22.9 C
İstanbul
19 Eylül Perşembe, 2024
spot_img

Resmi Tarih İnşasında Çanakkale Savaşı – Altan Açıkdilli

Her sene 18 Mart tarihi geldiğinde, bizim bir kesim solcularımız, Paris komünü yerine, Çanakkale “Zaferini”, Çanakkale “Savaşını” hatırlar. Yoksa Çanakkale “katliamı” demek daha mı doğru olur? Öyle ya bu savaşta aslında Anzak halkının yoksul çocukları ve Osmanlı yoksul halklarının çocukları katledilmemiş midir? Anlamak için bilançoya biraz göz gezdirdiğimizde karşımıza dehşet bir tablo çıkıyor.

Osmanlı ordusundan toplam 57 bin ölü,21 bin hastalıktan ölüm,10 bin kayıp, 100 bin yaralı, 64 bin hasta olmak üzere toplam 252 bin “zaiyat” (Zaiyat sözcüğü bana ait değil, askeri kayıtlarda böyle geçiyor.) söz konusu iken, ilginç bir şekilde itilaf devletlerinin de kaybının da 250 bin olduğu kaydedilmiş. Peki böylesine yüksek rakamlarda insan kaybına, savaş değil de katliam demek daha doğru değil midir?

Bir tarafından bakınca “aslında her savaş bir katliamdır” da diye bilirsiniz. Ama burada konuştuğumuz şey istenmeyen kayıplar vb. değil, göz göre, infaz eder gibi, bilerek isteyerek insanların ölüme gönderilmesidir. Bunların doğruluğunu ve yanlışlığının cevabı tarihe nasıl bakacağımız, tarihe nasıl bakmamız gerektiğinde saklıdır. Eğer tarihe doğru bakamıyorsak, eğer tarihin bir sınıf savaşımı tarihi olduğunu bir an için bile unutuyorsak, ne tarihte ne de günümüzde, bırakın bir savaşı, herhangi bir olayı bile doğru tahlil edemiyoruz, herhangi bir olguyu bile doğru inceleyemiyoruz demektir.

Bu sebeple öncelikle tarihin, bir sınıf savaşımı tarihi olduğunu bilecek ve Birinci Dünya Savaşı denilen savaşın da aslında bir paylaşım savaşı olduğunu kavrayacağız. Bu paylaşımın da diğer paylaşımlardan farklı olarak, kapitalizmin tekelci çağının zaruri bir sonucu olduğunu görecek ve bu sebeple de bir emperyalist paylaşım savaşı olduğunun altını çizeceğiz.

Yukarıdaki bakış açısının ışığında artık, Birinci Paylaşım Savaşı olarak adlandıracağımız savaşın konusunu da biraz incelemek istersek karşımıza, güçlenen emperyalist ülkeler ile eski güçlerini yitiren ama oldukça geniş topraklara ve bu topraklarda enerjiye ve hammaddeye sahip hegemonyacı imparatorluklar çıkar. Ekonomik gelişimlerini güçlü ve o dönemin teknolojisi yüksek ordularıyla da takviye eden bu emperyalist devletler için yukarda sözünü ettiğimiz eski imparatorluklar artık yutulması gereken birer “pastadan” ibaretti. Ancak söz konusu pastaların peşindeki mücadelede yalnız değillerdi. Rakipleri de benzer gelişmişlik düzeyine ulaşmıştı ve onlar da bu pastanın peşindeydi. Bu sebeple aralarındaki rekabetin savaşa dönüşmesi kaçınılmazdı.

Bu söz konusu eski imparatorluklar ise iyice yorulmuş, güçsüz düşmüş durumda olsalar da çok fazla toprağa sahipti ve çok fazla ülke ve halk onların hegemonyası altındaydı ve yine bu imparatorluklar, politik olarak gerilediklerinin ve güç kaybettiklerinin yani kendi durumlarının farkındaydılar. Nasıl ki kendileri zaten bulundukları toprakların üzerinde işgalci iseler, kendileri de paylaşılacaklardı ve bu gelişmiş emperyalist ülkelere tek başına karşı koymaları mümkün değildi.

