Ukrayna savaşı, NATO’nun, onun ana gücü olarak ABD’nin adım adım örgütlediği bir savaştır. Savaşın bir aşamasına kadar “görünmez” olarak sürmesi, ABD’nin ve NATO’nun Rusya ve Çin ittifakından korkmalarından kaynaklıdır. Bu nedenle, adım adım, bir Suriye’de, bir Ukrayna’da, bir Libya’da, bir Tayvan’da gerilimi yükseltmeyi yeğlediler. Ama nihayetinde, bir yerden sonra, Rusya, Ukrayna operasyonunu başlattı. Böylece, savaş, görmek istemeyenler için de görünür oldu.
1
Bu savaş, gerçekte ABD-NATO ile, Rusya arasında bir savaştır.
Savaş, Ukrayna topraklarında sürmektedir. Ve ABD-NATO ya da Batı, bu savaş için, Neonazileri, mükemmel kuklaları bulmuşlardır. Neonaziler, Zelenski iktidarının ardındaki güçlerdir ve kontrol onlardadır. Ukrayna, önce tüm devlet olma özelliklerinden arındırılmıştır. Sonra, geriye Ukrayna’yı, Rusya’ya karşı kullanmak kalmıştır.
2014-2022 arasında, Neonaziler ve Ukrayna devleti, 15 bin insanı katletmiş, Donesk bölgesinde çocukları öldürmüştür. Odessa’da sendika binasında 48 kişiyi yakan güruh, aslında ABD destekli, Kanada ve İngiltere destekli, NATO destekli Neonazilerdir.
Savaş sahası Ukrayna olunca, ABD ve NATO için sorun yok. Kaybederlerse Ukraynalılar ölecek, kazanırlarsa Ruslar. Her iki durumda da Ukrayna büyük hasar ve yıkım yaşayacak, acılar yaşayacak ve iki halk arasına kan girmiş olacak. Yani, her durumda, açık bir kazanç söz konusudur.
2
Savaşın ana nedeni, emperyalist paylaşım savaşımıdır.
Bu emperyalist paylaşım savaşımının, bir üçüncü dünya savaşına evrildiğini görmek, dün de mümkündü, bugün de mümkündür.
Emperyalist paylaşım savaşımı, ABD hegemonyasının çözülmesi gerçeğine dayanmaktadır. ABD’nin ekonomik hegemonyası, Vietnam savaşı sonrasında çözülmeye başlamıştır. ABD, Bretton Woods anlaşmasını açıktan ihlal ederek karşılıksız dolar basmış, Vietnam savaşının finansmanını böyle sağlamıştır. 1971-73 krizi, aslında ABD hegemonyasının ekonomik sonuna geldiğinin işaretidir. ABD, bu süreçten, petro-dolar yolu ile çıkmaya çalışmıştır. ABD, tüm petrolün, özellikle Ortadoğu petrolünün, Arapların petrolünün dolarla satılmasını ve paraların ABD bankalarında tutulmasını sağlamıştır. Katar, bu ana kadar İngiliz kolonisi iken, “bağımsız” bir kuyu olmuştur. Petrol kuyularının devlet olarak örgütlenmesi, Ekim Devrimi sonrasına ve Ekim Devrimi’nden korkuya dayanır. Ekim Devrimi halkların anti-emperyalist mücadelesini coşturunca, petrol kuyularını devletler şeklinde “bağımsız” olarak örgütlemek, dünya kapitalist-emperyalist sistemine uygun gelmiştir. Petrol kuyularında yabancı işçiler çalıştığı için, “isyan” korkusu da azdır.
ABD’nin ekonomik olarak çözülen hegemonyası, birkaç on yıl daha dayanmıştır. Ama bu “dayanma”, ABD’nin komünizme karşı kurulan Batı ittifakının askerî kanadı, siyasal örgütleri vb. sayesinde olmuştur.
SSCB çözülünce, belli başlı emperyalist güçler arasında, pazar kavgası, paylaşım kavgası daha öne çıkmaya başlamıştır.
