Sınır hatlarında duvarların örülmesinin insansızlaştırma politikasının bir parçası olduğunu belirten Sosyal Bilimci Dr. Neşe Özgen, “Sınırlarda devletlerin acımasızlık politikası hüküm sürüyor” dedi.
Uzun yıllardır sınırlar üzerine sahada birebir çalışma yürüten Sosyal Bilimci Prof. Dr. Neşe Özgen, Türkiye’nin İran, Irak ve Rojava sınırlarına ördüğü duvarlar, açılan hendekler ve devletlerin sınır yoluyla şiddet üretme biçimlerini Mezopotamya Ajansı’dan Adnan Bilen’e anlattı.
Şiddet üretme biçimi
1950 yıllardan itibaren Türkiye’nin sınırlarının materyal sınır hale gelmeye başladığına dikkati çeken Özgen, “Sınırlara örülen teller, jandarma karakolları, geçiş bölgesi denetimleri, kısmi mayınlı alanlar buna iyi bir örnek. Aslında 1990’lı yıllarda neoliberalizm rüzgârlarıyla birlikte sınırlar hem yükseldi hem de ilegalitesi de arttı. Böylece sınır üzerine daha fazla konuşulur hale geldik. Şimdiyse materyal sınırın çok yükseldiği ve çok sertleştiği bir dönemi konuşuyoruz. Dolayısıyla materyalin bu kadar sertleşmesi ya da sınırın görsel olarak bu kadar materyalleşmesi şiddetle bastırılıyor ancak buna karşı duruşun da çok yükseldiği bir döneme denk gelmemiz ilginç. Çünkü bu meseleyi 1950’li yıllarda sadece sınırda yaşayan insanlar görsel bir materyal olarak dikkate alıyordu ve iç bölge vatandaşları bu kadar farkında değildi. Artık bu durum iç bölgelerde yaşayan insanlar için de aynı şekilde sorun haline geldi” dedi.
Sınırlar saldırma çizgisi
Türkiye’nin 1938’de artık görünür sınırlar çizmeye başladığını hatırlatan Özgen, “Bugünkü sınırın farkı, sınırın artık ne kadar acımasız hale geldiğidir. Asıl mesele bu materyalin ne kadar yükseldiği ve ne kadar şiddet dolu olduğu gerçeğidir. Yani sormamız gereken soru bu. Bu materyal şiddet neden hepimizin gözüne sokuluyor? Neden bu askeri malzeme sürekli bir hattın üzerine yığılıyor? Neden sınır her zaman kızgın, öfkeli ve ölüm dolu bir tasvir olarak gözümüzün önünde canlandırılıyor. Çünkü kırmızı bir çizgi orası! Ama bu kırmızı kan ve öfke kırmızısı, şiddet kırmızısı. Şimdi neden bu materyal bu kadar şiddet yüklenerek, sadece sınır insanın değil tüm Türkiye’nin gözüne sokularak bu kadar yükseltiliyor? Sadece Türkiye değil, AB bile bir dönem sınırsızlık iddiasıyla başladı ama şu an çeliklerle sınırlar örüyor, sınırlarda ağır silahla donatılmış askerler bulunuyor ve ara bölgeler oluşturuluyor. Bilmemiz gerekiyor ki sınır hep bir savunma çizgisi olarak gösterildi ama şimdi saldırma çizgisi olarak yükseliyor” diye anlattı.
Acımasızlık hüküm sürüyor
Sınırlarda devletlerin acımasızlık politikasının hüküm sürdüğünü vugulayan Özgen, şöyle devam etti: “Devletin sınırlarda hadsiz, hesapsız, denetimsiz ve acımasızlıkta nasıl pervasızlaştığı üzerine konuşmak gerekiyor. Bu durumu duygu dilinden çıkartıp, bunu bir politik ve ekonomi diliyle anlatmak gerekiyor. Acımasızlık politikası devletlerin vatandaşları iki değirmen taşı arasında buğday gibi ezmeleri hikayesi, sadece kara sınırlarına cereyan etmiyor. Aslında hava ve su sınırlarında da cereyan ediyor. Türkiye-Yunanistan arasındaki tampon bölgede kimliği belirsiz bir Suriyeli mültecinin Yunanistan tarafından zorla sınır dışı edildikten sonra Türkiye’ye de girememesi ve ara bölgeye bırakıldığını haberlerde gördük. Bu kişi günler süren açlık ve kötü koşullara bağlı olarak hayatını kaybetti. Bu durum su, kara ve hava sınırlarının ne kadar keskinleştiğini gösteriyor. Peki, bu sınırın havadaki yansıması nasıl oluyor? 2003 yılında Diyarbakır’a çalışmaya gitmiştim. Dönüş yolunda Diyarbakır’dan havalandık, uçakta iki sıra öndeki bir kadın oğluyla Kürtçe konuşuyor. Ardından bir hostes gelip sert bir sesle ‘Tamam artık Türkiye Cumhuriyeti topraklarına girdik. Artık Kürtçe konuşmayın’ dedi. O zaman benim için şok edici bir şeydi. Yani ‘Haydi bu sınır dibe doğru iniyor, havaya doğru da mı çıkıyor!’ diye düşündüm. Dahası, Diyarbakır başka bir ülke mi, düşman toprağı mı, sınır ötesi mi? Bu zihniyet, o sınırın sadece materyal olarak değil, sınırın yarattığı şiddetin milliyet zihinlerinde sınırları kendilerine göre nasıl içselleştirdiğini de gösteriyor. Dolayısıyla buna sadece devlet acımasızlığı demek mümkün değil. Bu bir ideoloji ve karşıtlık yaratıyor. Bu karşıtlık zaman içinde giderek milli ve ayrımcı bir politikanın temel ideolojileri haline geliyor.”
