Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yerli otomobil fabrikası töreninde söylediği “Şeftali değil motor üreteceğiz” sözleri, bir felaketler zincirinin de habercisidir. Neden mi? İşte yakın zamanda, “fındık yerine enerji” mantığıyla çıkılan benzer bir yolun; bir tekelin hakimiyetine, bir yandaşın ihya edilmesine ve bir ovanın felakete sürüklenmesine uzanan hikayesi…
AKP dönemindeki iktisadi dönüşüm, bu denli güzel ifade edilebilirdi ancak. ‘Yerli otomobil’ fabrikasının temel atma töreninde konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye şeftali yerine motor üretecek” dedi. Ve kamu olanaklarıyla yandaş sermaye besleme, emperyalizme bağımlılık, tarımın yok edilmesi, gıda krizi, ekolojik felaket ile binlerce küçük üretici ailenin yoksulluğu arasındaki bağı, tek cümlede özetledi. Bu yaklaşımın nasıl bir felaketler zincirinin habercisi olduğunu kanıtlayan somut örnek, şu sıralar Çarşamba Ovası’nda yaşanıyor çünkü.
Türkiye’nin dünya fındık üretimindeki payı 2019’da yüzde 69’u buldu. Yıllık 1.2 milyar dolara yakın da ihracat yapıyor. En yakın rakibi yüzde 14’le İtalya. Onun üretimi en fazla 125 bin ton. İstanbul Fındık ve Mamülleri İhracatçıları Birliği’nin rakamlarına bakılırsa, tablo muhteşem. Lakin kağıt üzerindeki rakamların üzeri kazındığında, altından ‘şeftali-motor’ zıtlığıyla kurulan ekonomi politikasının sonuçlarını gösteren hayli trajik bir hikaye çıkıyor.
Uzun yıllar fındık ticaretini domine eden şirket Oltan Gıda’ydı. Trabzonlu Kenan Oltan ve Ortağı Şükrü Güngör Köseoğlu’nun 1984’te başladığı tüccarlık yaşamı, AKP’nin iktidara geldiği 2002’de zirveye çıktı ve fındık ihracatının yüzde 30’una ambargo koydular. 2010’lardan sonra 80 milyon ton kapasiteye, 500 milyon doların üzerinde ihracat gelirine ulaştılar. Ana müşterileri Kinder ve Nutella markalarıyla ünlü, İtalyan çikolata tekeli Ferrero Grup’tu.
İtalyan devi, Türkiye’ye ilk yatırımını Manisa’da 1999’da yaptı. AKP döneminin tarım ürünleri ithalatının önünü açan uygulamaları, küresel perakende zincirlerine pazar yaratan yasaları sayesinde, pek çok yabancı gibi Ferrero da iç piyasada hakimiyetini güçlendirdi. “Türkiye’ye yabancı yatırım yağıyor” denilen dönemde gerçekleşti bunlar. Oysa süreç neredeyse 19’uncu yüzyılvari bir sömürgeleşmeydi. Nitekim fındığı ağırlıklı olarak Türkiye’den karşılayan Ferrero, 2014 yılında Oltan Gıda’yı satın aldı, 2017’de de adını Ferrero Fındık olarak değiştirdi. Böylece perakende pazarının çoğunluğunu ele geçiren İtalyan tekeli, hammaddenin de sahibiydi artık. Birkaç yıl içerisinde küçük üretici daha da yoksullaştı, ekimden koptu. Bahçeler şirketlerin belirlediği üretim rejimine tabi kılındı.
Oltan Gıda’nın ortakları ne yaptı peki? Burası tam bir AKP klasiği işte.
Oltan-Köseoğlu ortaklığı, Fiskobirlik’in işlevsizleştirilmesi sonucunda yerli tekel olmanın sağladığı avantajla belirledikleri alım fiyatları ve ihracat teşviklerinin yardımıyla biriktirdikleri sermayeyi, dönemin en karlı alanına akıtmaya karar verdiler. Tıpkı iktidara yakın diğer sermaye grupları gibi, enerjiye….
Türkiye’nin en verimli ve koruma altındaki tarım arazilerinden birine, Çarşamba Ovası’na, Biyokütle Enerji Santrali kuruyorlar şimdi. Santral süreci; yasa ve yönetmeliklerin bıraktığı ‘iğne deliği’nden ustaca geçilip, kamu olanaklarının kayırma ekonomisinin borularıyla yandaşa taşınıp, şimdiye kadar enerjinin ‘e’sini bilmeyen bir fındıkçıdan, nasıl enerji şirketi yaratıldığını gözler önüne seriyor. Üstelik kamuoyu bambaşka şeylerle meşgulken olayın hiç aksamadan ilerlemesi, siyasetin gerçek zeminine dair de çok şeyler anlatıyor.
