Radikal ekonomi politik perspektiften ele aldığımızda, müzik üretimini puding, gazlı içecek ya da dondurma üretiminden ayrı değerlendirmek için fazla bir sebebimiz yok. Kapitalizmde, ürünlerin doğası farklı olsa bile, “şarkı” da tıpkı dondurma gibi mübadele değeri için üretilen bir metadır. Nasıl Fordist üretim modeli metaları, daha fazla kâr maksadıyla standart hâle getiriyorsa, müzik endüstrisindeki tekelleşme eğilimi de buradaki çıktıyı ucuzlaştırıp standart hâle getiriyor. Bu da müzikalite ve çeşitliliğin azalmasına sebep oluyor.
George Ritzer, Toplumun McDonaldlaştırılması incelemesinde dört prensip üzerinde duruyordu:
- Hesaplanabilirlik
- Verimlilik
- Öngörülebilirlik
- Denetim
Dijital platformlarda çalma ve izleme istatistiklerinin daha kolay takip edilmesi, verimliliği artırmak adına gruplara dayatılan zorlayıcı sözleşmeler, çalma listelerinin şirketlerin denetimi altında tutulması ve çok satan işlerin benzerlerinin üretilmesi tüm bu prensiplerin müzik endüstrisinde de uygulandığını gösteriyor. Yani Ritzer’den yola çıkarak kapitalizmde müziğin de McDonaldlaştığını iddia edebiliriz.
“The Millenial Whoop”
Müzikal referans noktaları Frank Zappa, Pink Floyd, Nina Simone, Leonard Cohen, The Beach Boys vesaire olan eski topraklar, günümüzdeki hit şarkıların hep birbirine benzemesinden yakınırlar. Bu kesinlikle bir yanılsama ya da “nostalji” değil. Zira kültürel üretimin endüstrileşmesi beraberinde, kaçınılmaz olarak, standartlaşmayı getirir. Bu doğrultuda, kulağı kolay yakalayan ve akılda kalıcı melodiler formüle edilip tekrar tekrar yeni şarkılarmış gibi satılır. Tıpkı Apple ve Samsung’un aynı telefonu küçük değişikliklerle her sene yeniden satması gibi.
Örneğin, majör gamda beşinci ve üçüncü notaların art arda tekrar edilmesiyle oluşan melodi şablonuna, Patrick Metzger’in tabiriyle, millenial whoop deniyor (wa-oh wa-oh). Bu melodi kırpıntısı (ve varyasyonları) son 10-15 yıldır yüzlerce hit şarkıda kullanıldı. Katy Perry – California Gurls, Twenty One Pilots – Ride, One Direction – Live While We’re Young, Demi Lovato – Really Don’t Care, The Rasmus – In the Shadows, Owl City – Good Time ve Justin Bieber – Baby ilk akla gelenlerden (daha uzun bir liste için tıklayınız). Kimisi bu melodiyi şarkının küçük bir yerine sıkıştırıyor, kimisi bütün nakaratı bu melodi üzerine kuruyor. İyice abartıp şarkının adına koyanlar bile var (bkz. Paramore – Whoa).
Bu formülle yapılan şarkılar o kadar birbirine benziyor ki Ally Burnett ile Owl City, “Ah, It’s a Love Song” ve “Good Time” şarkıları üzerinden davalık olmuşlardı. Şarkılar farklı ton ve tempolarda olduklarından ilk dinleyişte benzerlik anlaşılmasa da, aynı tona transpoze edilip tempolar eşitlendiğinde neredeyse aynı hâle geliyor. Fakat mahkeme, millenial whoop şablonunun bir gruba değil herkese ait olduğuna karar vererek davayı kapatmış, ve bir bakıma, bütün şarkıcıların aynı melodiyi kullanıp birbirine çok benzeyen şarkılar yapmasının yasal olarak önünü açmıştı.
Spotify’ın 2014 senesinde satın aldığı müzik veri platformu The Echo Nest’in araştırmasına göre 2010-2014 yılları arasında Billboard Hot 100 listesinde ilk beşe giren şarkıların yüzde 43’ü sadece 10 prodüktör tarafından yapılmış. Seksenlerde bu oran yüzde 19’muş. Araştırma giderek daha fazla şarkının daha az sayıda prodüktör ve şarkı yazarı tarafından yapıldığını, yani müzik endüstrisinde bir tekelleşme olduğunu gösteriyor. Aynı araştırma, 2012-2016 yılları arasında bir numara olan şarkılar arasında Sia’nın “Cheap Thrills” şarkısı ile Taylor Swift’in “We Are Never Ever Getting Back Together” şarkısının, 2007-2011 yılları arasında Katy Perry’nin “Teenage Dream” şarkısı ile Ke$ha’nın “We R Who We R” şarkılarının birbirine en çok benzeyen hitler olduğunu gösteriyor.