Dünyayı pazar ve toprak olarak paylaşmak isteyen belli başlı emperyalist güçler, ABD, Almanya, Japonya, İngiltere ve Fransa’dır. Elbette Kanada, İtalya vb. de vardır. Ama esas savaş bu beş emperyalist güç arasındadır.
ABD’nin ünlü Dışişleri Bakanı Kissinger, “ABD’ye bir dış politika lazım mı” diye sormaya 1990’larda başlamıştır. 1990’ların sonunda ABD, Batı’daki hegemonyasını, dünya hegemonyası olarak örgütlemeye karar verdi. SSCB çözülmüştü, Doğu Avrupa yıkılmıştı. Bu alanlara Almanya, Fransa daldı. Ekonomik olarak Almanya, İkinci Dünya Savaşı’nda eriştiği en geniş sınırların önemli bir bölümüne, tek bir kurşun atmadan erişti desek, biraz abartmış olmak koşulu ile, yanılmış olmayız. Almanya ve Japonya ekonomileri, askerî sanayi bir yana, ABD hegemonyasını ciddi tarzda zorlamaktaydı. Ama NATO ve ABD’nin siyasal ve askerî üstünlüğü hâlâ öndeydi.
ABD, Afganistan ve Irak’a girdi. El Kaide ve IŞİD ile İslamî güçleri kendi adına kullanmayı ileri boyutlara taşıdı. Ve Avrupa ve Japonya’yı bu yolla tehdit etti. Ama ne Afganistan’da ne de Irak’ta istediği tarzda bir sonuca ulaşamadı.
Daha da kötüsü, Almanya, İngiltere, Fransa ve Japonya, daha da güçlenme eğilimleri gösterdiler.
Onları bir nebze olsun durdurmak için, savaş politikalarında bir yenilemeye gitti. Obama süreci budur. Libya savaşı, Fransa’nın ve İngiltere’nin çok hoşuna gitmiştir. Ardından Suriye savaşı geldi. ABD önderliğinde, İngiltere, İsrail, Türkiye ve Suudi Arabistan, Suriye’ye karşı yıkım savaşını örgütlediler. IŞİD çetelerini bunlar yaratmıştır.
Ama Suriye savaşında Rusya ve Çin, süreci gördüler. Hem Ukrayna’da hem Tayvan’da ABD harekete geçmişti. Dünyanın her bölgesinde yeni üsler kuruyordu, NATO sürekli genişliyordu.
Rusya ve Çin’in sahaya inmesi, durumu değiştirdi.
3
Bu noktada ABD, savaşın yönünü, önce Trump ile, ardından da Biden ile değiştirmeye karar verdi. Rusya ve Çin, yeniden düşman ilan edildi.
Kapitalist olma yolunu seçmiş bu iki ülke, geçmiş sosyalizm deneyimleri nedeni ile hâlâ bağımsızdılar ve ABD, tüm müttefiklerine, tüm NATO’ya ve Japonya’ya, bu iki ülkeyi sömürge olmak üzere yıkmayı önerdi. Böylece, Biden ile daha önceden başlamış politikaları devam ettirmek üzere, saldırgan dönemi level atladı.
2014’ten beri Ukrayna’da organize edilen sömürgeleştirme ve savaş politikası, Rusya’nın müdahalesi ile başka bir boyuta sıçradı.
4
Bugüne böyle gelindi.
Ukrayna savaşı ise, yeni dengeler yaratıyor.
ABD, savaş sürecinde ilk zaferini Almanya ve AB’ye karşı kazandı. Rusya, Ukrayna operasyonuna başladı, Almanya, ilk ve öncelikle ABD’ye teslim bayrağını kaldırdı. Fransa ve tüm AB; ABD politikalarının ardına geçti. NATO yeniden diriltildi ve “beyin ölümü gerçekleşmiş NATO”, yeniden beynini buldu.
Tüm Batı, Japonya da içinde, ABD kontrolünü yeniden kabul etti. Böylece ABD, çözülmekte olan hegemonyasını durdurmayı hedefliyor.
