Türkiye’nin Suriye siyaseti takıntılar ve tutarsızlıklardan kurtulamıyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın zigzaglarını takip etmek sabır gerektiriyor. Suriye krizini kuşatan koşulların değişimine bağlı olarak diyalogdan savaşa, savaştan diyaloga gidip gelen bir döngü. Bu durum, NATO’nun genişlemesi için Rusya’ya alttan çakıp Batı ile yumuşadığı sırada da tekrarlanıyor.
Erdoğan, İsveç’in üyeliğinin önünden çekilip ABD Başkanı Joe Biden’a kariyerinin en mühim zaferini hediye ettikten sonra Suriye’de aradığı yeşil ışığı görmüş olabilir mi? Ya da böyle bir çıkarımla manipülasyon mu yapılıyor? Erdoğan’ın Suriye’nin kuzeyinde 30 km derinliğinde tüm şeridi zapt etme planları sadece ABD değil Rusya’nın da onayına bağlı. Epey zamandır ilk etapta Tel Rıfat, Menbic, Ayn İsa ve Kobani’yi hedefe koyan askeri planlar, “Bir gece ansızın” tekerlemesinin ötesine gidemedi. Beklenen yeşil ışık yanmadığı için. Peki Vilnius’ta Erdoğan istenileni verdiğine göre bir diyet beklenebilir mi?
***
Seçim öncesi Erdoğan, Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin’in patronluğunda Suriye Devlet Başkanı Beşşar el Esad’la el sıkışmanın sınırındaydı. El sıkışmada samimiysen tek taraflı askeri harekâta kalkışamazsın. Erdoğan 17 Temmuz’da Körfez turu sırasında gelen bir soru üzerine “Esed ile görüşme noktasında kapalı değiliz, görüşürüz” dedi ama fiilen kapıyı kapatan tutumu tekrarladı: “Esed maalesef Türkiye’nin Kuzey Suriye’den çıkmasını istiyor. Böyle bir şey olamaz.”
Yandaş medya sıklıkla kafalardaki planları köpürtüyor. Erdoğan’ın açıklamasının ardından yine temenniye uygun bir senaryo bu kez “Türkiye ve ABD planı masada: 3 milyon Suriyeli geri dönecek” başlığıyla servis edildi:
“ABD, Suriye’nin kuzeyine 2 bin 500 asker gönderecek. PKK ve YPG, Fırat’ın doğusuna çekilecek. Terör örgütlerinden boşalan yerlere de Türkiye’de barınan Suriyeli muhalifler yerleştirilecek, böylece 3 milyon Suriyeli evine dönmüş olacak. ABD ilk planda 3 bin muhalifi de Deyrizor ve Tenef aksına yerleştirmek için düğmeye bastı… ABD, Türkiye’yi ikna için Ankara’ya bir heyet gönderdi. Plan kapsamında terör örgütü PKK/YPG, Deir El Zor, Tel Rifat, Rakka ve Menbiç’i muhaliflere bırakarak Fırat’ın doğusuna çekilecek. ABD, bu sayede Tahran’dan Suriye ve Lübnan’a uzanan silah, militan, lojistik sevkiyatının kara koridorunu tamamen kapatmak istiyor.”
Senaryonun ciddiyeti ve tutarlılığı haberin yazım kalitesine de yansıyor!
Bu senaryolar Kürtlerin 19 Temmuz 2012’de Kobani’den başlayıp özerklik inşasına koyulmasının 11’inci yıldönümüne de denk geliyor.
Güya Esad’la görüşmeye kapılar açık ama Erdoğan’ın sözlerinin üzerinden iki gün geçmeden Anadolu Ajansı, Türkiye’nin güdümündeki Suriye Milli Ordusu (SMO) bileşenlerinden Hamza ve Süleyman Şah tümenlerinin, Afrin’in Şeyh Hadid beldesinde eğitimlerini tamamlayan 5 bin askeri saflarına kattığını şevkle duyurdu:
“Uçaksavarla donatılmış 100 araç, ağır makineli tüfek, doçka yerleştirilmiş 100 zırhlı araç, 80 zırhlı pikap, 300 zırhlı muharebe aracı ve makineli tüfek yerleştirilmiş 300 dağ motosikleti törende yer aldı. Askerler terörden kurtarılan bölgelerde görev yapacak.”
Özünde komşu ülkenin topraklarında, komşuya karşı… Bunlar Suriye’nin “terör örgütü” saydığı gruplar. Yine de ağızda dönen “terörle mücadele” ve “normalleşme.”
