15.7 C
İstanbul
22 Kasım Cuma, 2024
spot_img

Narin Güran cinayetinin düşündürdükleri – Ayşe Düzkan

O egemenlik ilişkilerini, yani örneğin kayınların gelin üzerindeki tahakkümünü, kocanın eşi üzerindeki tahakkümünü, çocukların çaresizliğini kıracak olan şey öncelikle kadınların ücretli ve güvenceli emekle geçinmesi, kamunun yani devletin ve toplumun denetimi, itirazı, müdahalesi… komşudan dayak sesi geldiğinde “aile içi mesele” denmemesi de buna dahil.

Türkiye’nin gündemi, aralarında bir bağlantı kurulmadan birbirinin üzerine yıkılan ama başlıklardan oluşuyor. narin güran’ın ölümü gündemden düştü bile, o cinayet sokak hayvanlarıyla ilgili yasayı gündemden düşürmüştü. sözde muhalif medyaya bakarsanız bunların hepsi ekonominin durumunu unutturmak için…

Narin, küçük yaşta öldürülen ya da kaybolan ilk çocuk değil, son olacağını da sanmam. hiç izi bulunamadan kaybolan, suç örgütlerinin, fuhuş örgütlerinin elinde, madde bağımlısı yapılan, biraz büyüyünce hırsızlık, cinayet ya da fuhuş sektörlerinde istihdam edilen çocuklara ulaşmak çok zor. devletin kimsesiz çocukların sorumluluğunu aldığı kurumlarda olup bitenin bize ulaşan kısmı dahi dehşet verici. bugünlerde susturulmaya çalışılan Dilek Ekmekçi’nin anlatabildiklerini hatırlayın.

Diğer yandan çocuk ölümlerinin soruşturmalarında sonuca varıldığında sorumlu çoğunlukla aileden biri oluyor. ama çocuklara, kadınlara ısrarla, ailelerinden başka kimseye güvenmemeleri vaaz ediliyor. çocukların ve her yaştan kadının aileleri ve özellikle ailelerinden erkekler karşısındaki çaresizliği, patriyarkanın en güçlü rıza mekanizması. itaat zorunluluğunun, sevgiyle, korkuyla -hem o erkeklerden hem ailesiz kalmaktan korkuyla- karıştığı, insanı aşılmaz bir duvar gibi sardığı, acı, üzüntü veren şeylere razı ettiği mekanizma. çeşitli düzey ve biçimlerde hepimiz yaşamışızdır.

Canımızı, emeğimizi, bedenimizi, kimliğimizi, hayatımızı, mutluluğumuzu toplum emanet ediyor aileye.

Bu işin içinden nasıl çıkacağız?

Kolay değil. bunun bir sorun olarak tanımlanması, çocukları ve kadınları ailelerine karşı güçlendirecek, koruyacak mekanizmaların kurulması gerekiyor. istanbul sözleşmesi, çoğunlukla bir cezalandırma kararlılığı ve hukuk süreci olarak ele alındı ama bu yöndeki önerileri çok daha önemli.

Gerçeği görmek ve söylemek gerekiyor: narin güran’ın öldürülmesi maalesef sık sık vuku bulan sıradan bir olay, kolay kolay müdahale edemeyeceğimiz bir trajedi. bu trajedilerin engellenmesi için uzun, karmaşık bir stratejiye dayanan bir mücadele gerekiyor. duygusal çıkışların bu stratejide yeri olmadığını söylemeye gerek bile yok. zaten o tür çıkışlardan istifade ederek idam çağrıları yapılması da esasen idamı siyasi mahkumlar için gündeme getirmeyi hedefliyor. bu açıdan sorun cezaların hafifliği değil, uygulanmaması, erkeklere gösterilen hoşgörü yani cezasızlık siyaseti.

Ayrıca böyle konulardaki hezeyan hem olayla ilgili ayrıntıları bulanıklaştırıyor hem de sanki olay tekilmiş gibi yanlış bir izlenime sebep oluyor.

Evrensel bir durum

Erkek şiddeti, bu ülkeye, bu döneme mahsus olmadığı gibi ailenin bir suç alanı olması da bu ülkeye ve bu döneme mahsus değil.  biliyorsunuzdur, narin güran’la ilgili soruşturma sürerken fransa’da dehşet verici bir olay ortaya çıktı.[1]

Çocuk istismarı vakaları, son yıllarda gazetecilerin çabalarıyla açığa çıktı; oysa bunları ortaya çıkarmaktan sorumlu olan kolluk gücü. bu sorumluluk yerine getirilmediği gibi faillerin korunduğu bile oldu. şunun altını çizmek gerek. bu vakaların neredeyse tamamı, okullardan devlet kurumlarına, tarikatlara kadar uzanan bir zincirde ve hep kamu alanında tespit edildi. çünkü aile içindeki vakaların tespiti, kolayca tahmin edilebilecek sebeplerle çok zor. çocuklara böyle bir şeyle karşı karşıya kaldıklarında şikayetçi olacak bilinç verilmediği gibi, şikayetçi olabilecekleri merciler çok sınırlı.

Tarikatlar, cemaatler, kur’an kursları vb. dini düşünceye göre yönetildiği varsayılan, dini otoriteyi de temsil etme iddiasındaki erkeklerin hakimiyetinde olan ve yasalarda öngörüldüğü kadar dahi denetlenemeyen kurumlarda çocuk istismarının ve her türden erkek şiddetini kolaylaştıran koşullar mevcut. ama bütün bunların dinsel düşünceye, dindar hayat tarzına mahsus olduğu fikri doğru değil. bu, iktidar karşıtlığının bir parçası olarak da bu biçimde sunuluyor olabilir ama eğer akp seçmenini ikna gibi bir meselemiz varsa, bu kadar mutlak bir iddianın inançlı insanlar üzerindeki uzaklaştırıcı etkisini hesaba katmakta yarar var.

Erkek şiddeti ülkenin belli bölgelerine mi mahsus?

Tabii ki hayır. birkaç yıl önce palu ailesi içinde yaşanan dehşet verici olaylar kamuoyuna yansımıştı, ordu kökenli aile kocaeli’de yaşıyordu. geniş ailenin köylere mahsus olduğu fikrini yalanlayan örneklerden biri de bu aileydi, hepsi aynı apartmanda ikâmet ediyordu. bir ailenin aynı apartmanda, adeta tek bir hane gibi, tek bir hanede bulunacak her türden egemenlik ilişkisiyle birlikte ikâmet etmesi çok yaygın bir olgu.

Altını bir kere daha çizeyim; o egemenlik ilişkilerini, yani örneğin kayınların gelin üzerindeki tahakkümünü, kocanın eşi üzerindeki tahakkümünü, çocukların çaresizliğini kıracak olan şey öncelikle kadınların ücretli ve güvenceli emekle geçinmesi, kamunun yani devletin ve toplumun denetimi, itirazı, müdahalesi. komşudan dayak sesi geldiğinde “aile içi mesele” denmemesi de buna dahil.

Sırlar, yakınlarını kollamak aileye mi mahsus?

Bin kere hayır. örneğin işyerinde patronu ya da müdürü teşhir, işten atılmayı göze almak demek. iş arkadaşını teşhir dışlanmakla sonuçlanabilir. bırakın bunu, sol örgütler içinde dahi, erkek şiddeti vakalarında yakınlarını, arkadaşlarını kollama, belli konuları sır olarak saklama olgusuna rastlıyoruz. doğru bildiklerini savunmak için yalnız kalmayı, arkadaşlarından olmayı göze almak kolay değil ve birçok insanın bunu yapamadığını görüyoruz. aile gibi ömür boyu sürecek çok güçlü bağlar ifade eden bir yapıdan vaz geçmek çok daha zor.

Güranlar belli ki geniş toprak mülkiyetine sahip, aile büyüklerinin o toprağı ve orada yaşayanların hayatları üzerinde hak sahibi olduğu bir aile. burada sırların dışarı çıkmaması şaşılacak bir şey değil.

Şunu da söylemeden geçmemeli, konuşanların, hangi koşullarda, nasıl muamelelere maruz kalarak konuşturulduğu insan hakları savunucularının gündemine girmeliydi bence. işkence ve baskı altında insanların zaman zaman her şeyi “söylemeye” hazır hale getirilebildiğini biliyoruz.

Medyanın yaklaşımı

Narin güran’ın neden ve nasıl katledildiğini kamuoyunun öğrenmesi güç. güçlü politik ilişkileri de olan bu ailenin olayın daha fazla konuşulmaması, yazılıp çizilmemesini sağladığı yönünde epeyce veri var.

Ama bu hassas konunun, birçok medya kurumu ve mensubu tarafından ilgi görmek, izlenmek, tanınırlık vb. amaçlar için araçsallaştırılmasını, yıllar boyunca ekmeğini gazetecilikten kazanmış biri olarak utanç verici buldum.

Gazeteci kamunun yararını gözetmek zorunda çünkü gazetecilik bir kamu hizmeti. gazetecinin önceliği halkın haber alma hakkı; görevi, anlaşılır olan ve ayrımcı olmayan bir dille, halka doğru, tarafsız haber ulaştırma. zaman zaman gösteri sanatları kapsamına da dahil edilebilecek biçimde, kendi duygularını okura ve izleyiciye aktarmak değil, okurun ve izleyicinin duygularını harekete geçirmek değil, sansasyon hiç değil. dünyanın başka yerlerinde de medyanın kendi “star”larını çıkartmaya çalıştığını, sansasyonun ve “hikâye”nin haberin önüne geçtiğini biliyorum ama her küresel trendin doğru olduğuna inanmamalı, değil mi? gazeteciliğin bu kadar saldırı altında olduğu bir dönemde ve coğrafyada, mesleğin onurunu ve prestijini korumak ilkelerine sahip çıkmaktan geçiyor.

Dipnot:

[1] https://www.diken.com.tr/fransada-esini-uyusturup-cok-sayida-kisiye-tecavuz-ettiren-adam-yargilaniyor/

Son Haberler

ÇOK OKUNANLAR

ÖZGÜR BİR DÜNYA İÇİN!

KALDIRAÇ DERGİSİ'NİN KASIM SAYISI ÇIKTIspot_img

ARTIK TELEGRAM'DAYIZ!

spot_img

DÜNYAYI İSTİYORUZ!

İŞÇİ GAZETESİ'NİN 218. SAYISI ÇIKTI!spot_img

Bizi takip edebilirsiniz

369BeğenenlerBeğen
851TakipçilerTakip Et
14,108TakipçilerTakip Et
1,920AboneAbone Ol