Geçtiğimiz 11 Temmuz’da Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek TÜSİAD’ın konuğuydu. Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantısında önce YİK Başkanı Ömer Aras’ı, ardından TÜSİAD Başkanı Orhan Turan’ı dinledi. Sonra bir saate yakın süren bir sunum yaptı. Şimşek, 7 yıl aradan sonra TÜSİAD’ın ağırladığı en üst düzey hükümet yetkilisi oldu. En son 18 Mayıs 2017’de Erdoğan TÜSİAD YİK toplantısına katılmış, 40 dakikayı aşkın bir konuşma yapmıştı. 15 Temmuz kalkışmasının üzerinden 10 ay, Türkiye’yi kendine özgü Başkanlık rejimine götüren tartışmalı anayasa referandumunun üzerinden sadece 1 ay geçmişti. Erdoğan TÜSİAD heyetinin önünde Şimşek’ten farklı olarak “izahat eder” gibi değil, yer yer “itap eder” (azarlar) gibi konuşmuştu. Yüksek faizleri eleştirmiş, TÜSİAD yöneticilerinin AB ile ilgili sözlerine sert karşılıklar vermiş, Rusya’yı örnek göstermişti. Ama asıl kritik sözleri OHAL uygulamasıyla ilgili olmuştu “OHAL’le ilgili endişelerinizi de anlamıyorum” diyordu, “Acaba OHAL şu ana kadar neyinizi engelledi?” Daha önce TOBB genel kurulunda söylediği “OHAL ile grevleri engelledik” sözlerine örtük bir gönderme… Uzlaşmak için değil, biat istemek için konuşmuştu. Yedi yıl sonra Mehmet Şimşek’in yapacağı konuşmayla aralarındaki tek ortak nokta, ikisinin de “En kötüsünü geride bıraktık” ifadelerini kullanmasıydı.
Şimşek bambaşka bir tonda konuştu. İzah ediyor, uzlaşma arıyor, alttan alıyordu. Bu, elbette Erdoğan ve Şimşek’in şahsi özellikleriyle ilgili bir farklılık değil. Aradan geçen 7 yıl ve Türkiye kapitalizminin bu sürede aldığı/alamadığı mesafe iki konuşmanın ton farkını belirlemişti. Şimşek, “istikrar ve reform programı” dediği programını, tam da TÜSİAD heyetinin duymak isteyeceği kavram ve çerçeveler kullanarak izah etmeye çalıştı. Bir yılı geride bırakan programına yönelik sanayi burjuvazisinin sözcülerinden sıklıkla gelen “sıcak para” ve “sanayi yönü yok” eleştirilerine karşılık vermeye çalıştı: “Bizim programımızın özü sanayide dönüşümdür, yapısal, yeşil ve dijital dönüşümdür.” Bu sözler, 2017’den beri TÜSİAD heyetlerinin eline bir mikrofonun geçtiği her yerde usanmaksızın tekrarlanmış sözler olarak kayda geçmişti. Sanayi burjuvazisinin kurmayları, politik-ekonomi programlarının sloganlarını hükümet temsilcisinden de duymaktan hoşlanmıştır elbette. Ama bunun yetmeyeceği açık. Zaten Şimşek de sloganı benimsediğini söylemekle kalmadı, ‘icraat’ ve ‘vaat’ sıraladı. Örneğin, kamunun yatırım harcamalarında yüzde 15’lik kesintiye gittiklerini aktardıktan sonra bu kaynağı üç alana yönlendireceklerini söyledi: Gıda arzı, yeşil dönüşüm ve OSB’lerin limanlara demiryoluyla bağlanmasına…
Burada üçüncü ‘alan’ oldukça önemli. Şimşek de bu öneme binaen konuşmanın akışında buna tekrar değindi ve şöyle dedi:
Ülkede altyapı yatırımlarını önemli ölçüde tamamladık. Bizim şimdi en büyük önceliğimiz sanayi üslerinin demiryoluyla, karbon ayak izini düşürecek, rekabet gücünü artıracak şekilde limanlara bağlanmasıdır. Bunun için de en büyük önceliğimiz önümüzdeki dönemde demiryolları olacaktır.
Anadolu’yu OSB ağlarıyla saracak, OSB’leri de ‘demir ağlarla’ limanlara bağlayacak strateji, küresel iş bölümünde Türkiye kapitalizmine yazılan vazife ve pozisyona uygun olarak yerli büyük sermaye tarafından da uluslararası sermaye tarafından da destek ve teşvik görüyor. Mehmet Şimşek, tedarik ağlarıyla tekellere, demiryollarıyla limanlara bağlı OSB’ler stratejisinin, Türkiye kapitalizminin ucuz emek ve yoğun teşvik temelli yatırım arayışının nehir yatağı olduğunu bir kez daha dile getirmiş oldu.
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fatih Kacır da Şimşek’in TÜSİAD sözlüsündeki performansından iki gün sonra, CNN Türk kanalında, Çinli otomotiv tekeli BYD’nin ağızları pek sulandıran yatırımıyla ilgili konuşurken “Türkiye, kara yolları yatırımlarıyla, deniz yolları yatırımlarıyla, müthiş bir değer kazanmayı başladı” diyordu. BYD’nin başkanı Bakan Kacır’ı 4 saat kadar ‘ağırlamış’ o da bu fırsattan istifade “Türkiye’nin sunduğu olanakları” anlatmıştı. “Nitelikli işgücümüzü çok uzun konuştuk” diyordu. Bakanın ‘nitelikli işgücü’ dediği emeğin Türkiye’deki en önemli ‘nitelik’lerinden giderek ucuzluyor olması. Şimşek’in ‘talebi baskılamak’ diye ambalajladığı ücretleri baskılama stratejisiyle, Sanayi Bakanının Çinli patronlara ‘olanak’ diye anlattığı ‘işgücü’ arasında doğrudan bir ilişki var.
Arkadaşımız Uğur Zengin’in, 1 milyar dolarla Manisa OSB’ye gelen Çinli tekele ilişkin, bugünkü gazetemizde yer alan analizi, gelenin ne istediğini, karşılayanın ne vaat ettiğini olanca açıklığıyla gösteriyor. Mehmet Şimşek’in “bizim programımız aslında bir sanayi programı” mealindeki sözleri bu tabloda gerçekliğe kavuşuyor. TÜSİAD toplantısında terli bir gayretle izah edilen de budur.