Boğaziçi Üniversitesi’ne dışarıdan rektör atandı. Rektör atama bugünün uygulaması, dayatması değil aslında. Ülke yönetimlerinin “askeri” yönetimlerce ele geçirildiği günden bu yana inşa edilen sistemin üniversitelere düşen payının, YÖK yapılanmasının sonuçlarından biri.
12 Eylül’ün ilk uygulamalarından biriydi YÖK’ün kurulması. Üniversitelerde dönüşüm, akademik özerkliğin kaldırılması ile başladı. Üniversite yönetimlerine, yüksek eğitim öğretim sistemine, eğitim emekçilerinin güvenceli çalışma koşullarına, araştırma ve eğitim-öğrenim özgürlüğüne müdahale adım adım yaşama geçirildi. Üniversite yöneticilerinin seçimlerine müdahalesi sistematik olarak bu sürecin içinde yürütüldü, bugüne gelindi. Müdahalenin başlangıcında rektör seçimleri merkezden kontrol edilmeye başlandı. Ardından seçime katılanların iradesine müdahaleye dönüştü. Önce asistanların seçme hakkı kaldırıldı. Sonra en çok oyu alan ilk üç adaydan birinin atanması uygulanmaya başlandı. Giderek en az oy alan kişinin atanması olağanlaştı, öyle ki ilk üçe yeter dönemine geçilerek akademisyenlerin iradesi neredeyse ortadan kaldırıldı. AKP Başkanı’nın doğrudan atama yaptığı son Rektör tayinleri ile seçim de akademik irade ile tamamen iptal edilmiş oldu ve Boğaziçi Üniversitesi olayına kadar gelindi. Son 5-6 yılın demokratik kurumlar ve yönetimler üzerindeki belası kayyum; üniversitelere bulaşmış oldu. Olaylı atama üniversite öğrencilerinin, akademisyenlerin protestoları ile siyasi iktidarın hakaretten sorumlu İçişleri Bakanı’nın sözleri ve Boğaziçi Üniversitesi’nin kapısına vurulan kelepçe ile tarihe geçti. Atanan kişiye yanıt üniversite öğrencilerinden geldi.
- Aynı gemide değiliz..
- İstifa edin; biz de derslerimize girelim.
Siyasi iktidarların müdahalesi hız kesmeden devam etti. Üniversite öğrencilerinin evleri basılarak operasyonlar düzenlendi; itiraz eden herkesin terörist sayıldığı bu dönemde öğrencilerin başlarının ezilebileceğini söylemek yeterli gelmemiş olacak ki evlerinden yaka paça alınan öğrenciler tutuklanmak üzere adliyeye sevk edildiler. Verilen gözdağının ardından serbest bırakıldılar. Şu anda yapılacak olan açık ve nettir: Atanan kişinin tek yapacağı istifa etmektir. Umarım siz bu yazıyı okuduğunuzda gereğini yapmış, istifa etmiş olur.
Atandığı ilk günden beri dünya kendisini üniversiteye kelepçe vuran / vurduran atanan rektör olarak tanımakta. Boğaziçi Üniversitesi’nde rektör olarak kalmakta ısrar ederse, Boğaziçi’nin kapısından her gün nasıl gireceğini merak ediyorum; Üniversiteyi nasıl yöneteceğini de. İstenmediği bir yerde nasıl durabilecek.? Kendisini reddeden öğrencilerin, akademisyenlerin karşısına nasıl çıkabilecek? Üniversiteyi gitmeden mi yönetecek yoksa korumalar, kelepçeler eşliğinde camın arkasından mı?
Kendisini yormamasını salık veririm. Bu yükü taşımak, onun kimliğindekiler, talimatla görev yapanlar için bile çok ağırdır. Önerim; istifa edin, üniversiteyi özgür bırakın.
Düşüncelerini, itirazlarını dile getiren öğrencilerin yeri üniversitelerdir. Onları rahat bırakın.
Ülkenin dört bir yanından ayrı ayrı sessiz çığlıklar yükseliyor, duyuyor musunuz? Fatsa’dan yükselen yeter durdurun isyanına Kızılırmak Deltası yok oluyorum diye katılıyor. İsyanları size ulaştı değil mi?
Fatsa’da yaşamı, yaşam alanlarını korumaya çalışanlar günlerdir, dağları, ormanları yaşamı yok eden altın işletmeciliğine karşı, siyanüre, sermayeye, siyasi iktidara karşı sessizce kitapları ile isyan ediyor. Günlerdir Fatsa meydanlarında sessizce “yeter” diye haykıranlar yıllarca altın işletmesi Fatsa’ya ya da başka bir yerlere konuşlanıp yaşamı, dağları, ormanları yok etmesin diye mücadele etti. Biliyorlardı ki sadece İda Dağları, Sivas-Kangal, Bergama, Cerattepe, Turgutlu-Çaldağ, Mardin-Mazıdağı ….. vd. yerler yok olmuyordu / olmayacaktı. Siyanürlü / siyanürsüz (asitle parçalama vb) yöntemlerle ayrıştırma, topraktan koparıp suya, havaya, besine kattığı metallerle tüm canlıları zehirlemeyi, yaşamı yok etmeyi sürdürecek, bir gün insanların her birine de ulaşacaktı. Sermaye kazandıkça yaşam kaybedecek, yok olacaktı.
Flamingoları, kuşları, balıkları barındıran su canlılarının üreme, beslenme alanından Kızılırmak Deltası’ndan yükselen çığlık giderek azalmakta olan Kızılırmak’ın sularına karışıyor Fatsa’dan yükselen kelimelerle buluşuyor. Deltanın çevre çeperindeki termik santrallerin, HES’lerin baskısı deltayı eritmeye başladı. Sermayenin sömürü hızı yaşamı yendi.
Artık hiçbirimiz yağmurların yağmamasına, kuraklığa, sellere hiç şaşırmayalım.
Boğaziçi Üniversitesi’nden gençlik, Fatsa’dan hitaplar, Kızılırmak’ta eriyen, yok olan yaşamdan davet var. Bu çığlık, bu davet bizim.