Topluma gözdağı
İran sınırına örülen duvarlar ve hendeklerin iktidara karşı sesini çıkaran herkese karşı yapıldığını ifade eden Özgen, şunları dile getirdi: “Oraya çizdiğiniz ve yükselttiğiniz duvar sadece sınırdaki Kürtlerin, Türkmenlerin ya da Türklerin değil. Sesini çıkarmaya çalışan bütün alternatif çabaların da karşısına ayrımcı, ötekileştirici, giderek onlara doğru şiddeti meşrulaştırıcı bir ideolojinin temelini teşkil ediyor. Bu sınır, sadece sınır bölgesindeki insanlara yönelik bir gözdağı değil, bu sınır Türkiye’nin bütün toplumuna yönelik bir gözdağıdır. Bu ‘Burnunuzu dışarıya çıkartırsanız ya da çıkarmaya teşebbüs ederseniz, devletin makul vatandaşı olmaktan vazgeçerseniz, hepinizin geldiği yer en zayıf halkayı nasıl vurduysak orası olacaktır’ anlamına geliyor. Şimdilik en zayıf halka mülteciler olarak görünüyor ama zamanla halkaya kadınlar, çocuklar, yoksullar, engelliler ve Kürtler ekleniyor. Ve zayıf halka her zaman göz önünde tutulacak bir ibretlik olarak gösteriliyor.”
Amaç Kürtleri uzaklaştırmak
Sınırlara örülen duvarların dört parçadaki Kürtleri birbirlerinden uzaklaştırmak ve bölme fikirlerini dillendirmenin haklı ve yerinde bir yaklaşım olduğunu vurgulayan Özgen, “Aslında dört parça meselesi stratejik bir mesele olmanın ötesinde bir mücadele meselesidir. Dört parça diye anılan yerlerin her birisinin içinde bulunduğu devlet yapısı, yönetim yapısı, sınır rejimleri, sosyo-kültürel yapısı, kontrat rejimleri ve biçimleri, kendi direniş ve dayanışma tarihçeleri birbirinden çok farklı. Başûr, Bakûr, Rojava ve Rojhilat’ın yapıları, tarihçeleri, deneyimleri de birbirinden çok farklıdır. Sınırın iç tarafındaki tampon bölgeyi en az 30 kilometre içeriye doğru çekmek ve burayı tamamen militarize bir denetime bırakmak gibi bir fikir, aslında 1950’lerdeki yeşil hat oluşturma fikriyle aynı. Öyle bir hafıza hatırlarına geldi ve bunu yapabileceklerini sandılar. Kurulmak istenen bu bölge o zaman da başarılı olmamıştı şimdi de başarılı olabilecek bir iş değil” diye belirtti.
Bir yerleştirme harekatı
Ceylanpınar ile Hakkari arasındaki bölgenin kendisini politik olarak yükseltmiş bir bölge olduğunu sözlerine ekleyen Özgen, şunları ifade etti: “Bu kadar şiddete, ablukalarla, insansızlaştırma ve sürgün politikalarına rağmen, sınırı insansızlaştıma politikasının çok da başarılı olduğu söylenemez. Bakur insanının bu konuda dikkatli olduğunu biliyoruz. Öte yandan Rojava’da gösterilen otonomi örneği çeşitli şüphelere, eleştirilere ve zaman zaman dalgalanmalara rağmen şimdiye kadar sadece Kürtlerin değil, bütün dünyanın da gördüğü çok özel örneklerden bir tanesidir. O örneği kolay kolay zihinlerden de silemezler. Türk devletinin şimdi yapmak istediği şey; sınırın 30 kilometre içerdeki kısmını denetimler, rüşvetler ve çeşitli sözler aracılığıyla gevşek bir biçimde denetiminde tutmak. Bu sınırların Kürtler arası parçalama, bölme, birbirinden uzaklaştırma amacından ziyade politik-ekonomik meselesini temele alarak giriştiği bu şiddet ne kadar başarılı olur, bunu tam olarak bilmiyoruz. Kürtleri birbirinden parçalayıp, uzaklaştırmak uzak hedef olsa da yakın hedefinin tamamen soyguncu ve her türlü kirli riski göze alarak, sadece konuşlanmak amacıyla yapılan bir yerleştirme harekâtı olduğunu biliyoruz.”
