4.7 C
İstanbul
25 Kasım Pazartesi, 2024
spot_img

Sahi elektrik çarpar mı? Çarparsa kimi çarpar? – Aysun Sadıkoğlu

Aylardan Kasım ayı idi, 2021. Yani, birkaç ay öncesi sayılır. Kaldıraç Hareketi, elektrik, su, doğalgaz, sağlık, eğitim gibi alanların hem kamulaştırılmasını hem de ücretsiz hâle getirilmesini işçilerin güncel talebi olarak öne sürdü. Konu asgarî ücret tartışmaları idi. Sendikalar, asgarî ücret üzerine tartışırken, şu kadar olsun, şu kadar olmalı diyorlardı. Sürekli olarak TÜİK’in enflasyon rakamlarının yanlış olduğunu dile getiriyorlardı, hâlâ getiriyorlar ve asgarî ücret için rakamlar veriyorlardı. Oysa asgarî ücret tespit komisyonu baştan aşağıya bir oyundur ve TÜİK rakamları, resmî yalanlardan bir kısmıdır. Soylu’nun, bir yıl önce ülke içinde 160 terörist kaldı demesine benzer. Çünkü aynı Soylu, birkaç ay sonra, bu rakamdan fazla sayıda teröristin öldürüldüğünü de açıklar. TÜİK rakamları da böyledir.

Saray Rejimi, yalan ve karanlıktan faydalanarak yaşamak istiyor. Baskısı ve şiddetinden önce, bu yalan ve karanlık vardır ve her şeyi karanlıkta bırakmak için, daha fazla karanlık, daha fazla yalana sarılıyorlar.

Sendikaların, TÜİK’in rakamlarını ciddiye alması saçmadır. Nihayetinde Türk-İş, Hak-İş birer devlet sendikası olsalar da, bu rakamları doğru kabul etmeleri saçmadır. Burjuva sistem içinde de her birinin oynayacağı rol gereği bu böyledir. Oysa Saray Rejimi, yaşayabilmek için, var gücü ile saldırdığı için, en küçük bir aykırı sese tahammül edemiyor. Sendikalar da bunu biliyor. Türk-İş Başkanı, bir günde yerinden edilebileceğinin bilincindedir.

İşte bu nedenle, asgarî ücret oyunu, sahneye konurken, hem Saray Rejimi bundan ne fayda çıkarabilirim diye düşündü, hem de sendikalar, yerimizi korumak için, nasıl bir davranış yolu tutalım diye düşündü.

Oysa mesele, insan olarak yaşamaktır.

Elektrik, su, doğalgaz, sağlık ve eğitim, ulaşım hizmetleri, eğer ücretsiz olursa, eğer bunlar kamulaştırılırsa, bir nefes almak mümkün olabilir. Bu hem işçiler için kamulaştırmanın önemini anlama anlamında bir yol olur, hem de ciddi bir maddi rahatlama sağlar.

Şimdi, asgarî ücretteki artışın, zamlarla ne kadarının eridiği tartışılıyor. İyi ama bu zaten bilinen bir gerçektir. Yarın da böyle olacak. Asgarî ücret, işçilerin ücretleri, memurların maaşları artacak, ama bu artış, vergilerle, artı enflasyonla geri alınacak. Hep böyle olmuştur.

Bizim sendikalarımız, sadece “dolar kuruna bağlı” gelir kaybı hesabı yapmaya başlayınca, yine hatalı bir iş yapmış olurlar. Elbette kur, bir hesaplama yoludur. İyi ama asgarî ücretle ne kadar simit, ne kadar ekmek alındığı da bir hesaplama yoludur. Bunların hepsini ortaya koymak gerekir. Dahası, açık ve net bir biçimde, vergilerin + enflasyonun, işçilerden kapitalistlere para transfer etmenin, gelir transfer etmenin aracı olduğunu, yolu olduğunu ortaya koymak gerekir.

İşte bu kamulaştırmalar, tersi bir işlev görürler. Elektrik, su, doğalgaz, eğitim, sağlık, ulaşım gibi alanlar, işçilerden kapitalistlere sermaye transferinin en hızlı ve kesin yollarıdır. Bunu önlerseniz, işçilerin nefes alma ihtimali artar. Ki, bu sadece günlük mücadeledir ve sonuçta işçi sınıfının kurtuluşu demek değildir.

Sendikalar, DİSK dahil, bunu söylemekten, kamulaştırma isteklerinden geri durdular.

Bugün, Kasım 2021’de bu kamulaştırma bildirilerinin yayınlanmasının ardından, 3 ay geçmiş bulunuyor.