Gelin önce bu baş döndürücü trafiği özetleyelim:
Ekonomide kur şokunun yaşandığı günlerde, 10 Ağustos 2018’de, Samsun Valisi başkanlığında yapılan İl Ekonomi Toplantısı’nda, Çarşamba Havalimanı’ndan Yeşilırmak’a kadar olan bölgenin sanayi alanı olarak kullanılması gündeme gelir. 29 Kasım 2018’de ise Oltan ve Köseoğlu Elektrik ve Enerji Üretim AŞ. belediye ile Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü’ne başvurarak, biyokütle santrali için imar planı değişikliği talep eder. İl Toprak Koruma Kurulu, 147 dönümlük arazinin tarım dışı amaçla kullanılmasına izin verir. Ülkenin yerel seçime hazırlandığı günlerde, 27 Mart 2019’da da şirkete tapu devri yapılır. Bu sefer şirket 30 Mayıs 2019’da Samsun Büyükşehir Belediyesi’ne başvurarak, imar planı teklifini sunar; 12 Temmuz’da belediye meclisi nazım imar planını, 5 Eylül’de de Çarşamba Belediye Meclisi uygulama imar planını onaylar. 26 Eylül’de Çarşamba Belediyesi biyokütle tesisine, 5 bin 280 metrekare alanda depo inşaatı ruhsatını çıkarır.
Buradan itibaren Temmuz 2020’ye kadar mesele, meslek odalarının ve çevre platformlarının çabasıyla yargıda süren savaştır. Son olarak 1 Temmuz 2020’de Danıştay 6. Dairesi, projenin yer seçimi yönüyle doğru olduğu ancak çevresel etkilerinin daha geniş bilirkişi heyetiyle incelenmesi gerektiğine karar verir.
Böylece başkanlık rejimiyle beraber madenden inşaata her yerde karşımıza çıkan ‘kamu yararı’ kriteri, burada da devreye girip, iş bitirilmeye çalışılıyor.
Olayın ironik tarafı, Çarşamba Ovası’nın şeftali üretim yerlerinden birisi olması. Esas olarak da tütün ve fındık olmak üzere mısır, ayçiçeği, soya fasulyesi ile her çeşit sebzenin ana vatanı gibi. Geniş otlakları ile Karadeniz’de nadir yapılabilen hayvancılık için zengin bir merkez. Lagünlerinden elde edilen su ürünleri ihraç ediliyor. Kısaca, bir ‘cennet bahçesi’ orası. Memlekette cennete benzetilen her yeri cehenneme çevirmek de bir AKP geleneği zaten.
Hikayenin diğer kısmında ise çevresel yıkım duruyor. Santralde fındık kabuğundan mısır, çeltik, fasulyeye kadar her türlü tarımsal ürünün atığı yakılarak elektrik üretilecek. İçini İtalyan tekeline satıp, kabuğuna talip olmak da ayrı bir ironi olsa gerek. Elbette bunlarla sınırlı değil liste; lastik, odun, sanayi atığı çamuru, kentsel ve bitkisel yağ atıkları diye uzayıp gidiyor… Şirketin günde 630 ton ağaç, sap, kabuk vs. yakmasına, 38 ton kül çıkarmasına, bin 500 metreküp yeraltı suyu tüketmesine, kömürle çalışan termik santrallerden yüzde 150 daha fazla azot oksit, yüzde 600 daha fazla uçucu organik bileşenler, yüzde 190 daha fazla partikül madde ve yüzde 125 daha fazla karbonmonoksit yaymasına izin verildi. Açıkça, “al ovayı katlet” denildi yani.
Gelelim maliyeti nesiller boyu ödenecek bir yıkımın niye tercih edildiğine. Uzatmadan söyleyelim. Otoyolda, köprüde olduğu gibi enerjide de alım garantisi var da ondan. Devlet en yüksek alım garantisini, 13.3 kWh/cent ile biyokütle santralinden üretilen elektriğe veriyor. 2018’de 26 milyar, 2019’da 38 milyar liraya yakın kamu kaynağı, bu yolla yandaş firmalara transfer edildi. Eskinin fındıkçısı da 24 MW’lik santraliyle, 10 yılda en az 28 milyon dolar geliri garantileyecek.
İşte ‘fındık yerine enerji’ tercihinin ülkeyi getirdiği yer burasıdır. Düşman ilan ettiği Sisi’nin Mısır’ından patates ve soğan ithal eden iktidarın, ‘şeftali yerine motor’ tercihi de farklı sonuç doğurmayacaktır. Zira bir şeyler üretmek, değer katmak, refahı artırmak gibi meziyetlerinin bulunmadığı öğle güneşinin aydınlığı kadar aşikar olan AKP; Düyun-u Umumiye’den, Tütün Rejisi’nden, kapitülasyonlardan beter yapılar inşa ediyor. Yakında şeftaliyi bulamayacak, o otomobili hiç alamayacak olanları da Ayasofya’da namaza çağırıyor…
NOT: Hukuki süreç ve teknik veriler konusunda, santrale karşı mücadele eden platformun üyesi Elektrik Mühendisleri Odası Samsun Şube Başkanı Mehmet Özdağ’ın araştırmalarından yararlanılmıştır.