Bu süreç, henüz o kadar ileri boyutta, ABD hegemonyasının çözülmesini durduracak boyutta sonuçlar üretmiş değildir. Üretmesi de mümkün olmayacaktır.
Ama ABD, Ukrayna savaşı sürerken, hemen, Mayıs’ın sonunda Çin etrafında hamleler yapmaya başladı. Kendini ABD tetikçisi yapmamak için uğraşan Güney Kore’ye baskı yapmakta, onu savaş manevralarının içine katmaya yönelmektedir. Çin Denizi’nde, ardı arkası kesilmeyen provokasyonlar organize etmektedir.
Belli ki, yakında, o bölge de ısınacaktır.
Ukrayna, Avrupa’nın da ısınması demektir.
Ortadoğu daha da ısınacak demektir.
5
TC devletinin, Kürtlere karşı, hem Suriye’de hem de Irak Kürdistanı’nda giriştiği savaş, aslında bu açıdan yeterince ipucu vermektedir.
1950’lerde Menderes yönetimine Kerkük’ü vadeden ABD, şimdi aynısını Saray Rejimi’ne vadetmektedir. ABD tetikçisi TC devleti, buna büyük bir hırsla sarılmaktadır. Kürt göster TC’ye, saldır de yeter. ABD bunu yapıyor. TC devleti, elbette Saray Rejimi ile kabaran Osmanlıcılık hevesleri ile, Kerkük için kan dökmeye hazırdır.
Bu savaş, bir yandan, açık ve net bir Kürt katliamı planıdır. Bunu kaydetmek gerekir. Bu politikanın arkasında, ABD, İngiltere ve İsrail açıktan vardır. TC devletinin saldırganlığı, bir NATO saldırganlığına dönüştürülmek istenmektedir. Ve bu savaşın hedefi, sadece Suriye, sadece Kürtler de değildir. Bu savaş, İran’ı da hedeflemektedir. İran askerî yöneticilerine dönük suikastler bunun açık kanıtıdır. TC devleti, Barzani’yi de yanına almıştır ve Barzani de bu soykırımın içindedir. Süleymaniye ve Erbil bölgesinde MİT’in yaptığı operasyonlar, bunun açık kanıtıdır. Bu aynı zamanda, Barzani’nin kendi “egemenim” dediği alanlardaki egemenliği de devrettiğini, zaten hiçbir zaman egemen olmadığı alanı şimdi işgalcilere devrettiğinin kanıtıdır.
Bu savaşın iki yönü vardır. Bizi de en çok ve yakından ilgilendiren boyutu, Kürtlere karşı savaştır. Bu yolla, Kürt özgürlük hareketi boğulmak istenmektedir. Ve bu açık bir soykırım projesine dönüştürülmüştür. Nasıl ki Ermeni, Süryani, Pontus kıyımları Almanya, İngiltere ve ABD’nin desteği ile olmuş ise, bugün de Kürt soykırımı, Batı’nın desteği ile devreye sokulmuştur.
İkinci yönü ise İran ve Suriye’ye dönük savaştır.
Öyle anlaşılıyor, ABD, TC devletini, Saray Rejimi’ni İran’ın üzerine sürmek istemektedir. Suriye ve İran’a dönük planların tutacağı anlamına gelmez bu elbette.
Daha şimdiden, TC devletinin işgal ettiği Suriye topraklarında, elektrik fiyatlarının 5 kat artmasına tepkiler ortaya çıkmış, Afrin, Marea, Ahtarin, Soran, El Bab ve Azez’de protestolar başlamıştır. Saray Rejimi’nin ekonomik politikası olan “yağma-rant ve savaş ekonomisi”, işgal ettikleri alanlarda da tam olarak sürmektedir. Akenerji, STE Enerji ve Green Enerji şirketleri, bölgeyi haraca kesmektedir. Bu sadece enerji alanında böyledir. Diğer tüm alanlarda, “yağma-rant ve savaş ekonomisi” sürmektedir. Elbette buna tepkiler de gelmeye başlayacaktır.