Saray Rejimi, tüm tekeller adına, tüm burjuvalar adına krizin faturasını halka yıkmak için önemli bir araçtır. Ne de olsa Saray’daki “sultan”dan bozma, hızlı kararlarla, kapitalistlerin kârlarına kâr katacak hamleler yapmakta mahirdir. Saray, tümü ile bunun için hazırdır.

Ekonomistler Saray’ın ekonomik hamlelerine kızıyorlar. Bu hamlelerin “ülkeyi kurtarmayacağını” söylüyorlar. Doğrudur da, eksiktir. Çünkü zaten Saray’ın ülke dediği şey, olsa olsa uluslararası sermaye ve tekellerdir (bazan sadece Erdoğan ailesine kadar daralsa da). Yani, tekeller için, Saray Rejimi’nin ekonomik kararlarının hiç bir sakıncası yoktur. Zaten onlar için bu kararlar alınmaktadır.

Biz açık ve net bir biçimde, birçok yolla, Saray Rejimi’nin, “yağma-rant ve savaş ekonomisine” dayandığını açıklıyoruz. Israrlıyız, “yağma ve rant” ekonomisi demek yetersizdir. Dahası, Saray Rejimi’ni açıklamaz. Saray Rejimi’ni, sadece Erdoğan ve ailesi, beşli çete vb. olarak ele almaya neden olur. Bu CHP’nin zorla geldiği noktadır. CHP, 2 yıl önce Saray Rejimi’ni, Erdoğan ailesi ile açıklıyordu. Bugünlerde, çok şükür, beşli çeteyi de işin içine kattılar. İyi ama, neden uyuşturucu işi yok, neden Falyalı öldürüldüğünde CHP’den ses çıkmaz, neden savaş ekonomisi yok? Savaş ekonomisi, uyuşturucu da içinde, daha kritik bir roldedir. TC devletinin, Irak’a, İran’a, Libya’ya, Suriye’ye, Ege’ye, Ukrayna’ya, Kafkaslara, Kazakistan’a saldırı konusundaki hevesleri, bu savaş ekonomisinin de gerekleri içindedir ve tetikçilik rolü, bunu gerektirmektedir.

Tüm bunların elektrik başlığı ile ilişkisi ne? Oraya geleceğiz.

Ama öncelikle, bizim “ekonomistlerimizin”, savaş ekonomisini anlaması, bilince çıkarması önemlidir. Eğer savaş ekonomisi yoksa, yağma ve rant, Erdoğan ailesi ve birkaç müteahhit ile sınırlı bir mesele hâlini alır.

* * *

Saray Rejimi, elektrik fiyatlarını, son dönemlerde sürekli artırıyor.

Bazı mallar, bazı hizmetler, fiyatları devlet tarafından belirlenen mallardır. Mesela domates bugün böyle değildir. Fiyatını devlet belirlemez. Ama elektrik, su, doğalgaz, ulaşım, eğitim ve sağlık bu alanlardandır. Her biri de aynı değildir. Mesela eğitim ve sağlık biraz daha farklıdır.

Peki neden kapitalist sistem, bu fiyatları “kutsal piyasa ekonomisine” göre belirlemiyor? Çünkü bu hizmetler, gerçekte, kamu hizmetidirler ve bunları özelleştirseler de, fiyatları, siyasal sonuçlara yol açabilecek mal ve hizmetlerdir. İşte, sendikaların, kamu hizmetlerinin kamulaştırmasını istemesi, aslında “ileri bir talep” de değildir. Gerekli, günlük yaşam açısından önemli bir taleptir o kadar.

Sistem şöyle işliyor. Devlet, elektrik dağıtımını özelleştirdi. Ama elektriği kendisi üretiyor. Bunun dağıtımı da ülke çapında bir hat gerektiriyor ve bu altyapı, zaten hâlihazırda, devlet tarafından yapılmıştır. Mesela bir şirketin, tüm ülkenin sıfırdan enerji hatlarını, telefon hatlarını, ulaşım hatlarını kurması mümkün değildir. Bu hatlar kurulmuştur. Bu halkın vergileri ile yapılmıştır. Devlet, elektrik dağıtımını özelleştirirken, bu hatları, özel şirketlerin kullanımına verdi. Altyapı budur.

Yani, diyelim ki bir özel şirket, mesela Sabancıların dağıtım şirketi, sıfırdan enerji dağıtım hatları kurmaz. Özel şirket, devletin altyapısını kullanır. Üstelik, elektrik enerjisini, mesela kamyonlarla sevk etmez. Şalter açık ise, enerji kendi kendine ilerler.

