldü: Koç’un 4, OYAK’ın 3, Sabancı’nın bir şirketi kurtlar sofrasının başında oturan ilk 10’da yer alıyor. Biraz kaba bir genellemeyle söylenirse bu terkip, TÜSİAD sermayesinin sanayi burjuvazisi içindeki krallığıdır. 100. yılın arifesinde Cumhuriyet’in kamusal varlığının yağmalanması da apaçık görülüyor: İlk 100’de 4, ilk 500’de yalnızca 9 kamu iştiraki var.
Aynı gün, iktidar basınının ana kolonlarından olan Sabah gazetesinin de sahibi Kalyon Holding’in Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği’ne Lütfi Elvan’ın getirildiğini öğrendik. Eski bir bürokrat, 2007’den itibaren AKP’li siyasetçi, farklı bakanlıklardaki görevlendirmelerden sonra, kur-faiz yalpalaması yaşayan Saray yönetimi tarafından 2020 Kasım ayında Hazine ve Maliye Bakanlığı görevine getirilmiş ve 4 ay sonra görevden alınmıştı. Aynı dönemin MB Başkanı Naci Ağbal ile birlikte, düşük faiz-ucuz kredi ile beslenen ve iktidarla organik ilişkisi alenen bilinen sermaye çevrelerinin hışmını çekmiş; Berat Albayrak döneminin stratejilerini militanca savunan (Kalyon grubunun gazetesi) Sabah da dâhil iktidar medyası tarafından adeta ‘operasyoncu’ ilan edilmişlerdi. Büyük patron Cemal Kalyoncu şimdi, “Böylesine kıymetli bir ismin kurumsal stratejilerimize çok değerli bir vizyon katacağına yürekten inanıyorum” diyordu. Holding açısından önemli bir ‘pozisyon alma’ olarak görülebilir…
Aynı günün bir başka haberi, Turkcell Genel Müdürlüğündeki görevden almaydı. Sadece 10 gün önce göreve getirilen Bülent Aksu azledilmişti. Varlık Fonu bünyesindeki dev şirket Turkcell’de yaşanan bu gürültülü tasfiyenin Saray açasından ‘aile içi mesele’ olduğu öne sürüldü. Gönderilen Bülent Aksu Berat Albayrak’a, onu gönderen Şenol Kazancı ise Bilal Erdoğan’a yakındı.
Benzer bir tasfiye haberi yine aynı gün, kamuya ait Vakıf Katılım Bankası’ndan geldi. Bankanın Genel Müdürü İkram Göktaş istifa etmişti. Göktaş’ın da Berat Albayrak ekibinden olduğu biliniyordu.
Ve yine salı günü, Erdoğan’ın ‘Karabağ zaferi’ ziyaretinden dönüşte uçaktaki katiplere yazdırdığı sözler servis edildi. Erdoğan, İsrail’le enerji sondaj çalışmasını kuvvetle tekrar ediyor, Netanyahu’nun “ekim-kasım gibi” Türkiye’ye geleceğini söylüyor, “sonra da biz iade-i ziyaretimizi yapacağız” diyordu. “İsrail’in enerji kaynaklarının Avrupa’ya taşınmasında en akılcı rota Türkiye” idi…
Türkiye’de zaten sistematik bir saldırı altında olan emeğe karşı bir yeni savaş ilanı niteliğindeki Orta Vadeli Program konusunda da Erdoğan mümkün olduğunca ‘az konuşmaya’ ve net bir destek bildirmeye devam ediyor. Ama yıllarca ve kimi zaman öfkeyle tekrarladığı ‘faiz sebep enflasyon netice’ tekerlemesinin tam tersi istikamette olacak şekilde, “Fiyat istikrarının sağlanması için parasal sıkılaşma ve kredi sıkılaşması tedbirleri ekonomi yönetimimizce hayata geçiriliyor” demişti uçakta. Enflasyonun düşmesi için para ve kredi muslukları kısılacak, faizler yükselecekti. Denklemi tersten okumaya başlamıştı uysalca. ‘Piyasa’nın, TÜSİAD sözcülerinin demesiyle “iktisat biliminin kurallarının, aklın ve bilimin” burnuna dayadığı reçeteyi, siyaseten sahipleniyor, onun etrafındaki büyük sermaye koalisyonunu teşekkül ediyor. Kapitalistler de bu yeni duruma ilişkin pozisyon alıyor, her düzeyde.
İktidarın organik bileşiminde büyük pay sahibi olan ve yakın zamana kadar çıkarları daha güçlü temsil edilen orta sermaye, Erdoğan şahsında yeni programa mecburen bağlı. Ama onlara yönelik de iki uyarı yine aynı salı günü Sabah ve Yeni Şafak gazetelerinden geldi.
Sabah’ta Okan Müderris özetle şöyle yazmıştı: “Özel sektörümüz hâlâ devletin ağzına bakmaya ve sürekli bir şeyler istemeye meyilli. Oysa Cumhurbaşkanımız ilk ağızdan Orta Vadeli Programa güvenini açıkça dile getiriyor. Elbette, yüksek faiz Sn. Erdoğan’ın canını sıkıyor. Lakin dezenflasyon sürecini günlük yorumların çok üstünde tutuyor. TOBB başta olmak üzere iş dünyası çatı kuruluşlarının programa daha güçlü sahip çıkması ve bunu pratik hayatta da göstermesi önem taşıyor. Dertleri dinlendiğine, görüşleri alındığına, talepleri karşılandığına göre, iş insanlarının da sözde serbest özde grekoromen takılmaktan vazgeçmeleri Ankara’da her düzeyde bekleniyor.”
Yeni Şafak’ta ise Yusuf Dinç orta sermayeyi doğrudan hedef almıştı: “KOBİ’lerin temelde büyük işletme olmaya odaklanmaları gerekir. Fakat böyle bir hedef gündemlerine hiç gelmez. Hatta KOBİ olmak, [bazı] avantajlardan yararlanmak imkanı sunduğundan hallerinden memnundurlar. KOBİ ekosistemi içinde kalmayı yeğlerler. Ama artık yetmez mi? Dürtülmeleri gerekmez mi? Niteliksiz istihdam uğruna bu kadar yoğun KOBİ’cilik yapmak akıl kârı olmayabilir.”
Türkiye kapitalizminin anlık bir görüntüsü ve dönemsel yönelimi açısından bir günün olguları bu kadar çok veri sağlıyor. Peki asıl çelişkinin diğer tarafına, emek-sermaye çelişkisinin bizim tarafına ne görünüyor? O da salı günü ayan beyan ortadaydı: Sendikalaştıkları için işten atılan Trendyol işçileri, dövülerek, kemikleri çatlatılarak, polis otobüslerinde işkence edilerek gözaltına alındı patronun kapısının önünden. Bu salı günü, Türkiye’nin her günüdür.