Emperyalistler bu savaşa kamplaşarak girerken en acıklı durum ise savaşın konusu olan eski imparatorluklar da kamplardan birine dahil olarak belki “kurtulacaklarını” belki de savaşın uzamasıyla önlerine yeni olanakların çıkacağı ümidiyle savaşan emperyalist kamplardan birine dahil oluyorlardı. Aslında bu dahillik, savaşı hangi emperyalist kazanırsa kazansın kendilerinin zaten ya dahil oldukları kampın sömürgesi olacaklarını ya da karşı taraf kazanırsa onların sömürgesi olacakları gerçeğini değiştirmiyordu. Ama umut fakirin ekmeği misali, savaş içinde bir gücün yanında yer almanın kendilerine yeni olanaklar sağlama düşleri akıllarını başlarından almaya yetiyordu. Zaten kendileri de bulundukları topraklarda işgalci değiller miydi? O yüzden yeni topraklar işgal edebilme olasılığı baş döndürücü güzellikteydi. En azından evdeki hesap çarşıya çıkmadan önce böyleydi.

İşte buraya kadar maalesef uzun uzun anlatmaya çalıştığımız şey, aslında çoğumuzun bildiği(!) ama bir kesimin ise konu kahramanlık, milliyetçilik hamaseti olduğunda unuttuğu şeylerdir. Ben ortalıkta kopan “Emperyalizmi yendik” yaygarası karşısında, sosyalist olmanın ABC’sini bir kez daha tekrar etmek pahasına hatırlatmak zorunluluğunu hissettim.

Yani kısacası eski imparatorlukların (Avusturya Macaristan, Osmanlı, Rusya) sömürgeleştirilmesi savaşı dediğimiz savaşa, Osmanlı İmparatorluğu da Almanların safında katılmış oluyordu. Yani en iyimser söylemle kendisini sömürecek ve bu savaşta yönetecek ülkeyi seçiyordu aslında.

İşte Çanakkale Savaşı denilen savaş, bu sömürgeleştirme savaşının cephelerinden biridir. Bu cephede Alman, İngiliz ve Fransız komutasındaki askerler, birileri daha zengin olsun diye savaştırılarak öldürülecek ve kazananın pastayı alması için önündeki engellerden biri daha kalkmış olacaktı.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Almanlar, Osmanlı ordusunun yoksul halklarının çocuklarına kumanda ederken, İngilizler de Anzak diye tabir edilen Yeni Zelanda ve Avusturalya’dan getirilen yoksul halk çocuklarına kumanda ediyorlardı. Burada bir parantez açmak gerekiyor. Çanakkale Savaşı iki bölümden oluşur. Birisi deniz savaşları, diğeri ise kara savaşları. Yani ortada iki savaş yoktur. Bir tane Çanakkale Savaşı vardır. Kara kısmı Gelibolu yarımadasında gerçekleşmiş ve 1916 yılında bitmiştir. 18 Mart 1915 “Zaferi” denilen şey ise deniz savaşlarıdır. Yani konunun her yıl hamaseti yapılan “destanla” bir ilgisi yoktur. Çünkü çatışmalara konu olan savaş, Fransa ve İngiltere’nin 25 Nisan 1915 yılında Gelibolu’ya asker çıkartmasıyla başlamıştır.