TC devletini sahaya süren güçler, anlaşılan odur ki, Kerkük hayallerini yeniden harlamıştır. Saray Rejimi, tam gaz alana girmeye heveslidir ve dronlar ile süren bombardıman, saha operasyonları ile, Barzani bölgesinde sürmektedir. Bunun ilerleyeceğini düşünmek gerekir. Bu geniş anlamda, İran’a dönük de bir saldırının örgütlenmesidir.
Kuşku yok ki, İran’ın üzerine TC devletini sürmek, bölgeyi kasıp kavuracaktır.
Türkiye, tüm olarak bir savaş alanı hâline getirilmektedir.
Nasıl ki Ukrayna kendisini bir savaş sahasına çevirdi, Ukrayna üzerinde ABD önderliğinde NATO ve Rusya çarpışmaktadır, benzer bir süreçle, Saray Rejimi, Türkiye’yi savaş sahası hâline getirmektedir.
ABD için hava hoştur. Savaş, İran ve Türkiye’yi yıkıma götürecektir. İyi ama bunun ABD’ye zararı nedir ki?
Tüm Avrupa’yı üslerle donatmış, Ege’nin her adasında üsler kurmuş ABD, bu yolla savaşı, daha önceki iki dünya savaşında olduğu gibi, kendi topraklarının ötesinde yürütmek istemektedir. Bunu başarıp başaramayacağı ise ayrı bir konudur.
Şimdiden ABD silah şirketleri, 100 milyarlarca dolarlık siparişler almıştır. Şimdiden ABD askerî güçleri Avrupa’nın her noktasına yerleşmiştir. İsveç ve Finlandiya’nın kendi topraklarını savaş alanına çevirme isteği, ABD gücünün ne kadar “ikna” edici olduğunu göstermektedir.
6
Rusya ve Çin’e karşı süren savaş, ABD açısından, önemli bir manevra olmuştur. ABD, eski müttefikleri, yeni rakipleri olan, paylaşım savaşımında karşısına kendi hegemonyasına meydan okumaya meyletmiş diğer dört emperyalist gücü, İngiltere, Almanya, Fransa ve Japonya’yı, yeniden kontrolü altına almaya meyletmiştir.
7
Ama yaptırım adı verilen ekonomik savaş, Çin ve Rusya için, yeni arayışları beraberinde getirmiştir bile. Rusya’nın doların egemenliğine karşı açtığı savaş, daha da ilerlemektedir. Ambargo politikalarına karşın, Rusya ve Çin odaklı, yeni bir dünya sistemi ortaya çıkmaya başlamıştır. Yakında, savaş böyle sürerse, Rusya ve Çin merkezli, bir yeni uluslararası ticaret sistemi ortaya çıkacaktır. Bu yeni ödeme mekanizmaları, yeni ticaret mekanizmaları anlamına da gelmektedir. Bu sistem, Latin Amerika’da da sonuçlar vermeye gebedir. Hindistan ve İran gibi ülkeler de bu sürece eklenecek gibidir.
Dünyanın fabrikası olan Çin, Hindistan, Bangladeş, Malezya, Endonezya vb. bu sürece girme eğilimlerini ortaya koyarsa, yaptırımlar, tersi sonuçlar verecektir. Buna hammadde kaynaklarını da eklemek mümkündür. Japon otomotiv sektöründeki üretim düşüşü, başlı başına sonuçlara gebedir. Enerji krizi, 2008’de başlayan uluslararası finansal krizi daha da derinleştirme eğilimindedir.
Böylece, dünyanın dört bölgesinin ısınmakta olduğunu söylemek mümkündür: Ortadoğu, Ukrayna, Uzak Doğu ve Avrupa, bu sıcak bölgelerin içindedir.
ABD için bu durumu sürdürmek önceliklidir.