Woodstock ’69 bir veda töreniydi
İspanyol Ulusal Araştırma Konseyi’nin 2012 senesinde yayınladığı proje raporu da müzikal çeşitlilik ve kalitenin giderek azaldığını gösteriyor. Joan Serra ve ekibi, 1955’ten günümüze 464.411 şarkıyı bilgisayara yükleyip “makine öğrenmesi” ve “derin öğrenme” yöntemlerini kullanarak şarkıların harmonik kompleksliğini, müzikal tınılardaki çeşitliliği ve ortalama ses yüksekliğini (bkz. dynamic range compression) ölçen bir algoritma çalıştırıyorlar. Araştırmadan çıkan sonuçlar, müzikal kalite ve çeşitliliğin 1960’larda zirve yaptığını, o dönemden sonra geçen her on yılda sürekli azaldığını gösteriyor. Woodstock 1969 ile Coachella 2019 festival programlarını liste yapıp art arda dinlediğinizde aradaki farkı zaten siz de anlarsınız. Bu bakıma Woodstock ’69, Moğollar’dan Taner abinin söylediği gibi, müthiş bir müzik serüveninin başlangıcı değil aslında bir veda töreniydi.
Benzer araştırmalar şarkı sözleri için de yapılıyor. Flesch-Kincaid okunabilirlik endeksi kullanarak şarkı sözlerindeki “zekâ” (lyric intelligence) ölçülüyor. Buna göre, son dönemlerde listelerde üst sıralara çıkmış şarkıların, sadece müzikal kalitelerinin değil, sözlerindeki zekânın da düştüğü görülüyor. Three Days Grace – Good Life, Ke$ha – TiK ToK, Pink – So What, Katy Perry – Wide Awake, Lady Gaga – Poker Face şiirsel zekâ açısından düşük endeks skoru alan şarkılardan bazıları… Yani bir yanda The Dark Side of the Moon gibi üzerine doktora tezleri yazılmış albümler, diğer yanda kuzu kuzu, dudu dudu, öp öp, şıkıdım şıkıdım, hop hop, ay ay, tik tok gibi akılda kalıcı ikilemelerle ortalamaya hitap etmek için yazılan basit formüllü ticari şarkılar…
Müzik endüstrisindeki çeşitlilik
Demem o ki müzikal içerik, size göre bize göre değil, objektif kriterlerle sığlaşıyor (elbette yukarıdaki yöntemlerin ve kriterlerin ne kadar işe yarar oldukları ayrıca tartışılabilir ama bu akademik düzlemde tartışılacak başka bir konu). Bu konuyla ilgili detaylı bir inceleme ve Türkçe bir kaynak olarak Funda Lena’nın Türkiye’nin Müzik Endüstrisinde Çeşitli[siz]lik kitabını tavsiye ederim. Funda’nın da gösterdiği üzere, dijital platformlar müzikteki sığlaşmayı, önüne geçmek bir yana dursun, hızlandırıyor. Bugün arabalarda Barış Manço yerine Ben Fero çalınması bu gerçeği değiştirmez, doğrular. Popülizmin bu konuda bize pek bir faydası yok.
Millenial whoop ve benzeri kulağı yakalayan melodi şablonları müzikte belki her zaman vardı (mesela Beethoven – Für Elise). Ama ilerleyen bilim ve teknoloji ile bunların tespit edilip çok satacak formüller hâline getirilmesi görece yeni bir şey. Müzik endüstrisindeki bu çürümeye sebep olan dinamik kapitalizmdeki kâr yapma iştahı ve tekelleşme eğilimi.
Yazıyı geçenlerde sosyal medyada rastladığım bir yorumla bitireyim:
“Popüler bir şarkı ile otoban kenarındaki bir reklam panosu arasındaki fark nedir?!”
Bu kıyasla ikisi de şirketler tarafından parayla satın alınır. İkisi de çekebileceği kadar ilgi çekmek için tasarlanır. İkisi de, kaçınılmaz bir şekilde, okuyan/dinleyen kişinin ruh hâlini ve düşüncelerini etkiler. Onları seviyor ya da nefret ediyor olmak hiçbir ehemmiyet taşımaz.