Burada yeri gelmişken belirtelim deniz savaşı denilen savaş, çok kısa sürmüştür. Alman zırhlılarının ve denizaltılarının yardıma geliyor oluşu, Boğazın her santiminin Almanlarca mayın gemisi Nusret tarafından mayınla doldurulması bu savaşın sona erdirilmesini zorunlu hale getiriyordu. Belki de asıl soru şu olmalı; Çanakkale Savaşı neden bu deniz savaşının tarihi ile kutlanır? Yani normalde zafer olarak kutlanılacaksa bunun tarihinin, İngilizler’in kesin olarak ayrıldığı 9 Ocak 1916 tarihi olması gerekmez mi? Üstelik bir savaş neden deniz ve kara olarak iki ayrı savaşmış gibi tarihlendirilir ki? 1916 yerine 1915 yılının baz alınmasının tarihsel başka nedenleri mi vardır? Zaten bilinir ki Cumhuriyetin ilk yıllarında Osmanlı’ya ait olan bir savaşın zafer diye kutlanması söz konusu bile değildir. Anzak askerleriyle birlikte Mehmet Çavuş anıtında sade anma törenleri yapılırken, “Boğaz giriş ve çıkışlarında askeri merasim yapılması” ile ilgili 1932 yılında Genel Kurmay Başkanlığı’nca bir talimname yayımlanmıştır. Mehmet Çavuş ve arkadaşlarının anısına “Cesaret Tepe” ismiyle anılan yerde inşa edilen anıtın üzeri 1934 yılında mermerle kaplanarak “Mehmetçik” kabartma yazısı eklenmiştir.

Gelelim Çanakkale’de bir “savunma” savaşına.

Osmanlı ‘93 harbinde ağır yenilgi almış, Kafkasya ve Balkanlar’daki tüm savaşlardan yenik çıkmıştır. Ve asla yeni bir savaşı kaldıracak ne ekonomik ne de askeri bir gücü yoktur. Ancak buna rağmen İttihatçı yöneticiler Almanlar’la birlikte girişecekleri bir savaşı kazanacaklarına ve kaybettikleri toprakları geri alacaklarına ve hatta bir turan düşü çerçevesinde Rusya’yı dahi işgal edip büyük bir “Turan Devleti” kuracaklarına inanıyorlardı. 1908 olmuş, iktidarı ele geçirmiş olmalarına rağmen bu konuda ne meclisi ne dönemin sultanını ne de iktidar ortaklarını ikna edemiyorlardı.

İkna etmek işi için güzel bir tezgâh kuruldu. İki Alman zırhlısı Goben ve Breslav (sonradan adları Yavuz ve Midilli olacaktı. Tarihin işine bakın ki bugün Midilli de artık Yunanistan toprağı durumunda) İngilizler’den kaçmış gibi yapıp Osmanlı’ya sığınıyor, sonra bu iki gemi ile gidilip 29 Ekim 1914’te Rusya’nın Sivastopol liman kenti bombalanarak ittifak kuvvetleri ile savaş başlatılıyordu. (Cumhuriyetin aynı gün ilan edilmesi acaba ne derece rastlantıdır bir başka araştırmanın konusu olabilir?) Almanya tarafından desteklenen ve Osmanlı Harbiye Nazırı Enver Paşa ile Alman Amiral Wilhelm Souchon tarafından planlanan Karadeniz baskını, Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’na girmesine neden oldu. Bu baskınla Sivastopol Limanı ve Rusya donanmasını bombalamaları ile ülke savaşa sokuluyordu. Tabii ki bunun bir bedeli olacaktı ve oldu da. En büyük bedeli de yine yine yoksul halk ödeyecekti.

