Venedik Komisyonu iki gün önce yeni bir rapor yayınladı. 24 Haziran seçimleri öncesi çıkarılan seçim kanununu değerlendiren raporda, seçimlere birkaç hafta kala alelacele yapıldığına, muhalefetin, sivil toplum temsilcilerinin, hukukçuların görüşü alınmadan çıkarıldığına vurgu yapılarak, seçim kanunundaki değişikliklerin hem sorunlu hem de uluslararası standartlara aykırı olduğu belirtildi.
Venedik Komisyonu ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın ortak raporunda (AGİT) hükümete bazı önerilerde de bulunuldu.
“-Tarafsızlığın daha iyi sağlanması için Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) yapısının gözden geçirilmesi
-Seçim barajının yeniden gözden geçirilmesi
-Kolluk kuvvetlerinin oy kullanım alanlarına girmesini ele alan kuralların gözden geçirilmesi
-Güvenlik gerekçesiyle sandık yerlerinin değişiminde katı, açık ve objektif kurallar uygulanması
-Oy pusulalarının zorunlu olarak damgalanması, seçim sandıklarının büyüklüğünde değişikliğe gidilmesi, sandık kapasitesi ve görevlendirilmelerle ilgili düzenlemelerin değiştirilmesi, bağımsız cumhurbaşkanı adayı olmak isteyenlerin adaylık için ücret ödememesi ve anayasada yer alan seçim mevzuatını değiştirmeye yönelik yasağa saygı duyulması.”
Venedik Komisyonu ve AGİT, Türkiye’nin hâlâ uluslararası standartları önemsediğini düşünüyor olmalı.
Oysa AB hedefinden çoktan vazgeçmiş, yaptırımı olmayan, yaptırımı olsa bile kapalı kapılar ardında her durumda uzlaşma sağlamayı başardığını bilen bir iktidar için bu raporların zerre kadar değeri yok artık.
Raporlar bir yana, AB adaletinin en yüksek organı konumundaki AİHM’in “hendek operasyonları”na ilişkin Cizre, Nusaybin kararlarında ve hatta Demirtaş kararında iktidara açtığı manevra alanları bile yeterli, ciddiye almamalarında.
Selahattin Demirtaş’ın AİHM’e rağmen tahliye edilmemesine AB ülkelerinden güçlü ve etkili bir tepki gelmemesi önemli bir örnek.
Mesele iktidarın politikaları açısından anlaşılır da muhalefeti anlamak mümkün değil.
Venedik Komisyonu veya AGİT’in değil başta CHP, İyi Parti, SP ve HDP’nin gündeminden hiç düşmemesi gereken anti-demokratik seçim yasasını, bilimsel verilerle ispatlanmış seçim usulsüzlüklerini bir kenara fırlatmışlar, illeri paylaşıyor, adaylar üzerinde tartışmalar yapıyorlar.
Örneğin HDP’nin, Erdoğan yeniden kayyım atayacağını söylerken, açık ara farkla kazandığı Şırnak merkeze, Beytüşşebap gibi ilçelere şimdiden seçmen kaydırılmaya başlamışken “belediyeleri kayyımdan geri alacağız” demesi bir şey ifade ediyor mu?
Ya da CHP’li Fikri Sağlar’ın, belediye bütçelerinin kontrolü hazineye devredilmişken sosyal belediyecilik vaadinin karşılığı var mı?
Adeta elbirliği ile seçmen iradesini değil iktidar iradesini onaylatan bir seçim sistemini meşrulaştırmaya, tam da iktidarın istediğini yapmaya soyunmuşlar.
Sanki seçim sonuçlarını adaylar belirleyecek, sanki oylar sandığa girdiği gibi çıkacakmış gibi yapıyorlar.
Muhalefet bu kadar demokrasinin özünden uzaklaşıp, sistemin can damarını tartışmayı bir kenara bırakacak kadar pasifize olduğu için Erdoğan, CHP Genel Başkanı’nı bile tehdit edebiliyor.
2015 seçimlerindeki oldu-bittiye “silahlı adamlar varmış” diye boyun eğmeseydi, 24 Haziran’da kulaklarına üflenenlerle susup oturmak zorunda kalmazlardı.
Dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet demeseler, HDP’li vekillere uygulanan özel hukuka karşı çıksalardı şimdi CHP’liler de hedef olmazdı.
Erdoğan’ın siyasi hayatında önemli rol oynamış, en kritik dönemlerde AKP’nin önünü açmış Deniz Baykal’ın bile dokunulmazlığının kaldırılmasının istenmesi seçim sürecinin beklenmedik gelişmelere de gebe olduğunu gösteriyor.
Belki de yanıtsız soruları, Doğu Perinçek’in yeniden ses yükseltmeye başlamasıyla birlikte düşünmek gerekir.
“Türkiye, BOP Eşbaşkanını da alır, önüne katar ve mecburiyetlerinin görevlisi yapar. Bu, Türk devriminin ve Türk milletinin gücüdür. Vatan Partisi işte o gücün temsilcisidir. Tarihsel süreç, yoluna büyük bir atakla devam ediyor ve Vatan Partisi, öncü görevinin başındadır.”
Perinçek belli ki temsil gücü olduğuna inandığı devletin artık Erdoğan’ı kendi “görevlisi” yaptığını ilan etmekle kalmıyor, Fırat’ın doğusuna yapılan harekâtı Türkiye’nin Atlantik sisteminden kopmasına bağlıyor.
Nitekim SP’li Cihangir İslam, Perinçek’in mesajlarını “Türkiye halihazırda ‘AK Parti, MHP ve Vatan Partisi koalisyonu’ tarafından yönetilmektedir. 28 Şubat ve vesayet devam etmektedir. Ülkemizi ve halkımızı bu vesayetten, bu cendereden kurtarmaya, özgür bir Türkiye kurmaya kararlıyız” sözleriyle yorumladı.
Başka da tepki veren bir siyasetçi görmedim.
Asıl meselelerden kopuk bir garip seçim havası pompalanıyor.
Bu sürreal dünyada başkan adaylarına da “seçim sonuçlarını biz belirleyecekmişiz gibi çek pampa” demekten başka bir şey kalmıyor haliyle.
Artı Gerçek