Devlet, bu özel şirketlere, elektriği satar.

Diyelim ki, siz, bir güneş enerji paneli kurdunuz, oradan kendi elektriğinizi sağlamak istiyorsunuz. Buna devlet, doğrudan izin vermez. Size, elektriği bana sat, ben sana vereyim der. Siz ürettiğiniz elektriği devletle takas edersiniz. Fazlasını devlet sizden satın alır, ihtiyacınızdan az enerji üretmişseniz, kullandığınızı size fatura eder. Yani devlet bu alandaki “tekel”ini korur. Yoksa süreci denetleyemez. Ayda 70 bin TL fatura ödeyen her dükkân, kendi enerjisini üretmek için harekete geçmeye başlar ve buna müdahale etmezse devlet, denetimini de kaybeder. Bu durumda enerji işini alan şirketler, zarar ederler.

Özelleştirme yapılırken, Saray, birçok kişiye sermayesi olmadığı hâlde, bu ihaleleri vermiştir. Bu işin rant dağıtım ayağıdır da. Rant varsa, yağmalanacak bir şey varsa, devlet, bunu kime vereceğine karar verir. Bu şirketler, dolar cinsinden borçlar alırlar ve işe girerler.

Devlet bunlara, 2,9 cent/USD cinsinden fiyatla enerjiyi satar. Bu şirketler zora girince, sanırım 2020’de olsagerek, devlet bu fiyatı 2,35 cent’e indirdi. Bugünkü kurla bu, 0,31-0,32 TL eder. 2021 yılında elektriğe defalarca zam yapıldı. Yani, dağıtım şirketlerinin 0,32 TL’ye aldıkları elektrik fiyatı (maliyeti) değişmediği hâlde, onların satış fiyatları artırıldı. Böylece bu şirketler, daha büyük kârlar elde ettiler. Buna sermaye transferi diyebiliriz. Devlet, bu şirketlere, bedavadan kaynak aktarmıştır. Bu çoğu batık durumda olan şirket, bu yolla yeni kaynaklar elde etti.

Bugün, yaz-kış saati uygulamasının kaldırılması da, bu elektrik şirketlerine kaynak aktarmanın bir yoludur. Ne kadar çok tüketim, o kadar çok kaynak.

Yetmez, sayaç okuma bedeli, güvence bedeli, kayıp-kaçak bedeli gibi adlarla faturalara eklenen tutarlar, elektrik soygununun yolları olarak devreye sokulmuştur. Siz, “benim sayacımı okuma” diyemezsiniz. Bir dükkâna gittiniz, gömlek alacaksınız, karşınızdaki kişi size gömleği 100 TL’den satıyor, sonra, kredi kartı makinası kullanım bedeli, ardından fiş bedeli, ardından iyi hizmet bedeli vb. adlarla sizden ilave paralar istiyor olsa, sanırım o dükkândan çıkarsınız. Oysa elektrik kullanımında bu durum söz konusu değil. Milyonlarca aboneden 2 TL fazla toplasa, dünya para eder. Ama siz, buna itiraz dahi edemezsiniz. Diyelim ki, dava açacaksınız, iyi ama Saray Rejimi ne güne duruyor? Sizin davalarınız, size bir ekonomik yük yüklemekten başka sonuç vermez. İşte bir kere daha Saray Rejimi’nin şirketler için ne kadar faydalı olduğunu anlamış olursunuz. Yargı, bu nedenle Saray Rejimi’nde kolluk-kuvvetlerinin bir parçası olarak açık bir tehdit unsuru olarak örgütlenmiştir.

20 Aralık’ta dolar zirve yaptıktan sonra, 20 Aralık gecesi “dolara karşı asrın fethine” çıkan Erdoğan ve gözleri ışıldayan bakanı, baştan aşağıya yalan yanlış hamlelerle “ekonomiye nefes” aldırdılar. Böylece, dolar bir yerde “durdu” (durmadığını biz biliyoruz ve yakında göreceğiz). Ama tekeller için bu yeterli değildir. Asgarî ücret artmıştır ve bunun geri alınması mekanizmaları devreye sokulacaktır. Günü kurtarmanın başka yolu yoktur. 31 Aralık gecesi, saat gece 24:00’ı geçer geçmez, yeni zamlar devreye sokuldu. Bunlardan en acıtanı, elektrik zamları oldu.

Bugün, dağıtım şirketleri, 2,35 cent üzerinden aldıkları elektriği (yani 0,32 TL’den aldıkları elektriği), ortalama 155,25 TL’den (11,5 cent üzerinden) halka satmaktadırlar. Bu yaklaşık beş kat kârlılığa denk düşer.