16 Temmuz’da Şam’da Irak Başbakanı Muhammed Şiya Sudani’yi ağırlayan Esad da Türkiye’nin konumunda neyi gördüklerini net ifade etti: “Bazı komşu ülkeler ya yayılmacı ya da geri ideolojik nedenlerle terörizmi destekledi.”
Erdoğan, Esad’la el sıkışabilir ama bunu kendi koşullarını dayatarak yapmak istiyor.
***
NATO zemininde sağlanan Türk-Amerikan yakınlaşması veya Türk-Rus soğumasının Suriye’ye yansıması ne olur? Önce Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi Dış İlişkiler Dairesi Eş Başkanı Bedran Çiya Kurd’a yönelttiğim soruların yanıtlarını paylaşayım:
Türkiye’nin NATO’daki uyumlu tutumundan sonra ABD’nin Suriye politikasında bir değişiklik bekliyor musunuz?
Bedran Çiya Kurd: Elbette Türklerin İsveç konusundaki pozisyonu yeni ve Rusya’nın politikasına aykırı. NATO’nun bu yönde Türkiye’deki seçimlerden önce de çabaları vardı. Bu Türkiye ile sorunlarının hepsinin çözüldüğü anlamına gelmiyor ve kalan farklılıklar devam edecek. NATO ve ABD’nin politikası, Türkiye’yi kucaklayıp Rusya’dan uzak tutmaktır. Türkiye, NATO ile farklılıkları kapatmaya devam ederse uzun vadede bunun Suriye üzerinde doğrudan niteliksel etkileri olur. Şu anda büyük ve hızlı sürprizler beklenemez çünkü Rusya ve Türkiye’nin birbirine ihtiyacı var. Mümkün olduğu sürece Türkiye ikili politikasını sürdürecektir.
Türk medyası ABD’nin Türkiye’nin yeni bir askeri harekatının önünden çekileceği üzerinde duruyor. Yeni bir askeri harekât bekliyor musunuz?
Bedran Çiya Kurd: Amerika terörizm ve IŞİD’e karşı mücadelede ve istikrarı sağlamada SDG’ye olan bağlılığını sürdürüyor. Sahada Türk saldırısını destekleyen hiçbir şey yok. Daha fazla yorum yapamayız. Amerika’nın tutumu istikrarın sağlanması ve Türk saldırılarının sınırlandırılması açısından önemli. Türk medyasının iddialarına gelince, bunlar propaganda, meseleleri çözülmüş gibi izah ediyorlar. Beklediğimiz gibi bir anlaşma olabilir ama Türkiye’nin iddia ettiği biçimde değil. Öte yandan Türkiye’nin askeri harekât için tüm tarafları ikna etmeye yönelik girişimleri ve diplomatik çabaları var. Girişimleri her düzeyde devam ediyor ve fırsat bulduğunda saldıracak.
Amerikan medyası, ABD’yi Suriye’den çıkarmak için Rusya ve İran arasındaki koordinasyonun arttığını öne sürüyor. Bu konuda sizin gözlemleriniz nedir?
Bedran Çiya Kurd: Rusya ve İran arasında pek çok konuda stratejik koordinasyon var. Geçen yıl İran’da yapılan Astana toplantısının sonuçlarının özeti, Amerika’nın Suriye’den çıkması gerektiğinin vurgulanması açısından netti. Koalisyonun da Suriye’den çıkması için girişimler ve çalışmalar var. Bu çabalar, nüfuz mücadelesi, jeopolitik dışlanma, hatta bölgesel ve uluslararası hesaplar üzerindeki çatışmalardan kaynaklanıyor.
Erdoğan Suriye’den çekilmeyeceklerini açıkça ifade etti. Bu aşamadan sonra Ankara-Şam arasındaki normalleşme çabalarından neyi bekliyorsunuz?
Bedran Çiya Kurd: Türkiye’nin yayılmacı bir işgal projesinin olduğu Suriye’den çekilmeyeceği aşikâr. Normalleşmenin koşulu, Şam’ın Türkiye’nin çekilmesi talebine bağlı ve Türkiye bunu istemiyor. Şam ile Türkiye arasında farklılıklar var. Güvenlik ve istihbarat mutabakatları olabilir ama siyasi olarak bu normalleşme sürecinin önünde birçok zorluk ve engel var.