Çünkü birincisi ABD bu sayede Çin ve Rusya’ya karşı eski müttefikleri ve yeni rakiplerini kendi kontrolüne almaya başlamıştır ve ikincisi böylece savaşı kendi topraklarına uzak alanlarda sürdürme olanağını yaratmak istemektedir.
8
Çin ve Rusya, bugün birer büyük ve bağımsız güç iseler, bunu sosyalist geçmişlerine borçludurlar.
Savaş naraları yükseldikçe, ambargo vb. uygulamalar geliştikçe, aynı zamanda kapitalist dünyanın uluslararası ticaret sistemi de işlemez hâle gelmektedir. Şimdiden mal tedarikleri zorlaşmakta, fiyatlar düzeyi yükselmektedir. Rusya ve Çin, kendi etraflarında yeni bir uluslararası ticaret sistemi geliştirmeye yönelmiştir. Bu durum, kapitalist dünya sisteminin krizini daha da ağırlaştıracaktır.
Bu, savaşı daha da yayma eğilimini güçlendirmektedir.
Eski kurt ve savaş yanlısı Kissinger’in Dünya Ekonomik Forumu’na, online olarak yaptığı konuşma, gerçekte, krizin boyutlarını göstermektedir. Kissinger, elbette ardındaki tekelci grupların çıkarlarını da ifade etmektedir. Ona göre, kapitalist Batı’nın önünde, iki ay vardır ve Rusya’nın isteklerinin kabul edilmesini, NATO’nun, Doğu Avrupa’dan çekilmesini önermektedir. ABD, İngiliz ve Avrupa’daki birçok sermaye grubu, tekeller, açıkça Kissinger’in önerilerini teslimiyet olarak nitelemektedir.
ABD, NATO tüm gücü ile Ukrayna’da savaşı uzatmak için uğraşmakta, bu arada Ortadoğu ve Çin Denizi’nde yeni cepheler açmaya çalışmaktadır. Rusya’nın sakin ve kararlı duruşu, Çin’in ekonomik hamleleri, sürecin hiç de ABD ve NATO isteklerine uygun işlemeyeceğini göstermektedir. Bu eğilim güçlüdür.
9
Rusya ve Çin, bu yeni savaş süreci ile, kendilerini var eden, sömürge olmalarını önlemiş olan sosyalizm geçmişine daha çok sarılmak zorunda kalacaktır. Bu durum ise, dünyada yükselmekte olan sınıf savaşımının daha da hız almasını beraberinde getirecektir.
Dünya, yeni bir sosyalist yükselişe gebedir.
Yeni devrimci yükseliş, Çin ve Rusya’nın içinden çok, dışından gelişecektir.
Hem emperyalist metropollerde, ABD, Avrupa ve Japonya’da kitlesel eylemler ortaya çıkacaktır. Bu yüksek bir olasılıktır. Bu eylemler her ne kadar, burjuva devleti yıkacak tarzda gelişmeyecek olsalar da, ciddi etkilere yol açacaktır. Hem de, çevre ülkelerde, mesele ülkemizde, mesela Ortadoğu’da, mesela Latin Amerika’da, mesela Uzak Asya’da, devrimci başkaldırının gelişimini beklemek olanaklıdır. Elbette bu bölgelerde gelişecek kitlesel eylemler, devrime daha yakın bir kararlılık içinde olacaktır. Bu savaşın sonucunun otomatik zafer olduğunu söylemiyoruz. Ama sınıf savaşımı, tüm dünyada daha da yükselecek ve sertleşecektir.
İşte kurtuluş da buradadır.
Yeni dünya, eski dünyayı yıkacak ve bu kez daha geniş bir alanda sosyalizmin zaferi ile oluşacak yeni dünya, böyle yükselecektir.
İnsanlığın, gezegenin tek kurtuluş yolu da budur.
Modern tekelci egemenlik, büyük karanlık çağ demektir. Bu karanlık çağın yanında Ortaçağ karanlığı, daha ışıklı sayılır. Bu, tekeller çağının karanlığıdır ve çürümüş kapitalist sistemin, kapitalist egemenliğin ürünüdür. İşte bu çağın sonunu getirecek aydınlanma, sosyalizmin zaferi ile oluşacaktır.