İşte bu yolla elektrik şirketlerine büyük bir kaynak aktarılmaktadır.

Elektrik fiyatlarındaki bu devasa artış, hem hazineden finanse edilmekte, çünkü maliyetler artırılmamıştır, hem de halktan zorla para toplanarak, bu şirketlere para aktarılmaktadır.

İşte CHP ve burjuva partilerin tuhaf tutumları da burada bir kere daha açığa çıkıyor. Onlar bu çıplak gerçekleri halka söylemiyorlar. Çünkü bunu önlemenin tek yolu, kamulaştırmadır. Ama bu kamulaştırmanın, başka bazı toplumsal sonuçlara yol açacağı düşüncesi vardır. Dahası, “yağma-rant ve savaş ekonomisi”nin zarar göreceği fikri vardır.

Bu zamlara karşı, özellikle de elektrik zammına karşı, halktan tepkiler yükselmeye başladı. Bir yandan gösteriler başladı, bir yandan dükkânların camlarına elektrik faturalarının asılması. Ve çok ciddi miktarda hane, elektrik faturalarını ödeyemez hâle geldi. Dahası, halk, elektrik kullanımını bedavaya getirecek teknik önlemler almaya başladı. Tümü, gerekli ve meşrudur.

İşte bu noktada, birçok açıklama gelmeye başladı.

İlki cem evlerinin talebidir. Onlar, “biz de elektrik faturalarını ödemeyeceğiz” dedi. Öyle ya, biz de ibadethaneyiz, nasıl ki camiler, kiliseler, sinagoglar ödemiyor, biz de ödemeyelim, dediler. Haklı gibi duruyor ama eksiktir.

Bizim önerimiz şudur: Sinagoglar, kiliseler, camiler, cem evleri, hepsi kendi faturalarını ödemek zorundadır. Değil mi ki, “laik”likten söz ediliyor. Öyle ise, sinagoglar, kiliseler ve camiler de faturalarını ödesinler. Devlet, hiçbir ibadethanenin parasını ödemesin. Sinagoga hiç gitmeyen, kiliseye hiç gitmeyen, camiye hiç gitmeyen, neden onların elektrik paralarını ödesin ki? Dinî kurumların masraflarını, laik bir ülkede, dinî cemaatler öderler. Belki o zaman elektrik tasarrufu da sağlanmış olur. Bu, doğalgaz, su vb. için de geçerlidir.

Doğru talep, biz de ödemiyoruz, değildir. Doğru talep sinagoglar, kiliseler ve camiler de elektrik paralarını ödesinlerdir, tıpkı cem evleri gibi.

İkinci açıklama, Kılıçdaroğlu’ndan geldi.

Gelmesi uzun sürdü.

Çünkü Kılıçdaroğlu, “Saray Rejimi’nden” olur bekledi. Ne zaman halk, elektrik faturalarını ödeyemez hâle geldi, ne zaman protestolar büyüdü, CHP devreye sokuldu, “ben de ödemeyeceğim” dedi. Bahçeli, Kılıçdaroğlu’na, mum gönderme kampanyası başlattı. Karanlıkta oturmasına içi elvermedi.

Erdoğan, bizden önce elektrik yoktu türünden açıklamalar yaptı ve mum ile gaz lambası kullandığınızı hatırlayın, dedi. Halkı nankörlükle suçladı. Ama Bahçeli, halka mum gönderme kampanyası başlatmadı, askıda gaz lambası kampanyası başlatmadı. Ne zaman Kılıçdaroğlu ben de ödemeyeceğim dedi, o zaman “elektriğini keseriz” tehdidi ile ona mum gönderme kampanyası açtı. Büyük atasözleri dizisine, Atasagun ekibi, mum kampanyası parodisini ekledi. Ama Bahçeli, Isparta’da 4 gün elektriksiz kalan, mum ışığında romantik yemekler yediği hâlde zevk almayan, soğuktan donan, gaz lambası bulamayanlara da, bir yardım eli uzatmadı. Oysa Bahçeli’den beklenirdi, değil mi? İçişleri Bakanı, Kıbrıs ile çok meşgul olduğu için, bu konuda açıklamayı Bahçeli’ye bıraktı. Ne de olsa elektrik meselesi artık siyasal bir mesele hâline gelmiştir. Bahçeli, yakında, Sedef Kabaş gibi açıklama yapan insanların bulunduğu kanalların elektriğini kesme önerisini de hazırlar diye düşünüyoruz. Kabaş’a elektrik falakası uygulansın, Merdan Yanardağ’a da karanlıkta kalma becerisini geliştirme cezası. Ne de olsa dünya karanlığa gidiyor, Merdan, şimdiden alıştırma yapmış olur. Böylece Sedef Kabaş, haddini aştı demek zorunda kalmaz.