***
Ankara-Şam arasında olası anlaşmanın özerkliğin çöküşü üzerine yükseleceği öngörüsü paylaşılıyor. Bu öngörü, SDG Askeri Konseyi’nin 18 Temmuz’daki olağan toplantısının sonuç bildirisine de yansıdı:
“Türkiye’nin planlarına uymaya yönelik herhangi bir girişim Suriye’de tüm bölgeler için olumsuz sonuçlara yol açar ve sorunun çözümünü engeller.”
Son Astana toplantısının sonuç bildirisine özerk yönetimi “ayrılıkçı yapı” olarak hedefe koyan bir dil hakimdi. Bu, Amerikan varlığına bağlı olarak Şam’da da giderek ağırlık kazanan bir tutumla çakışıyor. Yine de Ankara ve Şam’ın öncelikleri çatışıyor.
Ukrayna’daki savaşın Rusya’yı Suriye’de gerileteceği beklentileri çok paylaşılmıştı. Hatta Vanger’in isyanından sonra Rusya’nın Suriye meselesini daha fazla İran’a havale edeceği de ileri sürüldü. Sahadaki durum öngörüleri karşılamaktan uzak. Ukrayna’nın Suriye’deki hesaplaşmayı da kızıştırdığı söylenebilir. Amerikalılara bakılırsa Rusya ile İran arasında ABD’yi bunaltacak şekilde bir koordinasyon dönüyor. Ocakta Tanaf üssü vurulmuştu. Martta ise Rimelan’da Amerikalıların kullandığı üsse yönelik insansız hava saldırısında bir sözleşmeli personel ölmüştü. ABD, İran bağlantılı 11 milisin öldüğü hava bombardımanı ile yanıt vermişti.
Mayısta Pentagon artan saldırıları bertaraf etmek için Avrupa’da konuşlu birkaç F-22’yi Ürdün’e gönderdi. Geçenlerde Hürmüz boğazında İran’la yaşanan dalaşmalar yüzünden Orta Doğu’ya da F-35 sevk etti.
Pentagon’a göre 5 Temmuz’da Rus Su-34 ve Su-35 uçakları üç Amerikan MQ-9 SİHA’sını taciz etti. Ertesi gün bir Su-35, iki Fransız Rafale jetini bunalttı. Rus komutan Oleg Gurinov suçlamalara “Amerikan SİHA’ları Rusya-Suriye ortak askeri tatbikatı sırasında hava sahasını ihlal etti” yanıtını verdi. Daha önce bir Rus An-30 uçağı, Tanaf üzerinde uçunca Amerikalılar sızlanıp durmuştu. Malum ABD ile Rusya arasında 2015’ten beri havada çakışmaları önlemek için hava sahasını paylaştıran bir mutabakat var. Amerikalılara göre Ruslar artık mutabakatı takmıyor.
Bu gelişmeler yaşanırken Pentagon yetkilileri, Kudüs Gücü ile Rus güçleri arasında ABD’yi çekilmeye zorlamak için uzun vadeli planları koordine ettiği iddiasını fısıldadı. Geçen şubatta Al Monitor’a konuşan Amerikalı yetkililer, İran’ın Ukrayna’daki savaşta Rusya’ya insansız hava aracı temin etmesine karşın Suriye’de iki ülke arasında Amerikan varlığına karşı iş birliğinin artacağı endişesini paylaşmıştı. Washington Post da Pentagon’dan sızdırılan bir belgeye dayanarak Rus ve İranlı askeri-istihbarat yetkililerinin ortak operasyon merkezi kurmak üzere kasımda toplantı yaptığını yazmıştı.
Beri tarafta Arap basını başka bir noktaya dikkat çekmişti. Buna göre İran’ın Suriye-Irak sınırından yürüttüğü operasyonları durdurmak isteyen ABD, Deyr el Zor ile Ürdün sınırındaki Tanaf arasındaki bölgeyi kapatmak üzere eski ÖSO unsurlarından bir ordu kurmayı planlıyor. SDG, İran ve Suriye’yi doğrudan karşısına alacak şekilde Fırat’ın altına inme tekliflerine yanaşmıyor. Bu yüzden ABD, Kürtler olmaksızın Arap unsurlarla bu işi yapmayı kafaya koydu. Fakat aradan geçen süre içerisinde bazı görüşmeler olsa da somut gelişmeler gözlemlemedik.