İdeolojik çarpıtma
“Bir sınır duvarı 10 metreyse, size gerekli olan şey 11 metrelik bir merdivendir. Fakat bu merdivenin parası, bu merdivenden rüşvet sağlayan kurumsal yerler artıyor. Merdivenden rüşvet sağlayan 3 taraflı karşılıklı geçiş pazarlıklarının parası artıyor ama bu arada insanın canı ucuzlaşıyor” diyen Özgen, Rojava sınırında yaşanan Kürt karşıtlığı, Bakur’un (Kuzey) insansızlaştırılması, İran tarafına dikilen duvarın içeriye doğru tampon bölge örme meselesi birbirinden tamamıyla farklı olduğunu söyledi. Özgen, “İran sınırına örülen duvarla ilgili devlet tarafından ilk ideolojik söylem şu anda mülteciye karşı bir duvar örüldüğüdür. Bunun geçersiz olduğunun çok farkındayız. İran kendi tarafını kontrol etmek istemediği sürece Türkiye’nin böyle bir duvar örmesinin hiç bir anlamı yok. Bu duvar meseleleri tamamen karşıyla ve uluslararası mekanizmalarla birlikte yapılabilen bir şeydir. Rojava’daki duvar da uluslararası anlaşmalar veya görmezden gelmelerle yükseltilmiştir. Bu sadece Türkiye’nin kendi becerisi-başarısı olarak adlandırılamaz. Şu anda içeriye doğru 30 kilometrelik insansızlaştırma, denetim ve tampon mekanizması yaratma iddiası henüz Özalp’ta yok. Bu iddiayı görsel olarak şu anda mülteciler üzerinden yürüttüğü ideolojik çarpıtmayla sürdürüyor. Buna karşın Rojava ve Nusaybin sınırında bu duvar yükseltilmesi ve insansızlaştırılması uluslararası bir ortaklık sayesinde oldu” dedi.
Sınırın insansızlaştırılması
Sınır hatlarında köylülerin arazileri içerisine hendeklerin kazılması, duvar örülmesi ve köylerin askeri alanlara dönüştürülmesinin, 1990’lı yıllarda Hakkari’de uygulanan politikalarla benzer olduğuna dikkat çeken Özgen, şunları söyledi: “Hakkari’de o dönem köyler karakollaştırıldıktan, köy yakınlarına büyük karargahlar kurulduktan sonra bölge tamamen insansızlaştırılmaya ya da koruculaştırmaya çalışıldı. Ve bu politikalar sonrasında çok yüksek oranda göçler oldu. Bu sınır duvarı da aynı sonuçla sonuçlanabilir, ancak bir farkla. Burada önemli olan bölge halkının ne yapacağı. Van-Doğubayazıt’ın altından Hakkari’ye kadar olan bölge- karşıyla ilişkileri bakımından Rojava bölgesinden farklıdır. Daha yüksek ticari ilişkiler ve her iki tarafta da daha heterojen etnik grupların varlığı, durumu farklılaştırabilir. Ceylanpınar’la Silopi arasındaki Bakur bölgesindeki Kürt nüfus varlığı ve karşıdaki Kürt nüfus varlığının birbiri ile iletişime geçme becerisiyle, Van ve karşısındaki Kürt, Azeri, Türkmen ve çeşitli grupların varlığı ve birbiriyle etkileşimleri birbirinden farklıdır. Dolayısıyla Van’ın bu meselede nasıl bir rol alacağı önemlidir. Ama bu politika sosyal ve ekonomik yapıyı da çok büyük oranda değiştirecek. Ancak oradaki karşıtların kendi örgütlenme temaları da bunda çok önemli bir rol oynayacaktır.”
Sınıra karşı tutumun önemi
Örülen bu sınırlara karşı insanların nasıl bir tutum sergileyeceklerinin önemli olduğunun altını çizen Özgen, sözlerini şöyle tamamladı: “Şiddete karşı koyan her insanı suçlaştıran, bunu günlük hayatta ‘teröristler’, ‘milli değiller’ gibi sözlerle insanlara sürekli parmak sallayan, şiddeti yaygınlaştıran politikaların karşısında ne geliştirebiliriz, buna bakmak gerekiyor. Şu an orada bir sınır duvarı yükseltiliyor. O sınır sadece sınır bölgesindeki Kürtlere ya da diğer etnik gruplara karşı örülmüyor ki. O sınır duvarının amacı insanlara bir ibretlik göstermektir.”