Yani Osmanlı ve ittihatçı tayfa, savaşın mağduru değil, başlatan tarafıydı. Burada, “eğer başarabilselerdi topraklarını genişletmekle kalmayacak, Kafkasya da işgal edilerek “Büyük Turan Düşünü” de gerçekleştirilmiş(!) olacaktı” diyenler de olabilir. Şöyle bir yanıt verelim. “Kurtuluş” savaşı sonrasında, bir zamanlar kendi toprağı olan Musul ve Kerkük’ün, ne kadar TC’ye verilme olasılığı vardıysa, işgal başarılsa bile Kafkasya’nın Almanlar tarafından Turancı ittihatçılara verilme olasılığı da o kadardı. Emperyalist petrolünü paylaşmaz. (İttihatçılara vaat edilen Kafkasya Turan Birliği, Almanlar için ise Kafkas petrollerine çökmek demekti) Yani hayaller Kafkaslar, gerçekler 3 yıl sonra İstanbul’un dahi İngilizlerin olmasıydı. (Tabii ki bu hayallerin önünde pek çok engel vardı. Bu engellerden biri de Ermeniler’di ve bu süreçte Alman ve İttihatçı kurmaylar bu sorunu çözmek için de 6 ay sonra devreye koyacakları tarihte eşi benzeri görülmemiş bir soykırımın planını yapıyorlardı. Bir sonraki soykırımı ise yine bu kampın diğer ortağı Almanlar 2. Paylaşım Savaşı’nda Yahudi halkına yapacaktı.)

Tekrar konumuza dönersek yukarıdaki tüm açıklamalar;

1) Çanakkale Savaşı’nın “zafer” tarihinin doğru olmadığını

2) Osmanlının bu savaşın mağdur olmadığı, aksine başlatan tarafı olduğunu

3) Çanakkale’nin bir zafer olarak kutlanmadığı, anmanın “zafere” çok sonra dönüştürüldüğünü

4) Çanakkale Savaşı’nın tarih olarak “kurtuluş” savaşının başlangıcı veya bir parçası olmadığını

5) Anti-emperyalist bir savaş olmadığını

ortaya koymuş olduk. Ama devam etmeliyiz…

Deniz Harekâtı sonucunda İtilaf Donanması’nda Irresistable, Ocean, Bouvet zırhlıları batmış; Inflexible, Agamemnon, Goulois, Souffren ağır yara alarak saf dışı kalmıştır. Batan gemilerle 44 top kaybedilmiş, 800 denizci ölmüştür. Bu harekât esnasında Türkler 79 şehit ve yaralı, Almanlar 18 ölü ve yaralı vermiştir. Dikkat Deniz savaşı varsa teknolojik bir alet varsa (ki burada gemi) orda mutlaka alman da var. Ölen 18 Alman’ı böyle okuyalım. (Yoksa Almanlar da anti-emperyalist savaş mı veriyordu?) Ama yine de devamla şu sihirli deniz savaşındaki Nusrat (sonradan Nusret deniliyor) mayın gemisinin de 1911 yılında Kiel Almanya’da imal edildiğini Alman malı olduğunu 1913 yılında Osmanlı donanmasına katıldığını da ekleyelim. Ve yine Majestic zırhlısının Alman U21 denizaltısı tarafından torpillenerek batırıldığını da unutmayalım.

6) Deniz savaşında da Almanlar aktif olarak hem komuta düzeyinde hem donanma düzeyinde hem de personel düzeyinde aktif olarak savaşmıştır.

Gelelim savaşın Komuta kademesine…

9 Türk General ile 5 Alman General katıldı. Türk Generaller Esat Paşa, Mehmet Vehip Paşa, İsmail Cevat Paşa, Ali Mustafa Fevzi Paşa, Çolak Faik Paşa, Mehmet Ali Paşa, Mustafa Hilmi Paşa; Alman generaller ise Liman Von Sanders Paşa, Von Der Goltz Paşa, Weber Paşa, Metren Paşa ve Trommer Paşa idi. Peki yukarıda sayılan paşalardan hangisi bu savaşa komuta etmişti? Alman Komuta kademesinin savaştaki görevlendirilmesi ise aşağıdaki gibidir;

Genelkurmay Başkanı Bronzert V. Sehellendörf, 5. Ordu komutanı Liman Von Sanders, Çanakkale 3. Kolordu komutanı Weber Paşa, donanma komutanı Amiral Souchen, Çanakkale Boğaz Komutanı Amiral Von Usedon, 5. Ordu kurmay başkan yardımcısı Von Wrankenburg idi. Osmanlı ordusunun kurmay heyetinin en kritik noktalarında ise Almanlar çoğunluktaydı.