Üçüncüsü var. 13 Şubat’tan başlayarak, saat 21.00’da elektrikleri 1 saat kapatma kampanyası önerildi. Yazık.

Evet, eylem eylemdir.

Ama Susurluk sürecinden kalma, insanların en geri eylem biçimleri ile hareket etmek zorunda kaldığı dönemlerden kalma eylemleri hâlâ önermek büyük unutkanlık değilse nedir? Gezi Direnişi’ni hatırlamıyorsanız dahi, bari daha dün gerçekleşen yürüyüşleri, işçilerin eylemlerini, Migros’u, Farplas’ı hatırlayın, Boğaziçi’ni, kadın eylemlerini hatırlayın.

Devlet, nasıl bir devlet olursa olsun, bir açıdan bakıldığında açık bir soyma işine girişmiş iken, bir açıdan bakınca, doğrudan bu şirketlere kaynak aktarma işini yürütürken, böylesi ışık kapatma eylemlerini önermek artık kendinden korkma hâlinin göstergesidir.

Demek 1 saat ışıkları söndüreceğiz.

İyi ama birçok insanın evinde elektrik yok, saatleri kapatılmış, elektrikleri zaten kesilmiş durumdadır. Zaten insanlar, ısınabilmek için güneşi bekler hâldedirler. Soğuktan donanlar vardır. Elektriği saatlerce kesilenler vardır. Şimdi, tüm bu insanlar, bu müthiş eyleme katılmayacak mı? Olur mu hiç!

Talep açık ve nettir. Elektrik, su, doğalgaz, sağlık ve eğitim ücretsiz olmalıdır. Bu kamulaştırma ile sağlanmalıdır.

Bu olana kadar, elbette, işçiler, emekçiler, tüm halk, elektriği bedavaya getirecek her türlü yolu denemek zorundadır. Bu hem bir haktır, hem de bir eylemdir.

Devlet koruması altında, devlet eli ile, şirketlerin halkı soymasına, fahiş faturalar ortaya koymalarına nasıl izin verildiğini biliyoruz. Öyleyse kimse bize, “yasalar”dan söz etmesin. Kimse bize, elektriklerin faturası ödenmezse, saatleri sökeriz demesin. Mahalleler, bu saatleri söktürmemenin yolunu bulmalıdır. Yoksula, başka seçenek bırakılmamıştır. Öyle ise bu yaşama hakkının ayrılmaz bir parçasıdır.

Elektrik, eğer faturasını ödemeye kuzu kuzu devam edecekse, işçi ve emekçileri çarpacaktır.

Eğer, işçi ve emekçiler, faturaları ödemeyi, elektriklerin kesilmesini önlemeyi, elektrikleri ücretsiz, bedava hâle getirmeyi başarırlarsa, işte o zaman elektrikler halkı değil, Saray Rejimi’ni çarpacaktır?

Evet cereyan insanı çarpar.

İşçi ve emekçileri çarpmasın istiyorsak, bizi çarpmasın istiyorsak, tek seçenek vardır: İktidarı çarpmasını sağlamak.

Kaldı ki, mesele sadece elektrik faturaları, elektrik fiyatları meselesi de değildir. Doğalgaz, sağlık, eğitim, yeme-içme faturaları da hayatı yaşanmaz kılmaktadır.

Ölmek ucuzlamakta, hayatta kalmak pahalılaşmaktadır.

İş cinayetler artmakta, kadın cinayetleri artmakta, çocuk cinayetleri artmakta, intiharlar artmakta, kısacası, Saray Rejimi, işçi ve emekçilere hayatı zindan etmektedir. Bir ekmek bulabilmek pahalılaşmaktadır.

Utanmazlar, soğan-ekmek yiyin diye tavsiyeler veriyorlar, TV ekranlarından çöplükten toplanan malzemelerle yemek yapma yolları öğretiyorlar, kendileri ışıklı ortamlarda caka satarken halka tasarruf edin diyorlar, utanmadan evde atletli dolaşmak şart değil, soğukta oturmak kan dolaşımını hızlandırır gibi önerilerde bulunuyorlar. Açıkça, tüm ülke ile, işçi ve emekçilerle, halkla dalga geçiyorlar.

İşte yağma, rant ve savaş ekonomisi budur.

İşte Saray Rejimi budur.

Bu sisteme karşı her yol ve araçla savaşmak hem zorunludur hem de meşrudur.

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol