Yangının tesiri altında kalan ve dumanların havayı kapladığı Muğla-Milas’tan, bir haftadan fazla süredir yanan Marmaris’e doğru yola çıkıyoruz. Neredeyse 120 kilometrelik, çoğu kez tek şeritli yol boyunca su tankerleri, itfaiye ve jandarma araçları, dozerler bize eşlik ediyor. Marmaris merkezden güneye doğru inerken sağımızda masmavi deniz, solumuzda ise her 200 metrede bir yanan bir bölge. Öyle ki hemen hemen üç dağdan birinin tepesinden dumanlar yükseliyor
Haber: Fırat Fıstık, kamera, kurgu ve fotoğraflar: Sedat Elbasan
Yangının etkisini yakıcı şekilde gösterdiği Hisarönü’nde küle dönmüş ağaçların ardından Orhaniye’ye varıyoruz. Kızkumu Plajı’ndayız ve karşımızdaki dağda üç bölge alevlere teslim olmuş durumda. Havada helikopter sesi. Sadece bir helikopter, dağdaki ateşi söndürmeye çalışıyor. O sırada yanımda duran 40’lı yaşlarındaki biri, “Helikopter suyu atıyor, dönüyor. Söndü diye görülen yer yeniden harlanıyor” diyor.
Boşaltılmış köyler, parkta kalan köylüler
Orhaniye ve civarındaki birkaç köy, yangın tehdidi nedeniyle hafta içinde boşaltıldı. Köyden tahliye edilenler nerede mi kalıyor? Kimisi yakın köydeki bir arkadaşında veya akrabasında, kimi ise mahalle merkezindeki parkta. Orhaniye’den biraz devam ettiğimizde, yangının o anki merkezlerinden birine geliyoruz: Turgut.
Dağların arasında bir yol, yolun kenarında bir dayanışma bölgesi, tüpler, eldivenler, maskeler, dışarıdan gönderilen yemekler, giyecekler, yanmaz ayakkabılar… Yolun iki tarafında bekleyen 10’a yakın jandarma, tutuşan dağın eteğinde bir itfaiye aracı var. Esenler Otogarı misali sürekli sesler duyuyoruz: “Datça ekibi buraya”, “İstanbul maskelerinizi kontrol edin”, “Yemek geldi arkadaşlar, isteyen gelsin.”
Göze çarpan tek şey
Yangının Marmaris’teki merkezlerinden biri olan Turgut’ta söndürme çalışmasına katılanların neredeyse yüzde 90’ı sivil vatandaşlar ve çoğu ikişerli, üçerli arkadaş gruplarıyla farklı illerden, ilçelerden kalkarak buraya gelmişler. Bizim bulunduğumuz bölge böyle ancak itfaiye ekipleri, orman işçileri, jandarma hepsi başka yerlerde, aynı özveriyle çalışmaya devam ediyor. Hepsi günde üç-dört saat uykuyla yangını söndürmeye çalışıyor. Hatta itfaiye erleri, bazı dağların girişlerine tehlikeli olduğu için sivilleri almıyor. Dayanışma için gelenler bunun için kızıyor, itfaiye erleri onları korumak için yaptıklarını söylüyor. Fakat tüm bu hikayede göze çarpan bir şey var: Dayanışma.
Kimi İstanbul’dan kalkıp gelmiş, kimi işini bırakmış. Kimi kurtarabileceği bir hayvan için burada, kimi ağaç, doğa sevgisinden. Çeşme doğumlu bir turizmciye mikrofon uzatıyoruz, “Hayatımda ilk kez Marmaris’e geldim” diyor ve resmi görevlilerden şikayet ediyor: “Organizasyonsuzluk var. 100 metre önümüzde yangın görüyoruz, hortumumuz var. Hortumun suyunu açamıyoruz. ‘Emir gelmedi kaymakamlıktan’ deniyor.”
“Evde duramadım, anksiyete krizi geçiriyordum neredeyse”
İstanbul’dan gelen üniversite öğrencisi, “Burada olmak daha iyi hissettiriyor. Hüznümü kanalize edemiyorum” diyor ve gelen bir sesle kalkıp, yanan karanlık ormanın tepesine 20 kişilik grupla tırmanmaya, yangına müdahale etmeye gidiyor. “Evde duramadım anksiyete krizi geçiriyordum neredeyse” diyen bir kadın da arkadaşıyla gelmiş yangın bölgesine.
Grupların isimleri de geldikleri yere göre belirlenmiş: Çeşme ekibi, Datça grubu vb. Kimseyi arkada bırakmıyorlar yukarıdan inerken. İtfaiye aracından çıkan hortum kısa geldiği için hortumları birbirine bağlayıp 30 metreye çıkarmışlar. Böylelikle daha yukarı çıkabiliyorlar. Hortumun suyu itfaiyeden, tutanlar turizmci, öğrenci, kafe sahibi…
“Yangın bir-iki hafta sürerse söndürme uzmanı olurum”
“Geçen gün yangın Bayır Köyü’ne o kadar hızlı geldi ki, bir amcayı gördüm bir evde. ‘Ben hayvanlarımı almadan asla gitmem’ diye tutturdu. Hayatımda hiç hayvan sahiplenmedim. Gittim kalın bir iple ineklerini çektim. İnşallah bu yangınlar sürmez tabii ki. Ama yangın bir-iki hafta sürerse yangın söndürme uzmanı olurum” diyor başka biri.
Herkes tüpten su sıkmayı, pimi çekmeyi, hangi eldivenin yanıp hangisinin yanmadığını, hortumun omuzdan tutulması gerektiğini öğrenmiş. Söndürme çalışmalarına ara verenler bir taraftan da Milas’taki termik santrale alevlerin girmesinden bahsediyor. Bütün bunlar olurken dayanışma bölgesine sürekli araç yanaşıyor. Kimi tüp getiriyor, kimi ayakkabı, kimi tişört, kimi su-ayran.
Saat gece yarısını geçtikten sonra da hâlâ aynı sayıda insan alanda. Kocaman, koskocaman bir düşmana karşı kol kola mücadele ediliyor. Yanan alevler biraz azalınca da durmak yok. Bu sefer de soğutma çalışması yapılıyor. Tepelere kadar çıkılamasa da elden ne gelirse o yapılıyor. Kim neyi ne kadar yapabiliyorsa, neyin ucundan tutabiliyorsa o kadar yapıyor. Kimi bir ağaç için, kimi bir hayvan için, kimi bir insan için orada.