Otto Viktor Karl Liman von Sanders: Alman general ve Osmanlı mareşali olan subay. Dikkat edin, kendisi Alman generalidir ama Osmanlı’nın Mareşalidir. Evet, yanlış duymadınız, Osmanlı Mareşali. Peki mareşal ne demektir? Osmanlı’da en üst düzey askeri rütbedir ve bu rütbe barış zamanında oluşmaz. Rütbeyi kazanmak için savaş kazanmak zorunludur. Peki, Sanders Paşa sizce hangi savaşı kazanmış olabilir? Tabii ki 5. Ordu komutanı olarak Osmanlı topraklarındaki ilk savaşı olan Çanakkale Savaşı’nı. Ordu Komutanı olduğu için bu savaşı kazandığı için kendisine Osmanlı tarafından Müşir (Mareşal) unvanı verilmiştir.

7) Tüm savaş Genel Kurmaylık ve Ordu komutanlığı da dahil olmak üzere her kademede Alman subaylarınca yönetilmiştir.

Peki, Almanlar burada her insanımız pahasına neden bu denli sert savunma yapıyor, İnsanlarımızın cesetlerini üst üste yığılmasına sebep oluyorlardı? İstanbul Hükümeti’nin ya da İstanbul’un korunması çok mu önemliydi onlar için? Aslında Almanlar daha Kuzey’de Rusya ile çarpışmaktaydı ve bir türlü üstünlük sağlayamıyorlardı. Eğer İttifak Kuvvetleri Karadeniz’e ulaşabilirse bu hem Rusya’nın hem de Kafkaslar’ın İtilaf Devletleri’ne kaptırılması anlamına gelecekti. İşte tam da bu noktada kum kadar değer vermediği insanlardan ceset dağları yapmak Almanlar’ın umurunda bile değildi. Tabii ki ortakları zalim İttihatçıların da.

8) Asıl amaç İstanbul’un savunması değil, Almanlar’ın Kuzey’de yürüttüğü savaşın çıkarlarıdır.

Dikkat ederseniz buraya kadar anlattığımız şeylerin hiçbir yerinde ne anti-emperyalist bir savaş ne de Mustafa Kemal var. Anti-emperyalizmi bulamayacağımız artık kesinleşti. Ama ya Mustafa Kemal?

Aslında bu konuda çok yazıldı çizildi. Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşı’na sonradan resmi tarih tezleriyle bir geçmişi parlatma yöntemiyle eklendiği biliniyor. Ama biz yine de bu savaş içinde resmi tarih tarafından söylenilen kısmı biraz açalım.

“Mustafa Kemal, 1 Mart 1914 Yarbaylığa yükseltildi, Şubat 1915 Tekirdağ’da 19. Tümen’i kurdu. 25 Nisan 1915 ANZAK askerlerini Arıburnu’nda durdurdu. 1 Haziran 1915 Albaylığa yükseltildi. 8 Ağustos 1915’te Anafartalar Grup Komutanlığı’na getirildi. Bu görevi Çanakkale’den ayrılacağı 10 Aralık 1915’e kadar devem etti. Anafartalar Grup Komutanı olarak emrinde 3 kolordu (2., 16., 15. kolordular) vardı. Bu, Ordu Komutanlığı niteliğinde bir komutanlık anlamına geliyordu.

Şubat 1915 Tekirdağ’da 19. Tümen’i kurdu. 25 Nisan 1915 Anzak askerlerini Arıburnu’nda durdurdu. 1 Haziran 1915 Albaylığa yükseltildi.”