Buna karşın Iraklı kaynaklardan şunu öğrendik: ABD Başkanı Joe Biden, Sudani’yi arayıp Irak ve Suriye’de Amerikan güçlerini hedef alan Şii milislerin dizginlenmesini istedi, aksi takdirde hükümete verdikleri desteği kesecekleri ve doğrudan milis komutanlarını hedef alacakları uyarısında bulundu. Sudani kendisini iktidara taşıyan Koordinasyon Çerçevesi’ndeki Haşd el Şaabi gruplarına bu uyarıyı iletti ve saldırılarda önemli bir düşüş oldu.
Sudani, Esad’a Amerikalılardan mesaj götürmüş olabilir. Sudani aracılığıyla Esad ve Erdoğan arasında da mesajlaşma ihtimali de mevcut. Ki Erdoğan, Sudani ile Şam’a hareketinden önce telefonda görüşmüştü. Sudani’nin temaslarında Türkiye’yi ilgilendiren başka bir husus da var. Fırat suyundaki azalmaya karşı Şam ile Bağdat tepkide ortaklaşıyor. Bu ayrı bir konu.
***
ABD açısından Rusya’ya karşı Türkiye’yi kendi oyununda tutmak birinci öncelik. Bu nedenle Suriye’de Türkiye’ye bir yere kadar göz yumabilir. Fakat Kongre’de İsveç’e karşı ödül gibi duran F-16 paketinin dahi SDG’ye saldırılara son verilmesi koşuluna bağlanmak istediği düşünülerse Biden’ın Erdoğan’a göstereceği olası esneklik göreceli ve sınırlı kalabilir. Esasen Amerikan yeşil ışığına dair henüz bir işaret yok.
İkinci bir husus; Amerikalılar İran ve Rusya’nın kendilerine karşı koordinasyon halinde olduğunu düşünüyorsa Suriye’deki caydırıcılığı daha da artırma yoluna gidebilirler. Didişmeler de onu gösteriyor.
Üçüncü bir mesele; ABD’nin üç önceliği değişmedi. Bunlar İran’ın Irak-Suriye üzerinden operasyon yeteneklerinin felç edilmesi, İsrail’in güvenliğinin temini ve Suriye’nin boyun eğinceye dek toparlanmaması. Amerikalılar yerelde SDG dışında güvenilir bir ortak bulabilseydi Ankara’ya daha anlayışlı olabilirdi. Amerikalıların aşiret liderleri ve eski ÖSO artıklarıyla ordu kurma denemeleri umut vermiyor. Haliyle YPG’nin belirleyici olduğu SDG’yi Türk tanklarının önüne itmek şu aşamada Amerikan çıkarlarına hizmet etmiyor.
Bir de hapishane ve kamplarda tutulan IŞİD militanlarının olası türbülansta serbest kalma ihtimali var ki bu da ABD’nin bölgede kazık çakmasına gerekçe yaptığı “terörle mücadele” hikâyesini bitirir.
Amerikan esnekliğine binaen bir operasyon geliştirildi diyelim; Rusya, İran ve Suriye üçlüsü buna karşı nasıl bir tutum sergileyecek?
Planlanan son askeri harekât için Erdoğan geri sayım yaptırırken Rusya ikircikli davranmış ama İran şiddetle karşı çıkmıştı. Nihayetinde Rusya’nın muğlaklığının bir sarı ışık bile olmadığı anlaşıldı. Aksi halde tanklar belirlenen hatlarda yürüyor olurdu.
Yine de dışlanamayacak bir ihtimal daha var: Erdoğan, eski ABD Başkanı Donald Trump’ta yakaladığı boşluğu Biden’da görürse harekete geçebilir. Rusya da Ukrayna’da savaş sürerken 2020’de M-5 yolundaki gibi bir çatışmayı göze alamayabilir.
Fakat Deyr el Zor-Rakka hattındaki olası bir boşluğu SMO değil İran bağlantılı güçler doldurabilir. İran sınırdaki Elbu Kemal’den itibaren bu hatlara epey nüfuz etti. Hatta muhalifler bölgenin Şiileştirildiği iddiasını canlı tutuyor.
Son olarak sığınmacıları döndürme hedefiyle ilişkilendirilmiş askeri seçeneklerin yürütülemezliğini bir kez daha hatırlatmak lazım. Mevcut yaklaşımla Türkiye’nin yıllardır kontrol ettiği bölgelere döndürebildiği sığınmacı sayısı 500-600 bini geçmiyor. Haliyle 3 milyon insanı Fırat hattına yerleştirmek sahadan kopuk bir temenniden öteye gitmiyor.