Biz bir okul inşa ediyorduk Brezilya’da, babalar, anneler ve çocuklarla birlikte. Yağmur Ormanları’nın kıyısında, iki yağmur arasında. Güzel bir okuldu, öyle puan tutturup filan girmiyordun.
Ormandan taşıyorduk ağaçları. İstediğimiz boyda ve kalınlıkta olanları seçiyorduk. Çoktu Yağmur Ormanı’nda istediğimiz gibi ağaçlar. Kabuklarını taşıdığımız yerde soyuyorduk. Ateşte iyi yanıyorlardı mancuyaka yaparken ve kahve. İçine şeker kamışından bir parça koyuyordu kahveyi şekerli içenler. Bazıları da biraz rom, yine şeker kamışından. Güneşin enerjisini içinde taşıyor gibiydi şeker kamışı. Bu yüzden içini ısıtır insanın zaten rom.
İşgal ettiğimiz toprağın içindeydi orman. Hemen kızmayın öyle çok değil, ev kurmaya duyduğumuz ihtiyaç kadar. Böyle bir ağaç kesme ormanı sağlıklı kılıyordu. Ne zaman ki içinde ‘temerküz’ olur, yani tek elde toplama, iktidar, merkez, kâr ve bunlarla beraber patron, müdür, uzman filan o zaman kesilmiş ağaçlardan hiyerarşi yapılıyordu. Ne yaparsan yap, büyüklü küçüklü iktidarlar yani.
Plastik pencere çerçevelerinin doğayı koruduğu yalanı var bir de. Güya ağaçları kesmiyorlar. Üstlerine genellikle yeşil etiketler yapıştırıyorlar. Bu yeşil etiketin üstüne bu petrolü çıkarmak için hangi ormanları yok ettiklerini ya da hangi okyanusu kirlettiklerini, hangi nehri ölüye çevirip elde ettikleri elektriği ve mutlaka asgari işçi ücretiyle ürettiklerini de yazmıyorlar. -Kapitalist üretimden doğa dostu mu olur canım- Tam aksine, ağaçları kullanırsanız, yani ağaç pencere çerçevesi, tahta masa ve ev yaparsak kendisi zaten değerli olduğundan daha fazla üretiliyor ve korunuyordu. – Finlandiya’da ormanlar böyle artıyordu mesela. –
Biz bir okul inşa ediyorduk Brezilya’da, babalar, anneler ve çocuklarla birlikte. Yağmur Ormanları’nın kıyısında, iki yağmur arasında. Güzel bir okuldu, öyle puan tutturup filan girmiyordun. Ağaç taşıyordun, bambu kesiyordun çatısı için ve toprak işgal ediyordun. Bu yüzden güzeldi okul. Duvarları karşı olandan ve duygudan yapılmış. Bir okulun, ilk dersleri okul yapmak olmalıydı zaten bence. O zaman milli eğitim bakanına ihtiyaç olmuyordu. Başkana hiç.
-Çok komik ya da aslında trajik gelmiyor mu size de hava sıcaklığı Grönland’da, kutuplarda 22 dereceye çıktığı bir zamanda ve günde 14 milyar ton buz erirken, istediğin yerinden tutup yerleştirilmiş, uyduruk bir dünya üniversite sıralamasında bir okulun kaçıncı sırada olması yani çocuğunuzun geleceğini düşünmek? Bundan söz etmek istemezdim ve sanki bu buzlar hiç erimiyormuş gibi davranırdım ve İstanbul-İzmir yolunun 3.30 saate inmesinin verdiği mutlulukla yaşamaya devam edebilirdim ama tutamadım kendimi. –
Biz işgal toprağında, iki göz bir okul yapıyorduk. Çocuklar okusun, sıralamalardaki okullarda, sıralansınlar, iyi maaş, dolgun prim, limiti yüksek bir kredi kartı, botoks ve estetik imkanına sahip olsunlar, hiyerarşinin üst katlarında yayılsınlar diye bir okul değildi.
Özgür bir okul yapmaya çalışıyorduk yağmur ormanından…