Bu kısıma yorum yapmak dahi zul. Biraz askerlik bilgisi olan, Tümen komutanlığının paşa (bugünkü tümgeneral, yani tuğgeneralin bile üstü) olmayı gerektirdiği, Trakya’da 19. tümende sadece görevli bir subay olabileceğini ve o tarihte daha albay bile olmayıp sadece yarbay olduğunu, yine Anafartalar’da bölgede 9 adet paşa (general) varken 2 aylık bir albaya 3 kolordu verilerek, ordu komutanlığı yaptırılmayacağını bilir. Ve yine biraz askerlik bilginiz varsa Kolordu komutanının rütbesinin korgeneral olduğunu da bilirsiniz. Korgeneraller ise direk orgenerallerden emir alır. Yani ordu komutanı eşittir orgeneraldir ve bir albaya ordu komutanlığı yaptırmaktan söz ediyorlar. Kargalar bile güler. İnsan Mustafa Kemal’i gerçekten sevse böylesi bir yalanla kişiliğini zedelemez. Ama TC devleti için hamaset yapılıp milli duyguları kışkırtıcı her türlü resmi tarih yalanı, mubahtır. Bölgedeki tüm subayların Alman komuta kademesinin altında ve karar mercii olmadan çalıştığını da söylemekle yetinelim. Merak eden olursa o tarihte Çanakkale Savaşı’nda görevli olan Alman subaylarının listesine bakabilirler. Üst komuta listesini yukarıda yazmıştık.

Bu noktada Mustafa Kemal’in savaşın içine önemli bir figür olarak monte edilmiş olmasının amacı ne olabilir ona bakmak meseleyi kavramamızı kolaylaştıracaktır.

Birinci; olarak İçinde Mustafa Kemal geçen her yerde ve konuda olduğu gibi bu savaş da tartışılmaz olacaktır. Böylece Sanders’in varlığı unutturulup amacı da tartıştırılmaz hale gelecekti.

İkincisi; bir emperyalist savaşa “Kurtuluş” Savaşı süsü verilerek bir hokus pokusla iki ayrı savaş birleştirilecekti.

Üçüncüsü; “Ulu Önder’e” yeni bir sicil oluşturulacaktı. Oysa çocuklar bile yarbaylıktan yeni çıkmış bir albaya kolordu teslim edilmeyeceğini bilir. Kaldı ki Çanakkale’deki Osmanlı generalleri dahi Alman subaylarına bağlı olarak çalışıyordu.

Dördüncüsü; 1915 yılının tartışılması gereken olayları (Ermeni ve Süryani soykırımları) icat edilmiş bir zafer kutlaması ile tartışılmaz, görülmez hale getirilecekti. 18 Mart bu yüzden seçilmiştir. Daha savaşın ortasında bu tarihten 1 ay sonra tehcir başlatılacaktı ve bu tarihin altına süpürülecekti.

Beşincisi; genç cumhuriyetin yakın tarihine bir zafer monte edilerek milli duygular sürekli olarak bu zafer üzerinden güncellenecekti

Altıncısı; bu milli duygular sayesinde Çanakkale zaferi denilen ve 500 bin insanın hayatına malolan katliam gibi bir savaşın vahşeti görünmez hale getirilecekti. Bu milli duygu yaratma işinde öyle başarılı olacaklardı ki yine Enver’in gayrı insani tutumunun beceriksizlikle birleşiminden kaynaklı olarak, Kars Sarıkamış’ta 90 bin askerin donarak katledilmesi bile bugün coşkulu bir kutlama halini alabiliyor. Yeri gelmişken söyleyelim; Sözcü ve türevi yazarlar birkaç noktaya itiraz ediyorlar.

1) 90 bin asker ölmedi

2) Hepsi donarak ölmedi

3) Vatan savunması için öldü.