Bugün kapitalist sistem, dünyayı yağmalamak, insanoğlunu yok etmek yolu ile ayakta durmaya çalışmaktadır. Yağma-rant ve savaş ekonomisi, kapitalist sistemin tümünün gerçekliğidir. Egemenler, emperyalist egemenlik, ancak bu yolla sürdürülmektedir. Tekelci hâkimiyet, şiddetle, daha fazla şiddetle ayakta durmaktadır. Her yanından pislik akıtan bir sistemdir bu. Tüm gezegeni pisleten bir varlıktır kapitalist egemenlik. Ömrünü fazladan sürdürmektedir. Ve kendi kendine yıkılmayacağı da açıktır.
Dünya, yeniden sosyalizmin yükseleceği bir döneme girmektedir. Bunun hızlı mı yavaş mı gerçekleşeceği değildir esas sorun. Evet kapitalizmin yeryüzünden silinmesi acildir. Ama sosyalizmin zaferi, her zaman örgütlenmiş işçi sınıfının, devrimci sosyalist işçi sınıfının eseri olacaktır.
Devrimler göstermektedir ki, insanoğlu, her seferinde daha ileri bir eylem, daha ileri bir bilincin ürünü olan daha ileri bir örgütlenme ile tarihini yazabilir. Egemenlerin yıkılışı, daha ileri örgütlenmeyi gerektirir. Bilincin ölçüsü eylem ise, en gelişmiş eylem, daha gelişmiş bir devrimci örgütlenmedir. Bu, tüm dünya işçi sınıfının ihtiyacıdır.
Ülkemiz işçi sınıfının da ihtiyacı budur.
Her kapitalist ülkedeki işçilerin de ihtiyacı, gelişmiş devrimci sosyalist örgütlenmedir.
Dünya kapitalist sisteminin gelişmişlik düzeyi, devrimlerin başladığı yerden başka alanlara hızla yayılmasının nesnel koşullarını artırmıştır. Bu nedenle, devrime uzakmış gibi duran her coğrafyada da örgütlenmek, devrime hazır olmak anlamında, çok büyük değerdedir. Her parçadaki devrimci güçler, kendi alanlarının dışındaki devrimci gelişmelere, işçi sınıfının eylemlerine büyük bir dikkat göstermek zorundadır.
Evet, günümüz burjuva devleti olan, faşizmin dişlilerini de içermiş olan Tekelci Polis Devleti, düne göre daha örgütlüdür. Bu durum, devrim için, salt bir zorluk anlamına gelmez. Bu durum, daha gelişmiş, daha ileri örgütlenme biçimlerine ihtiyaç duyulduğunu gösterir. Her dönemde, burjuva devlet, işçi sınıfına göre çok daha silahlanmış, çok daha örgütlüdür. Dün nasıl ki bununla başa çıkılmış ise, bugün de bununla başa çıkılması olanaklıdır. Bunun için, devrimci sosyalistler, işçiler, gözlerini gelişmekte olan devrime, yerin altını kazan köstebeğe dikmelidirler. Dikkat noktası burası olmalıdır.
Emperyalist güçlerin dünyayı yeniden paylaşmasını izlemek yetmez. Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren nasıl Ekim Devrimi olmuş ise, şimdi, daha ileri bir sosyalizmi kurmak üzere, yeni savaşı, savaşları bitirecek süreç de yeni sosyalist devrimler olacaktır. Bu nedenle, dünyanın herhangi bir yerindeki devrimci direnişe, büyük bir dikkatle yaklaşmak gerekir. Gelişmekte olan her devrimi, hiçbir şoven duyguya yer vermeden sahiplenmek, devrimci görevdir. Bugün, bu bilinçle Kürt devrimini bir kere daha selâmlamak gerekir. Onların her eksikliği bizim eksikliğimizdir, her zaferi bizim zaferimizdir.