İnsanın Ruhu bir kez kirlenmeye görsün. Söyledikleri yalanın bile ne denli bir kabul edilemez tablo olduğunu fark etmeyecek kadar alçalabiliyorlar. Diyelim ki savaşarak öldüler. Yani aynı Enver Sivastopol’ü bombalattığı için dahil olunan bir savaşta ölmediler mi? Diyelim ki 90 bin değildi. 30 bin olunca daha mı az acı verir ölüm. Diyelim ki yarısı çatışmalarda öldü. O zaman ölü sayılmıyor mu? Alçaklığın, milliyetçi gömleği ile dolaşması, böyle bir şey olsa gerek. İçinde bir nebze insan sevgisi olan bir devlet ne Çanakkale’de ölen 250 bin ne de Sarıkamış’ta dondurduğu 90 bin insan için en ufak bir pişmanlık, savaş karşıtlığı duygusu üretilmesine izin vermiyor. Ve yine yeri gelmişken söyleyelim, Enver’in hayalleriyle Sarıkamış’ta insanlar katledilirken buradaki 3. Ordu’nun başında yine bir Alman, General Felix Guze var.

9) Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşı’ndaki rolü ve görevleri resmi tarih yazarlarınca abartılmıştır.

Gelelim o yıllardaki insanlık düşmanı iki ülkeye…

Nasıl ki Almanlar asker olarak Osmanlı ordusunu kullanıyorsa, İngilizler de asker olarak Anzaklar’ı kullanıyorlardı. Osmanlı topraklarının dört bir yanından toplanıp getirilen kimi 15 yaşında olan, Arap, Laz, Çerkes, Kürt halklarının yoksul çocukları, Alman savaş makinesinin elinde insafsızca düşman makinelilerinin üzerine hiçbir tedbir almadan sürülüyor ve her gün büyük bir kıyım yaşanıyordu. Karşı tarafın da yaptığı bundan daha farklı değildi.

Yani İngiliz sömürgesi Yeni Zelanda ve Avustralya’dan getirilen askerler eksiksiz aynı biçimde topçu bombardımanlarının ve ağır makinelilerin önüne atılarak kırdırılıyordu. Kendi halkı yerine savaşa sürülen bu halklardan Anzaklar’ın torunları, emperyalist çıkarlar uğruna katledildikleri bu savaşı ve vahşetini her yıl binlerce kilometre ötelerden gelip lanetlerken, bu toprakların halkları ise kendilerine yutturulan milliyetçilik zehri ile bu katliamı zafer diye kutluyordu.

İşte 18 Mart denilen, miladi tarihinden içeriğine kadar her tarafıyla oynanmış, saptırılmış bir destanın aslında nasıl da bir katliam olduğunun gerçek yüzü…

Bu savaşta kırdırılarak katledilen tüm halkların asker denilen çocuklarını saygıyla anıp şunu da eklemeliyim ki emperyalist savaşlara karşı barışı savunması gereken bir sosyalistin, böylesi bir savaşa taraf olması ise şovenizmin bataklığına sapmasının da ötesinde, milliyetçilik zehri ile insani duygularını da tamamen kaybettiğinin en önemli işareti değil midir?

Tarih insanlığa karşı işlenen tüm suçları, er ya da geç ortaya çıkartacaktır. Bu suçları işleyenler tarihin ve halkların zihinlerinde mahkûm edilerek belleklere kazınacaktır.

Kaynakça:

Çanakkale Muharebelerinin Kronolojik Tarihi Doç. Dr. Mustafa Toker &Hülya Toker Alfa Yayınları

Şevket Süreyya Aydemir cilt 1,2 Enver Paşa Remzi Kitabevi

Türkiye’de 5 sene Liman Von Sanders Nadir Kitap

Çanakkale Savaşı Günlüğü Erich R. Prıge Tümaş Yayınları

İmparatorluk Oyunları: Norman Stone Ketebe yayınları

Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Edward j. Erickson Timaş Yayınları

Birinci Dünya Savaşı Tarihi H.B. Liddel Hart İş Bankası Yayınları

Size Ölmeyi Emrediyorum: Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Ordusu Edward j. Erickson Kitap Yayınevi

KaynakSon Haber

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN EYLÜL SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol